1927 yılının başında sürrealist hareketin önde gelen isimleri Fransız Komünist Partisi’ne katılır. Bu katılım, herhangi bir siyasal angajman fikrine sıcak bakmayan sürrealistlerle aralarında tartışmalara yol açar. Öte yandan üye olunan FKP’de de pek sıcak karşılanmazlar, komünizme bağlılıkları şüpheyle karşılanır. Mayıs 1927’de Breton, Eluard, Aragon, Péret ve Unik’in FKP’ye üyeliklerine dair eleştirilere yanıt verdikleri “Au grand jour” (açıklığa kavuşmuş/gün gibi ortada) broşürü yayınlanır. “Komünist Olmayan Sürrealistlere” ve “Komünistlere” hitaben yazılmış açık mektuplar bu broşürde yer alır.
Değerli dostlar,
Sürrealizmin, var olabilmek için, Hegelci diyalektiği benimsemekten asla vazgeçmediği konusunda bizimle hemfikir oldunuz. Gelişimi boyunca, fiilî dünyanın yol açtığı çeşitli çatışkıları alışılmamış araçlarla zayıflatmaya teşebbüs eden sürrealizmin, bu konuda çareyi yalnız devrim fikrinde bulduğu konusunda bizlerle aynı görüşü paylaştınız. Bizler Hegelci diyalektikten yola çıkarak bu fikrin tarihsel çözümünün Marksizm’de bulunduğuna kani olduk. Marksizm’in ve tespitlerinin değerlendirilmesi bizleri, devrimci eylem düzeyinde hiçbir şekilde rekabet edemeyeceğimiz bir örgütle karşı karşıya bıraktı. Ve devrim ancak, her türden devrimci iradenin seferberliğiyle gerçekleşebilecek bir olay olarak düşünülebilir.
Louis Aragon ve André Breton
Şunu anladık ki, bu koşullar altında sürrealizm, tarihsel materyalizm ile mutlak idealizmi kaba bir şekilde karşı karşıya getiren biçimsel yanılgıyı geçersiz kılmaya mecburdur; bu bir ölüm kalım meselesidir. Bu bağlamda, bizlere düşen rol, mutlak konformizm karşıtlığı ile göreli bir uyumluluğu –özünde uzlaşmaz gözüken bu iki farklı tutumu– ne pahasına olursa olsun uzlaştırmaktı.
Dolayısıyla, sürrealist fikrin gelişiminin mantıksal devamı ve onun yegâne ideolojik güvencesi olarak görülen Komünist Parti’ye üyelik ilkesi ortaya çıktı – ki bu ilke sürrealist faaliyetten ödün vermeyi gerektirmez.
Bu sırada sizler, sürrealizmin –KP’ye üyelik kısmı hariç– kendi kendine yettiğini veya en azından bu üyelik için beklenmesi gerektiğini düşünmeye devam ettiniz. Fakat herhangi bir öneriniz de yoktu. Hepinizin içinde bazı şüpheler doğuyordu. Harikulade’ye çağrının, şiirsel çözüme verilen önceliğin –ki esasında bunlar sizin için birer göz korkutma aracından ibaretti– bu argümanlara zerre kadar kıymet vermeyen kişilerle farkında olmadan bize karşı birlik olmanıza sebep olmadığına emin misiniz? Sizi suçlayamayız. Ama siz, gözleriniz kapalı, noktalardan bir çizgi çizerken, kaçınılmaz olarak bir yıldızın ortaya çıkacağından emindiniz. Şiddetli mucizeler yerine kabul edilemez gerçekleri görebilmek için gözlerinizi açmanız yeterdi; her yol bu sonuca çıkardı. Ama nafile! Gözleriniz kapalı; tek bir adım atmadınız.[1] Basit bir tespit. Ama belki sizler de bizden hesap soracaksınız. Ne işe yarar? Ne işe yarar? Birbirimize verecek hesabımız yok: Hayat bize hesap vermiyor. Hem, her şeye durmadan yeniden başlanmaz mı? Bu dünyada, dünyanın yanında ve her daim bu dünyanın haricinde az çok keskin bir şekilde daha önce ne değilsek ona dönüşüyoruz. Getirisi olmayan oyunlar fazlasıyla eğlencelidir! Tutumumuz, camları olmayan bir pencere gibi sorumsuzluğa açılıyor, rüya, aşk ve diğer hayal kırıklığı manzaralarıyla. Fakat öyle bir alan var ki budalalık etmedikçe düş kırıklığına uğrayacağınız aklınıza gelmez. Bu, sizsiz hareket etmeye niyetlenmiş olduğumuz alandır. Aşkta veya rüyada oluşturulabilecek türden bir umut bizi farklı bir yönde ilerlemeye itiyordu. Oysa belki de buna inandınız, tıpkı Lautréamont ve Rimbaud’nun hakiki birer devrimci militan olarak kabul edilmesi gerektiğine muhtemelen bizden de çok inanmış olduğunuz gibi. Oysa, bunların son derece fuzuli meseleler olduğu ve bizi hiçbir yere götürmeyecekleri ortada.[2]
Devrim, oluşun ruhudur; kişisel kaygılar ona hâkim olamaz ve insan hiçbir şekilde bu uğurda neler feda ettiğinin hesabını tutamaz.
Sizler tümüyle bireyci olarak görüldüğünüzde dahi asla anarşist ideali sahiplenmediniz. Bugün bunu yapıyor olmanız nasıl mümkün olsun ki? Son “kutsal cuma”nın akşamında, içimizden “İsa ve onun dünyadaki temsilcileri” üzerine bir konferansa katılmakta olanlar, Anarşist Birliğin talebi üzerine karşıt fikirlerini sunmak üzere bir başpapazın kürsüye çıktığını gördüklerinde kızgınlıklarını gizleyememişlerdi! Serbest tartışma prensibini benimseyen günümüz anarşistleri, kavrayışlarının Platonik karakterini açıkça ortaya koyuyorlar.[3] Diğerleri, şüphesiz, bu durumda sergilediğimiz tavrın, burjuva kilise-karşıtlığından kaynaklandığını düşüneceklerdir. Aslında bu tavrın altında akılcı ve yöntemli bir tanrı-karşıtlığının yattığı açıktır; ki 1927 Fransa’sında böyle bir yaklaşımın varoluş sebepleri vardır. Komünist eylemin etkinliği bir yana, kendini bu eyleme adayan bir insanın tutumu hakkındaki görüşleriniz ne olursa olsun, ne bağımsızlık tutkusu, ne kahramanlık duygusu ne de yasalara saygısızlık (örneğin savaş zamanında askerden kaçmanın tüm güzelliği), hiçbir şey sizleri anarşiye yönlendirmeye muktedir değil. Hayatını saf bir itiraza dönüştürebileceğine inanan sizlerle, hayatını bu itirazı daha da ileri götürebileceğine inandığı dış bir unsura tabi kılan bizler arasında esasında bir bariyer bulunmuyor. Gerçekten, olmadığı yerde bu bariyeri görmeye çalışmayın.
Varoluşun göreliliği duygusunu kendimize saklayalım.
1927
Tracts surréalistes et déclarations collectives 1922-1969, der. José Pierre (Paris: Le Terrain Vague, 1980), 2 cilt.
Özgün Fransızca metin için bkz. Tracts Surrealistes
[1] Sevgili Jean Genbach, siz tek istisnasınız.
[2] Devrime vaftiz babaları arayışına girmek eski bir skolastik alışkanlıktır. Yakın zamanda kaleme alınmış bir broşürün yazarının (“Bir isyan organının kuruluşuna gerekçe” başlıklı broşürün yazarı Edouard Kasyade’den bahsediyoruz), başka meselelerin yanı sıra, profesör Eddington ve Marcel Proust’u, resim sanatını, Bergson ve benzerlerini uzun uzadıya ele aldığını görüyoruz. Bugün bunlar; yarın başkaları. Ancak biz bunu yapamayız.
[3] Bizim için bir rahibin ne dediğine kulak asmak skandal sayılırken, bir anarşist için rahibe kulak asmamak mıdır skandal ?