Homi Bhabha ve Anish Kapoor, Hindistan Sanat Zirvesi’nde
Bu yılın başında, Yeni Delhi’de düzenlenen bir sanat fuarı ve eleştirel forum olan Hindistan Sanat Zirvesi’nin (20-23 Ocak) üçüncüsüne davet edildim; hem küratörlük projelerim hakkında konuşacak, hem de pek çokları tarafından, Doğu felsefesinden esinlenmiş Batılı bir sanatçı olarak değerlendirilen Dan Graham’ın bir sunumunda moderatörlük yapacaktım.[1]
Fuardaki diğer konuşmacılar arasında, Harvard Üniversitesi’nden kültür kuramcısı Homi Bhabha; Delhi’de yaşayan sanat tarihçisi Geeta Kapur; Londra Tate Modern’in şef küratörü Sheena Wagstaff ve Londra Serpentine Gallery’nin uluslararası programlar yöneticisi Hans Ulrich Obrist yer alıyordu.
Önümüzdeki onyılın sanat fuarları onyılı olacağı, bienallerin yerini fuarların alacağı epeydir söyleniyor. Maalesef sanat fuarlarında ve genel olarak küresel sanat piyasasında satılan pek çok eser, kültürel klişeleri veya kişisel markaları öne çıkarıyor. Özel koleksiyon mekânlarına ve müze salonlarına göre şekillendirilmiş olan bu sanatın neredeyse bütün örnekleri, tamamen beklentileri ve tahminleri doğrulayan, deneysellikten uzak işlerden oluşuyor.
Şu anda rekor fiyatlara en sık ulaşılan yerler müzayede salonları, buralarda sanat eserlerine kumar fişi muamelesi ediliyor. Galeriler de, ayakta kalabilmek için aynı oyunu oynamaya zorlanıyor. Mübadele işlemlerine hâkim olan finansal vurgun asıl amaç haline gelirken, daha karmaşık kültürel ve entelektüel değerler büyük ölçüde önemsizleşiyor ve değersizleştiriliyor.
Batı’da çoktandır yaşanmakta olan bu değişim, zenginler ile yoksullar arasındaki uçurumun olağanüstü boyutlarda olduğu Asya’da bilhassa rahatsız edici sonuçlar doğuruyor. Şanghay’dan Mumbai’ye, İstanbul’dan Körfez ülkelerine kadar, bölgenin tamamında, son derece etkili ekonomik güçler sahneye çıkıyor. Bütün kültürel değerler ve normlar neoliberalizme göre ayarlanmaya zorlanıyor – kemikleşmiş siyasi ve ekonomik çıkarlara hizmet eden bir “piyasa verimliliği” ideolojisi, tüm grupların ve ülkelerin toplumsal ruhuna damgasını vuruyor. Aslında, eşit mübadelenin söz konusu olduğu gerçek bir piyasanın ilkelerine ters biçimde işleyen bu mekanizma, artık mutlak bir yaşam kuralı, yeni bir ilahi düzen konumunda.
Noam Chomsky’den, 2001 Nobel Ödülü sahibi Joseph Stiglitz’e kadar pek çok aydın ve aktivist, piyasaya duyulan kör inancın, özellikle toplumsal adalet, çevre sağlığı ve gerçek ekonomik kalkınma bağlamında dünyaya hayırdan çok zararının dokunduğunu öne sürdü. Çağdaş sanat alanında bu inanç, sanatın, finansal üstünlük sağlamaya dönük sınır tanımayan oyunun göstergelerinden biri olduğu yönündeki eğilimi teşvik ediyor. Sanata bir lüks tüketim malı, eleştiriye de bir hizmet sektörü muamelesi etmek, kamusal algı üzerinde çok derin bir etki bırakıyor. Hindistan Sanat Zirvesi gibi bazı sanat fuarları, “kültürel programlarını” –konferanslar, konuşmalar, eğitici faaliyetler– ticari işlemlerden bağımsız birer entelektüel etkinlik gibi sunuyor. Fakat, herhangi bir sanatçıya veya akıma yönelik her türlü eleştirel değerlendirme, satışları artırma eğiliminde olduğundan, ortaya çıkan sonuç, daima piyasanın her yerde mevcut olan gücünü örtük biçimde onaylamaya yarıyor – bu tartışmalarda paranın iktidarı tekrar tekrar eleştirilse de, durum değişmiyor.
Yeni küresel kentlerde devreye sokulan şık geliştirme projeleri, vaktiyle yoksul ama hayat dolu olan mahalleleri mutenalaştırırken, sanat dünyasının “fuarlaştırılması” da yenilikçi ve eleştirel sanatsal yaratıcılığı bayağılaştırıyor. Sanat fuarlarının web sitelerinde karşımıza sürekli şampanya eşliğinde parti yapan insanların resimleri çıkıyor, sanat eserleri ise bu partilerin fonu konumunda. Asya’daki bazı ilginç ve ciddi sanat dergileri, piyasada hayatta kalmak adına magazin dergilerini örnek alıyor, sanatçıları sayfalarında birer yıldız gibi ele alıyor ve isimlerini değiştirip tamamen ticari adlar alıyorlar: Pekin’de çıkan Çağdaş Sanat ve Yatırım dergisi gibi. Tüm bunlar, gerçekte sansürün ve propagandanın sinsi bir biçimine işaret etmiyor mu?
Mülk sahipleriyle mülksüzler arasındaki uçurumun çok derin olduğu, sanatsal üretime olan talebin muazzam boyutlara vardığı, çağdaş sanata nispeten yeni aşina olan kamunun bu konuda manipüle edilmeye çok açık olduğu ve finansal hegemonyaya karşı kurumsal ve söylemsel direnişin çok zayıf olduğu Asya’da bu mutenalaştırma trendi büsbütün rahatsız edici sonuçlar doğuruyor.
Hou Hanru, Çinli sanat küratörü. 2007 yılında İstanbul Bienali’ni yönetti. 2006’dan beri ABD’de yaşıyor ve San Francisco Sanat Enstitüsü’nde çalışıyor.
[1] Bu yazı, Art in America dergisinin Kasım 2011 sayısında yer alan “What Price India” başlıklı yazının kısaltılmış versiyonudur.