Sanat dünyasında yeni bir sanat koleksiyoncusu nesli peyda oldu; en çarpıcı özellikleri, kamusal alanda görünür olmak için harcadıkları olağanüstü enerji. Yeni açılan nispeten küçük özel müzelere bile kayıtsız kalmak imkânsız.
Oyun bitti: %1’in yönettiği kültürel elitizm mabetlerinin oluşturduğu saadet zincirlerinin perde arkasını gördük. Artık biz, %99’un içindeki sanatçılar, sahte bir benzersizlik söylencesine dayanan ve sırf elitlerin en elitinin cebi para dolsun diye bireysel dehayı göklere çıkaran propagandalarla beslenen bu yozlaşmış hiyerarşik sistemi kabullenme zaafına düşmeyeceğiz.
Bienallere ve katılımcılarının ulusal aidiyetlerine yönelik ilgim yeni değil. Bu konuyla ilgilenmeye, 2004 yılında dördüncüsü düzenlenen Taipei Bienali sırasında, sanatçı seçimindeki küratoryal politikayı sorgulayarak başladım. Bienalin iki küratöründen biri, Brüksel’de yaşayan Barbara Vanderlinden’di ve kendisiyle yarım saatlik bir söyleşi yapabilmek için üç saat bekletilmiştim.