II. Dünya Savaşı’nın ardından sömürgecilik karşıtı mücadeleler ivme kazandı. Madagaskar’da ve Hindiçin’den Fransız yönetimine karşı silahlı direnişler boy gösterdi. Fransız sürrealist topluluğunun, savaş ertesinde Vietnam’da gerçekleşen çatışmalarla ilgile kaleme aldıkları bu itiraz metni, 30’lardaki sömürgecilik karşıtı bildirilerinden daha kesin bir dille yazılmıştır. Nesnel koşulların derinlemesine bir eleştirisi olmaktan çok, ilkesel bir karşıtlığı ortaya koyar.
Hindiçin’de savaş mı var? Şüphesiz. Her zamankinden daha sıkı bir sansüre maruz kalan “özgür” Fransız basını ise sessizliğini muhafaza ediyor. Utangaç ve şaşkın bir şekilde askeri zafer haberleri veriyorlar. Ailelerinin gönlüne su serpmek için askerlerin “idareli kullanıldığından” dem vuruyorlar (bankacılık kokan bir habercilik tarzı). Demokrasi adına uygulanan gaddar baskıdansa hiç söz eden yok. Tüm dünyayı çalkalayan bir skandalı Fransız halkından gizlemek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Çünkü Hindiçin’de gerçekten de bir savaş var; beş yıl süren bir zulümden henüz yeni kurtulmuş bir halk adına, bir o kadar özgürlük sevdalısı başka bir halka karşı yürütülen emperyalist bir savaş.
Bu saldırının ağır, karanlık bir anlamı var:
Her şeyden önce, hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor: Kapitalizm nasıl 1919’da vatanperverlik adına en soylu özgürlük şiarlarını suistimal ettiyse, şimdi de, alışılageldik emperyalist politikalarını sürdürebilmek ve yatırımcılarının, ordusunun ve ruhban sınıfının iktidarını yeniden tesis edebilmek için topyekûn denetim kurmanın peşinde.
Aynı zamanda şunu da gösteriyor: İşçi sınıfının resmi temsilcileri, bir zamanlar işçi hareketinin en belirgin dinamiklerinden biri olan sömürgecilik karşıtı geleneği hor görmekte ve lafını eksik etmedikleri o “kendi kaderini tayin hakkını” da açıkça hiçe sayarak bu zulmün sorumluluğunu üstlenmekte veya suç ortağı olmaktadırlar – her ne kadar davranışlarında belli bir kararsızlık okunsa da. İster yozlaşma sebebiyle ister tepeden dayatılan bir stratejiye düşüncesizce boyun eğmekten dolayı olsun, her halükârda öylesi taleplere teslim olmuşlardır ki bunun kaçınılmaz sonucu mücadelenin gerçek mahiyetini bulandırmak ya da ters çevirmek olacaktır.
Hâlâ kafaları tam bulanmamış ve az çok dürüst kalabilmiş insanlara sesleniyor ve onlara başka bir yere esareti dayatırken burada özgürlüğü savunmanın mümkün olmadığını hatırlatıyoruz.
Fransız halkı adına böylesine zelil bir savaş yürütüp de bunun korkunç sonuçlar doğurmamasını umamazsınız.
Bu katliam, kapitalistlerin, bürokratların ve rahiplerin sultalarını sürdürmelerine yardım etmek maksadıyla bir rahip-amiral tarafından ustaca tertiplenmiştir. Kendimizi kandırmayı bırakalım, olmaz mı: Mevzu bahis olan Vietnam’ı rakip bir emperyalizmin pençesine düşmekten kurtarmak falan değil. Ne zamandan beri Fransız emperyalizmi bağımsız davranır oldu ki? Son yirmi beş yılda bir kez olsun pes etmekten ya da kendine ihanet etmekten başka bir şey yaptı mı? Kölelerine ne tür bir koruma sağlamakla böbürleniyor?
Her zaman olduğu gibi şimdi de başlıca hedefi insanlığın özgürleşmesi olan biz sürrealistler böylesine aptal ve alçak bir suç karşısında sessiz kalamayız. Sürrealizmin anlamlı kalabilmesinin olmazsa olmaz koşulu şudur: bu kana bulanmış alçaklığı mutlu bir uyanışın alameti olarak görmek konusunda bütün üyeleri hemfikir olan bir rejime karşı durmak. Bütün bunlar bir şeyin habercisiyse eğer, ancak yeni bir totalitarizmin hesaplı prelüdü olabilecek bir rejimin –doğduğu anda taviz ve zorbalık bataklığına gömülebilecek bir rejimin– habercisidir.
Bu yeni ve menfur suç vesilesiyle sürrealizm hiç bir talebinden, hele toplumu kökten değiştirme arzusundan vazgeçmediğini duyurur. Buna rağmen, vicdana, akla hatta insanların çıkarlarına seslenmenin ne kadar aldatıcı olduğunu, bu tür durumlarda yalan söylemenin, hata yapmanın ve kaçınılmaz ayrılıklara düşmenin ne kadar kolay olduğunu da bilir. Bu yüzden kendine daha geniş ve derin bir alan seçmiştir; hakiki insan kardeşliğine hakkını verebilecek bir alan.
İşte bu yüzden sürrealizm, emperyalist saldırganlığa karşı şiddetle sesini yükseltir ve tarihin bu anında özgürlüğün oluşmasını cisimleştiren herkesi kardeşçe selamlar.
Adolphe Acker, Yves Bonnefoy, Joë Bousquet, Francis Bouvet, André Breton, Jean Brun, J.-B. Brunius, Eliane Catoni, Jean Ferry, Guy Gillequin, Jacques Halpern, Arthur Harfaux, Maurice Henry, Marcel Jean, Pierre Mabille, Jehan Mayoux, Francis Meunier, Maurice Nadeau, Henri Parisot, Henri Pastoureau, Benjamin Péret, N. and H. Seigle, Iaroslav Serpan, Yves Tanguy.
Nisan 1947
“Freedom Is a Vietnamese Word”, Surrealism Against the Current, s. 193-194.