Tarih Yeniden Başlıyor
1 Ocak 1994’te, Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Anlaşması’nın (NAFTA) yürürlüğe gireceği gün, Meksika’nın güneydoğusundaki Chiapas eyaletinde bir grup Maya yerlisi, İspanyol işgalinden beri yerli halkların maruz kaldığı 500 yıllık zulüm, marjinalleştirme ve aşağılama tarihine meydan okumak üzere silahlı bir ayaklanma başlattı. Zapatist Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) yedi belediyenin ve Chiapas’ta geniş toprakların kontrolünü ele geçirdi ve aynı gün, Lacandón Ormanı’ndan Birinci Bildirge’yi okuyarak taleplerini açıkladı: iş, toprak, ev, gıda, sağlık, eğitim, bağımsızlık, özgürlük, demokrasi, adalet ve barış. Meksika Anayasası’nın 39. maddesindeki “halk, herhangi bir anda, yönetim biçimini değiştirme hakkına sahiptir”[1] sözlerine, ve 1910 Meksika Devrimi’ndeki ilk Zapatistlerin “dizlerim üzerinde yaşamaktansa ayaklarımın üzerinde ölürüm”[2] sloganlarına atıfta bulunmuşlardı. Meksika ordusu ayaklanmayı bastırmak üzere eyleme geçerken, Meksika’da ve dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan harekete destek vermek üzere sokaklara döküldü ve ordunun Chiapas topluluklarına karşı saldırısına son vermesi talebiyle gösteri yaptı. Bunun üzerine EZLN ve Meksika hükümeti gerilimli bir ateşkeste anlaştı. EZLN, idare merkezlerinden çekildi, ama ayaklanma sırasında ele geçirdikleri yerler, Zapatist “isyan toprakları”na dönüştü.
Ayaklanmanın yarattığı etki, hem NAFTA’yla “Birinci Dünya”ya girme hevesindeki Meksika hükümetini şaşkına çevirdi, hem de Kongre’yi ve yatırımcılarını Meksika’nın istikrarlı bir ticaret ortağı ve yatırım alanı olduğuna inandırmaya çalışan ABD hükümetini. Ama aynı zamanda, Reagan ve Thatcher sonrası dönemin “Washington konsensüsü” koşullarında herhangi bir kırılmadan ümitlerini kesmiş muhalefet ve direniş güçlerinin büyük kısmını da şaşırttı – üstelik karşılarında, 20. yüzyılın “devrimci” güçlerini kategorize etmeye yarayan tanımların hiçbirine kolayca yerleştiremedikleri bir isyan gücü vardı: ne (belirgin biçimde) ideolojik, ne (tutarlı biçimde) milliyetçi, ne katı biçimde etnisite ya da ırk merkezli, ne gerilla temelli, ne sekter, ne mesihçi, ne köktenci bir güç. Kar maskeli isyancılar, tüm dünyada insanları hem büyülediler hem şaşırttılar. İktidarın ilk fiziksel tepkisi, Meksika hava kuvvetlerinin Zapatist toplulukları bombalaması oldu; düzen güçlerinin kapıldığı korkunun sembolik düzeydeki ifadesi ise, Chase-Manhattan Bank’in Meksika hükümetini uyardığı, sonradan kamuya sızdırılan muhtıraydı: “[Meksika hükümetinin] ülke topraklarının ve güvenlik politikasının kontrolünü etkin biçimde elinde tuttuğunu kanıtlamak üzere Zapatistleri ortadan kaldırması gerektiği” yazılıydı.[3] Bu iki olay, dünya çapında protestoları tetikledi. “Washington konsensüsü”nde yaşanan kırılmanın küresel düzeyde geri dönüşsüz sonuçları olacaktı. Meksika’da ayaklanmanın ilk iki haftasında yaşanan politik değişimler, gözlemcilere göre, muhalefete son 50 yılda elde ettiğinden daha önemli kazanımlar sağlamıştı.
*
Yerli ve melez kökenli küçük bir grup gerilla savaşçısı, sonradan EZLN adını alacak Latin Amerika tarzı politik bir militer örgütün tohumlarını atmak üzere 1984’te Chiapas’ın güneydoğusuna gittiğinde, dünyanın geri kalanı “tarihin sonu” adı verilen süreçten geçiyordu. Neoliberal kapitalizm karşısında “başka seçenek yok” (TINA – there is no alternative) diyen, Thatcher ile Reagan’ın ekonomi politikaları etrafında oluşan sözümona “konsensüs”e göre, SSCB’nin dağılışı ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı, sadece belirli bir savaşın sonunu değil, genel olarak direnişin sonunu işaret ediyordu.
ABD’de (ve yavaş yavaş Avrupa’da) yürürlüğe sokulup Latin Amerika ülkelerine (ve “küresel güney”in tamamına) dayatılan neoliberal politikalar sonucunda, kamu bütçelerinde ağır kesintiler yapılmış, sosyal programlara ya son verilmiş ya da kaynaklar durdurulmuş, yerli endüstriler özelleştirilmiş, geçimlik ekonomiler ortadan kaldırılmıştı. Bütün bu süreçlere, hem ulusal ekonomilere hem de tüketicinin ruhuna nüfuz etmek üzere tasarlanmış saldırgan piyasa stratejileri eşlik ediyordu. Siyaset alanında devasa ve şekilsiz bir ağ oluşmuştu: Formel politik temsilin yerini, ahlaki boyutu öne çıkmakla birlikte neoliberal düzeni asla sorgulamayan, hararetli seçim ve yasama tartışmaları üzerinden dönen bir ‘siyasi tercih simülasyonu’ almıştı.
Kimilerinin inandığı, kimilerine zorla dayatılan bu “konsensüs”, hiç kuşkusuz, yüzeysel açıdan bile bütüncül değildi, gelgelelim küreselleşmenin temel özellikleri –dünya piyasasının büyümesi ve konsolide olması, telekomünikasyon ve enformasyon teknolojilerinde devrim niteliğindeki ilerlemeler, uluslararası finanstaki yenilikler, eğlence araçlarının sınırsız yayılımı, ve tüm bunların beraberinde getirdiği, düşünce ile eylemdeki öznel bakış açıları ve imkânlar– tüm dünyayı bu gelişmelerin sonuçlarına ve etkilerine açık hale getirmişti. Aralık 1993’te, Meksika’nın en ilerici siyaset analistleri bile, “Latin Amerika’da silahlı mücadelenin bittiğini” ilan ediyordu.
Zapatizm işte bu ortamdan –daha doğrusu bu ortama– doğdu: Sadece Chiapas ve Meksika coğrafyasını kelimenin gerçek anlamıyla değiştirmekle kalmayıp, koca bir iktidar alanının zeminini kaydırarak dünya çapında yeni bir politik hayal gücünün tohumlarını attı. Esteva’nın ifadesiyle “Zapatistler, hiçbir seçeneğin olmadığı bir zamanda, yeni bir seçenek yarattılar”.[4]
Nitekim Zapatizm’in, sonradan küreselleşme-karşıtı ya da karşı-küreselleşme adı verilecek, “hareketler hareketi” olarak da bilinen hareketin çeşitli unsurlarının tohumlarını attığı kabul ediliyor. Bunun gerekçelerinden biri, EZLN’nin en çok değinilen özelliklerinden biri olan, sanal dünyadaki varlığıydı. Kimilerine göre, internet üzerinden geniş kesimlere yayılan ilk büyük küresel eylem, EZLN’nin NAFTA protestosuydu. EZLN’nin, interneti bir mücadele taktiği olarak yaratıcı biçimde kullanmasının ve sık sık düzenledikleri gerçek küresel “buluşmalar”ın, G-8, IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve benzeri politik/ekonomik iktidar zirvelerine karşı düzenlenen çoğul ve geniş katılımlı protestoları tetiklediği kabul ediliyor. Bu eğilimin Birinci Dünya’daki ilk büyük tezahürleri, 1998’de Cenova’da düzenlenen “Küresel Eylem Günü” ile –belki de en önemlisi– 1999’daki tarihî “Seattle Muharebesi” olacaktı: Farklı kesimlerden gelen on binlerce insan, DTÖ’nün Üçüncü Bakanlar Konferansı’nı durdurmuş, başarısı ve protesto tarzıyla pek çok benzer eyleme ilham veren bir emsal oluşturmuştu: Prag 2000, Quebec 2001, Cancun 2001, Cenova 2001, Washington 2002.
Zapatistlerin “küresel buluşma” formunun, 1998’de Cenova’da kurulan Peoples’ Global Action/Halkın Küresel Eylemi ağına ve 2001’de Brezilya’nın Porto Allegre kentinde başlatılan Dünya Sosyal Forumu’na da ilham olduğu kabul ediliyor. Meksika’dan ve dünyanın başka yerlerinden yazarlar ve entelektüeller, Zapatizm’in “bu yüzyılın yeni diline öncülük ettiği”ni (Montalban), “insanın ruhunu doyurabileceği en büyük umutların” taşıyıcısı (Saramago) olduğunu söylüyorlardı. “Bütün dünya –sol dünya– yeni bir dilin arayışında,” diyecekti Alain Touraine, “ve hiçbir toplumsal hareket, bu dilin yaratılmasına [Zapatizm] kadar katkıda bulunmamıştır”.
Zapatizm’in, açık bir ideolojik gündemi olmadan bu kadar geniş kesimlerde yankı uyandırma becerisi, "ilk postmodern devrimi” gerçekleştirdiği yolundaki iddialara kaynaklık etti.[5] Sık sık tekrarladıkları yurttaş buluşmaları, geleneksel politika alanlarının dışında politik eylem ve katılım çağrıları, EZLN’ye “yeni bir enternasyonalin silahlı örgütçüsü” gibi nitelemeler kazandırdı.[6] Zapatistlerin, “21. yüzyılda toplumsal ağ-savaşının prototipi” oldukları öne sürüldü.[7] Onların sözlerini internette yayınlayan, dolaşıma sokan ve tercüme eden, dünyanın dört bir yanındaki yüzlerce anonim destekçi, bir anlamda “müellifin ortadan kalkmasını” (Wu Ming) sağladı; partilerin, politikacıların ve medya holdinglerinin siyaset üzerindeki hâkimiyetini kırarak, “elektronik bir muhalefet yapısı”nı (Harry Cleaver) bir tür “açık kaynak mücadele”ye dönüştürdü.
Fakat şunu unutmamak lazım: Bugün hem tepede –askerî, idari ve ticari teknolojilerde– hem de tabanda –toplumsal hareketlerde– yerleşmiş olan geniş ağkurma ve örgütlenme stratejileri, 1994’te henüz tam gelişmiş değildi. Geniş ve etkili taban iletişim ağları ve bağımsız medya kanalları, bugünkü kapasiteye, görünürlük ve erişim düzeyine erişmemişti; internet sunucu ağı [www] popüler imgeleme yeni yeni giriyordu ve çoğu insan elektronik postayı yeni kullanmaya başlamıştı. Zapatist hareketin ilk evrelerinde, hem bir örgütlenme, altüst etme ve itaatsizlik taktiği olarak hem de bağımsız ya da “özgür” medya yaratma stratejisi olarak sanal ortamda yaygın ve geniş mevcudiyetten yararlanabilmesi, aslında pek çok durumda, mücadelenin etrafında oluşan ve birçoklarına göre Zapatistlerin esin verdiği “hareketler hareketi” içinde gelişen dayanışma ağının eseriydi. Bu dayanışma ağının faaliyetleri, bilginin tercüme edilip dolaşıma sokulması için kurulmuş web sitelerinden, “hacktivizm” gibi yeni eylem biçimlerine kadar uzanıyordu – 1996’da CIA’in ve Meksika hükümetinin sayfalarının hack’lenmesi; keza, Çikano kökenli eylemci Ricardo Dominguez’in başlattığı, binlerce kişinin hükümetlerin web sayfalarını aynı anda tıklayarak çökmeye sebep oldukları “sanal işgal eylemi”, ya da “Elektronik Kargaşa Tiyatrosu” gibi. Bu stratejiler, Meksika hükümetinin uzun zamandır ülke içindeki hareketlerle ilgili bilgi akışını kontrol etmesini sağlayan ablukasını ortadan kaldırmış, Chiapas’taki çatışmayı yerel bir mesele olarak yansıtmaya çalışan halkla ilişkiler stratejisi de bu şekilde boşa çıkarılmıştı.
Bir kavramsal sanat formu olarak Elektronik Kargaşa Tiyatrosu. Zapatista Tactical Floodnet
Elbette, internetin daha ilk zamanlarda bu şekilde kullanılması, EZLN Komutan Yardımcısı Marcos’un ormandan toplu elektronik postayla bildiriler göndermesiyle başlamamıştı; dünyanın dört bir yanındaki destekçilerin yaratıcı buluşlarının sonucuydu ve salt bilgiyi yaymanın ötesinde, hem devlet tahakkümünü hem de piyasanın toplumsal etkilerini ve yeniden üretime dönük sonuçlarını altüst etmişti.
Zapatist mücadelenin uyandırdığı etkinin kapsamı ve derinliği, doğrudan yarattığı veya ilham verdiği hareketlerin genişliği ve dayanıklılığı, şu soruyu gündeme getiriyor: Zapatizmin bu kadar geniş yankı uyandırmasının sebebi neydi? Belki de bu en iyi, EZLN’nin iletişim stratejisinin ve kendi hikâyesini anlatıp başkalarına çağrıda bulunma yeteneğinin, ortak bir gerçeklik tarifi ile bir dizi ortak kaygının tüm dünyada yankı uyandırdığı bir döneme denk gelmesiyle açıklanabilir. Zapatistler hem neoliberal kapitalizmin saldırılarının birörnekliğini, hem de mücadelelerin çeşitliliğini görebiliyor ve her ikisini de gündemlerine alabiliyorlardı.
EZLN’nin doğduğu dönem, emek-sermaye çatışmasının küresel düzeyde yeniden yapılandığı bir dönemdi. Küresel kuzeydeki işçilere Keynesçi imtiyazlar sunabilme kabiliyetinin ya da iradesinin azalmasıyla birlikte, sermaye, Bretton-Woods anlaşmalarıyla yerleştirilen düzenlemeleri bozma, işçi sınıfının kazanımlarına ve geçen yüzyılda yerleşen sosyal devlet politikalarından geriye kalan her şeye saldırma yoluna gitti. Bu gelişmelerin, birinci, ikinci, üçüncü dünya olarak kabul edilen tüm ülkelere yayılması, ortak bir düşmanı (neoliberal kapitalizm) hedef alan ve o düşmanı yalnızca belli hakları veya belirli bir kimliği baskı altına almakla kalmayıp her yerde ve herkese karşı küresel bir saldırıyla –Dördüncü Dünya Savaşı– itham eden bir bildirinin ve başkaldırının her yerde ses getireceği zemini yarattı. EZLN’nin bu formülasyonuna verilen kitlesel karşılık –“hareketler hareketi”, “Zapatist diasporası”, “1994 Kuşağı” veya “karşı-küreselleşme ağı” gibi çeşitli isimlerle anılıyor– Zapatistlerin mesajının hem döneme uygunluğunu, hem de herkes için taşıdığı anlamı kanıtlıyordu.
Toplumsal Hareket Kuramı
Toplumsal hareketler üzerine yapılan akademik çalışmalarda, genellikle, geçen yüzyılın mücadelelerini ‘eski’ ve ‘yeni’ hareketler şeklinde ayırma eğilimi söz konusu: Bir tarafa esasen sendikalist, parti yönelimli ‘eski’ hareketler konuyor; diğer tarafa ise, hem hâkim devlet sistemlerinde hem de genel toplumsal normlar ve geleneksel sol politikalar çerçevesinde marjinalleştirilmiş kimliklerin ve kültürel grupların tanınmasını talep eden ‘yeni’ hareketler. Bu çerçevede, ‘eski’ toplumsal hareketler hiyerarşik bir iç yapıyla, ve dava için örgütlenmede birlik sağlamak üzere diğer tüm farklılıkları (en azından şimdilik) ikinci plana atan belirli bir devrimci özne üzerindeki vurgularıyla tanımlanırken, ‘yeni’ toplumsal hareketler tahakküm ve tabiiyet yapılarını sürdürdüğü gerekçesiyle bu stratejiyi reddediyordu. 1960’larla 1970’lerde hareketlerin çoğalması –sadece birkaçını saymak gerekirse, apartheid karşıtı, gey/lezbiyen, transeksüel, çevre/ekoloji, ırk ve etnisite hakları, nükleer karşıtı, AIDS vs.– hem baskıyı hem de direnişi farklı biçimde düşünme ihtiyacına işaret ediyordu.
1980’lerde toplumsal hareket kuramında meydana gelen değişimler, ‘eski’ toplumsal hareket analizleri ile yeni toplumsal hareketler arasındaki ayrım ve süreklilikler açısından ele alınmıştır kimi zaman: modernleşme ve bağımlılık kuramı ile işçi sınıfının ve devrimci öncülerin failliğine dayalı ‘eski’ analizler, sınırları çizilmiş iki ayrı kampın –burjuvazi ve proletarya– çoğul mücadele ve kimlikler tarafından aşıldığı parçalı bir toplumsal ve siyasi alanda doğan yeni hareketlere ilişkin değerlendirmelerle birleştirilmiştir.[8] Büyük ölçüde 1980’lerde gerçekleştirilen (özellikle de Laclau ve Mouffe’a ait) çalışmalara dayanan bu analiz şu hususa vurgu yapar: Mücadele özneleri olarak mobilize olan çoğul kimliklerin açıkça ortaya koyduğu üzere, “sınıf” toplumsal antagonizma konusunda yetersiz bir kategoridir ve hiçbir mücadele öznesi ya da alanı a priori belirlenemez (sınıf analizine atfedilen bir husustur bu). Birçok kişi bu kuramlar arasında adeta bir çapraz döllenme yapılması gerektiğini, hatta tabi oldukları katı sınırlamaların ortadan kaldırılması gerektiğini söylediyse de, belirlenmiş iktisadi aktör ile daha esnek olan kültürel aktör arasında belli bir ayrım ortaya çıkmıştır. Bu ayrımlar –mücadele kimliklerinin çoğulluğu, (kimi feminist, gay/lezbiyen, insan hakları ve kürtaj hakkı kampanyalarında olduğu gibi) bedenin başat önemi, arzulanan toplumsal değişim konusunda yekpare bir görüşün ya da ütopik bir tasavvurun eksikliği gibi konularda– önemli çalışmalara vesile olmuştur olmasına, ama sınıfa karşı kültür paradigması, bu iki kategorinin de derinlemesine kavranamamasıyla sonuçlanmıştır. Kimi araştırmacılar, meselenin kültür ile ekonomiyi karşı karşıya getirmek, hatta kültür ile ekonomiyi birleştirmek olmadığını öne sürmüş, kültürün üretim tarzından ayrı düşünülemeyeceğini vurgulamışlardır; başka “kimlikler” lehine sınıf kategorisinden vazgeçmenin, ekonomik belirlenimciliği ortadan kaldırmaya yaramadığı gibi, ekonomik olanı toplumsal ve kültürel olandan ayıran modeli yeniden ürettiğini savunmuşlardır.[9] Kimileri de, ırk, etnisite, toplumsal cinsiyet, cinsellik gibi pek çok farklı özdeşleşime ve meseleye yönelmenin, işçi sınıfının kompozisyonundaki yenilenmenin yansıması olduğunu savunur; bu bakış açısına göre işçi sınıfı verili bir toplumsal kategori ya da gelir düzeyiyle belirlenen bir kesim değildir, ancak üretim tarzının bağlama özgü biçimde irdelenmesiyle ortaya çıkar, ve sınıfı ırksal, etnik, toplumsal cinsiyete dayalı vs. toplumsal oluşumları üreten tarihsel iktidar yapılanmalarının dışında tarif etmek mümkün değildir.[10] ‘Eski’ ve ‘yeni’ paradigmalarının sınırlarına işaret etmeyi amaçlayan bazı araştırmacılar da, otonomi, kimlik, çevrecilik, feminizm, yerli topluluk hareketleri ve ırkçılık karşıtlığı etrafında verilen mücadelelerin ne yeni ne de emsalsiz olduğuna işaret eder; onlara göre de, toplumsal hareketler zaten hiçbir zaman salt ekonomi temelli “sınıf” mücadeleleri olmamıştır, toplumsal hareket kuramındaki değişim, araştırmacıların siyasi ve toplumsal etkinliğin farklı veçhelerine ilgi duymaya başlamalarının yansımasıdır.[11]
Bu soykütüğe farklı bir gözle bakılabilir, zira asıl mesele, parti siyasetinden kimlik siyasetine geçmek ya da sınıf kategorisinin iktisadi ve sosyolojik yorumları arasındaki fark değil. Yaşanan değişimin altında, devleti merkeze alan (iktidarı ele geçirme veya iktidardan çekilmeye yönelik) taleplerin ya da piyasa temelli (öncelik hakkı ya da korunma) bakış açılarının yerini, teritoryalaşmanın alması yatıyor: Yani, yeni bir tür inhabitance –bir mekânda yaşama biçimi– ve yeni kolektif habituation biçimleri –söz konusu mekânda uygulanan çeşitli pratikler– olarak bir bölgenin sahiplenilmesi.
Bu tür bir sosyal harita sayesinde asıl mesele, mücadele platformu olarak partiyi (ve ona mensup kitleleri) yaratmak ve biraraya getirmek ya da mücadele üssü olarak bir kimliği (ve kapsadıklarını) tanımlamak olmaktan çıkıp, gündelik hayatın yeniden düzenlenmesine yönelik mekânlar yaratmak haline gelir. Refah devleti ve Fordist üretim tarzından neoliberal devlete ve post-Fordist modellere geçilmesiyle beraber, sendikaya dayalı işçi hareketlerinin başlıca araçları olan ve vaktiyle bir dizi talep yoluyla hükümetlerin desteğini kazanmaya yarayan grev ve direniş, devletin aracı rolünü artık üstlenmemesi, hatta böyle bir iddiada dahi bulunmaması sonucunda gücünü yitirir; işçiler kolektif örgütlenmelerinin ana mekânı olan fabrikadan adeta sürülür; artık hiçbir parti, işçilerin talep ettiğine benzer bir duruma geçmek konusunda vaatte bulunmuyordur. Yerinden edilmenin ve teritoryasızlaşmanın etkileri (sermaye çıkışı, endüstrileşmenin ortadan kalkması, iş koşullarındaki güvencesizlik) hiç fabrikada çalışmamış ve proleter özne addedilmemiş olanlar (köylüler, çiftçiler, balıkçılar, avcılar, ormancılar, toprak ve suyla ilgili işlerde çalışarak geçinen diğer insanlar) için de geçerli olmasına rağmen, formel ücret ilişkilerinin dışında kalan bu insanlara, sistemde önemli bir değişime yol açacak unsurlar olarak bakılmamıştır. Başka bir deyişle, sermaye birikimi rejimi değişmiş olsa da, (herkesçe kabul edilmiş, kurumsal) sol’un yapısı değişmemiştir. Evvelce işgücünün esas zafer kazandığı alanların –fabrikalar ve tarlaların– ortadan kalkması ya da yeniden yapılanmasıyla, pek çok hareket zeminini ve gücünü yitirmiştir.
Bu durum karşısında hayatta kalan ya da iyice güçlenen hareketler (örneğin Brezilya’daki Topraksızlar Hareketi, Meksika’daki yeni Zapatistler, Arjantin’deki Piqueteros ve İşsizler Hareketi, Güney Afrika’daki Gecekondu Hareketi, Ekvador ve Kolombiya’daki yerli minga’lar, üretim ve su hakları konusunda El Alto bölgesinde mücadele eden yerli topluluklar ve koka çiftçileri) arasında en önemli ortak temanın yeni bir teritoryalaşma olduğu söylenebilir.[12] Yerinden edilen ya da itibarını kaybeden aktörlerin çoğu, gerek verdikleri mücadelenin etkisizliğini ya da neoliberal devlet tarafından alenen iç edildiğini, gerekse söz konusu mücadelenin topyekûn arzulanan bir hayat sağlamak konusunda aciz kaldığını görünce, özyönetime dayalı alanlar oluşturmaya başladılar. Bunların ilk örnekleri çoğunlukla kırsal girişimler olup genelde toprak temellükleri ya da işgalleri biçimindeydi, ama çok geçmeden bunlar kentsel merkezlerde de ortaya çıktı ve böylece binalar, yapı adaları, mahalleler ve fabrikalar pek çok grup ve topluluk için hayatta kalma ve kendi kaderini tayin hakkı konusunda bir kaynak haline geldi. Devlet-sermaye tahakkümünden ve sömürü ilişkilerinden uzaklaşıp, “habitatın öz-inşası”na[13] geçiş, hem sürekli tetikteki devlet/sermaye güçlerine tabi olmaktan kurtulmanın hem de bir nevi kolektif olarak kendi kaderini tayin hakkı için alan yaratmanın yolu haline geliyordu. Sektörel örgütlenmeden farklı olarak, bu direnme biçimleri doğrudan doğruya üretim tarzına bağlı değildi; Eric Wolf’un 1969’da dile getirdiği gibi “savaş meydanının bizatihi toplum haline geldiği”[14] koşullarda, belli türde yaşam tarzları yaratabilecek sosyal ilişki sistemlerine ya da sosyal örgütlenme biçimlerine dayanıyordu.
Konuşmaya İmkân Veren Mekân ya da Dünyaya Açılan Pencere
Zapatistlerin gerçekleştirdiği “muazzam işler”den biri, kolektif olarak hayatta kalmak, yani gerçek anlamda varoluşlarını sürdürebilmek, diğeriyse maddi direniş koşulları yaratmak olmuştur: yani, kolektif hayatta kalma mekanizmasını (kendi ihtiyaçlarını karşılayarak kendini idame ettirme), bir siyasi mücadeleyle (hem devlet korporatizmine hem de “unutturma yoluyla öldürme”ye karşı kendi kaderini tayin mücadelesiyle) ilişkilendirmek ve böylece de özerkliği kurmak. Bu girişimlere bir üçüncüsü de eklenebilir: dışarıya açılma, ya da karşılaşma.
Teritoryalaşma, Zapatist topluluklarına özerk bir üretim tarzı sağlamış ve böylece kolektif özne olarak kendi seslerini duyurmalarına fırsat tanımıştır. Ama bu ses konuşmaya imkân veren bir mekâna ihtiyaç duyar. Devlet güdümlü sosyal düzeni ve piyasa güdümlü sosyal dolayımı reddettiklerinden, sosyal alana dahil olabilmek için başka bir mekân ve yöntem gerektiğini fark ederler. Seyahatle ve ileri düzey iletişim yollarıyla ilişkili olan para, vize gibi haklara ve ayrıcalıklara sahip olmadıklarından, söz konusu mekânı kendi teritoryalarında inşa etmişler ve böylece hem kolektif bir ses olarak konuşma imkânını elde ettikleri bir yere hem de dünyanın (kendi tabirleriyle “başka dünyaların”) toplanabileceği bir “yuva”ya kavuşmuşlardır. Bunlardan ilkine, Aguascalientes Anlaşması’na atfen “Aguascalientes” adı verilir. Bu anlaşmayla, Emiliano Zapata ve yandaşları Ayala Planı’nı ortaya koyarak, ülkenin lideri Francisco Madero’yu devrimci ideallere ihanet etmekle suçlamış ve yoksulların “toprak ve özgürlük” hakkını ilan etmiştir. Zapatista teritoryasındaki ilk Aguascalientes, Zapatistlerin 1994 Ağustos’unda Guadalupe Tepeyac köyünde gerçekleştirdikleri Ulusal Demokrasi Anlaşması için vazedilmiştir. Söz konusu Aguascalientes, EZLN’nin 6000 katılımcıya hitaben yaptığı ilk konuşmada, ulusal ve uluslararası çapta “sivil toplum”a “ulaştırılmıştır”. 1995’te hareketi ortadan kaldırmak için düzenlenen ve başarısızlıkla sonuçlanan askerî harekât neticesinde, Guadalupe Tepeyac yakılıp yıkıldığında, EZLN imha edilen her Aguascalientes’e karşılık beş yenisini inşa edeceklerini ilan eder. Böylece La Garrucha, Morelia, Oventic, Roberto Barrios ve La Realidad adında beş Aguascalientes çıkar ortaya. Bunlar arasından en ücra yerde olan La Realidad, Lacandon Ormanı’nın derinliklerinde yer alır.[15]
Aguascalientes pek çok ulusal, uluslararası ve yerel toplantıya ev sahipliği yapmıştır. En kapsamlıları arasında 1996’da düzenlenen ve “Intergalactic” diye bilinen Neoliberalizme Karşı Birinci Kıtalararası İnsanlık Buluşması ile 2006 ve 2007’deki “Dünya Halklarıyla Zapatist Halklarının Buluşması” adlı bir dizi toplantı sayılabilir. EZLN 2003’te, Meksika hükümetinin desteklediği Orta Amerika ülkeleri kalkınma projesi Plan Puebla Panama’nın, kendi yaptıkları çalışmanın yanında hiç kaldığını ilan eder: Plan La Realidad-Tijuana (“Real-Ti” diye bilinir) “hiçbir bütçesi, işyeri ve çalışanı” olmayan bir öneri olmasına karşın, “içinde yaşadıkları anda ve mekânda, kendi meşreplerince direnen” insanlarla doludur.[16]
“Real-Ti”nin emperyal bir projeye karşı zekice kotarılmış söylemsel bir karşı çıkış olduğu söylenebilir, ama karşılaşma/buluşma [encuentro] girişimi metaforik değildir. Aracılığı, tecriti ve yabancılaşmayı reddeden EZLN, “aşağıdan” iletişime dayalı başka bağlantılara ve biçimlere can atarak büyük bir özenle muhataplarını değiştirir ve bambaşka eylemlere ve kararlara imkân tanıyacak biçimler ve mekânlar bulmaya çalışır. Uzun ve deneysel bir süreçtir bu. Kimi girişimler başarılı olur ve yankı bulurken kimileri de hüsranla sonuçlanır.[17] Gerçekleştirilen buluşmaların ve başkalarıyla konuşma güdüsünün yarattığı ağlar; fikir alışverişleri, tavsiyeler, maddi kaynaklar, deneyimler ve ilhamlar aracılığıyla Zapatista teritoryasında özerkliğin kurulması için çerçeve sağlamıştır. Kaldı ki “eski”nin çatlaklarında serpilip gelişen ve yeni’nin sınırlarını genişleten bir inşayı ve ilişkiyi idrak etmemizi sağlayan da bu çerçevedir. Söz konusu buluşmalara en önemli özelliğini kazandıran şey, başka kaynaklardan gelen birlik beraberlik duygusu ya da Zapatista teritoryasının içinden doğan ilham değil (gerçi her ikisinin de önemli unsurlar olduğu aşikârdır), iyi kötü beraber yaşanacak yaşam düzenlemeleri için başka imkânlar yaratmaya yönelik samimi girişimlerdir.
Zapatista teritoryasındaki buluşmaların, adeta öbür dünyaya özgü bir havası olmuştur her zaman. Bunun bir sebebi de, belli türden insanları Chiapas’a çeken, “başka bir dünya” inşa etme siyasetidir. Zapatistler, yerleşiklik kazanıp farklı yönlerde gelişen bir dizi mücadele ve buluşma usulü sayesinde itibar kazanmıştır, ki en önemlileri de Dünya Sosyal Forumu ve G-7 (artık G-8 ve G-20) toplantılarına karşı küresel çaptaki neoliberalizm karşıtı gösterilerdir. Kimileri bu buluşmaları, bir zirveden diğerine koşan jet sosyetenin, hiç kimseyi temsil etmeksizin istediği yere seyahat edecek zamanı ve parası olan, orta sınıf genç ‘aktivistler’in gözdesi olmakla eleştirmiştir. Hiç şüphe yok ki Zapatista buluşmaları jet sosyeteden, maceraperestlerden ve “devrimci turistlerden” payını almıştır almasına, ama esasen belli bir çeşitlilik içerir: Bu insanlar arasında, medeni haklar mücadelesinde ya da 60’larla 70’lerin radikal hareketlerinde deneyim kazanmış, yahut revaçtaki solcu siyasi akımlardan yabancılaşıp Zapatistlerin farklı diline vurulan, ABD’nin ve Meksika’nın diğer yerlerinden gelen yaşlı eylemciler vardır; tek başına militanların ya da gerilla çetelerinin değil, bütün bir Chiapas topluluğunun giriştiği siyasi eylemlerin cazibesine kapılan, Meksika’nın dört bir yanından gelen aileler vardır; Chiapas kırsalının farklı yerlerinden gelen ve herkesçe makbul görülen özerk bölgelere ulaşmak için ellerindeki son imkânları kullanmış çiftçiler vardır; ABD’den gelen farklı etnik gruplar; özellikle Avrupa ve Meksika şehirlerinden olmak üzere, “alt kültüre mensup” ya da marjinalleşmiş gençler de vardır. Bu durum, öncelikle görsel açıdan şaşırtıcı bir etki bırakır: yan yana duran pembe apaçi saçları ile siyah örgülü saçlar, deri pantolonlar, örgü etekler; gençler ile yaşlılar, din adamları ve sivil kilise görevlileri ile punklar ve metalciler; sütlü kahvelerin ve koca koca fasulye kazanlarının başına toplanmış ya da derme çatma inşa edilmiş oditoryumların düz banklarında sıkış tıkış oturan insanlar. Farklılık konusundaki klişeler için elverişli bir sahnedir bu, ama söz konusu insan karışımının inkâr edilemez bir etkisi vardır. Bu durum, ortak bir amaç ve mekândan –dosdoğru siyasi bir şekilde anlaşılamayacak yepyeni bir ortak tarihten– kaynaklanır kısmen: ortak kahramanlar (mücadelenin şehitleri), ortak hikâyeler (Don Durito ve İhtiyar Antonio efsaneleri, Marcos’un edebi karakterleri), yeni bir kolektif hafıza (bir dizi buluşma ve bildiri, saldırı ve savunma anları, zaferler ve trajediler) ve siyasi mahkûmları kurtarmaya, askerî kuşatmaları ortadan kaldırmaya ve uluslararası ölçekteki kârlı iş anlaşmalarını alaşağı etmeye yönelik mücadele anlarından oluşan bir tür yolculuk. Bu soyağacı sadece Zapatista teritoryasında değil, dünyanın dört bir yanındaki noktada anbean kurulmuştur, zira buluşmalar artmış ve Chiapas’ta özerkliğin inşası sürecine tanık olanlar dünyaya yayılarak adeta bir tür Zapatista diasporası oluşturmuştur. Direnişteki Özerk Zapatista Bölgeleri’nin ortaya çıkışına hem yardımcı hem tanık olan, işte bu siyasi nesildir.
Kaynak: Mara Catherine Kaufman’ın, 2010’da Duke Üniversitesi Kültürel Antropoloji Bölümü’ne sunduğu “We Are from Before, Yes, but We Are New: Autonomy, Territory, and the Production of New Subjects of Self-government in Zapatismo” başlıklı doktora tezinden seçilmiş bölümler.
[1] Lacandon Ormanı’ndan Birinci Bildirge.
[2] Meksika Devrimi sırasında, ilk Zapatistler Güney Kurtuluş Ordusu’nun lideri Emiliano Zapata’nın meşhur sloganı.
[4] Gustavo Esteva,.Celebracion del Zapatismo (Oaxaca: Ediciones !Basta!, 2005).
[5] Roger Burbach, “Roots of the postmodern rebellion in Chiapas”, New Left Review, no. 205 (1994): 113-124.
[6] Midnight Notes Collective, Auroras of the Zapatistas: Local & global struggles of the fourth world war, (Brooklyn, NY: Autonomedia, 2001).
[7] Harry Cleaver, “Computer-linked social movements and the global threat to capitalism”, http://www.eco.utexas. edu/faculty/Cleaver/polnet.html.
[8] Arturo Escobar ve S. E Alvarez, The making of social movements in Latin America: Identity, strategy, and democracy (Boulder: Westview Press, 1992).
[9] M. Denning, The cultural front: The laboring of American culture in the twentieth century (New York: Verso Books, 1998).
[10] Ernest Mandel, Late capitalism, çev. Joris de Bres (Londra: NLB, 1975); A. Touraine, S. Aronowitz ve M. Godzich (Return of the actor: Social theory in postindustrial society (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1988).
[11] Richard G. Fox ve Orin Starn, Between resistance and revolution: Cultural politics and social protest (Rutgers: Rutgers University Press, 1997).
[12] Raúl Zibechi, Autonomías y emancipaciones: América Latina en movimiento (Mexico: Bajo Tierra Ediciones, 2008).
[13] Raúl Zibechi, a.g.e..
[14] Eric Wolf, Peasant wars of the twentieth century (New York: Harper & Row, 1969).
[15] Dünyanın başka yerlerinde –örneğin Meksiko’daki Özerk Meksiko Üniversitesi’nde ve İspanya’da Madrid’de– özerk alanlar olarak pek çok “Aguascalientes” kurulmuştur.
[16] Tasarılarına “ulusalcı” bir hava vermemek için ve ayrıca yeni bir dünyanın kurulmasına katkıda bulunmak amacıyla EZLN, Amerika kıtası için “Plan Morelia—Kuzey Kutbu”, Orta ve Güney Amerika için “Plan Garrucha-Tierra de Fuego”, Avrupa ve Afrika için “Plan Oventik-Moskova”, Asya ve Güney Pasifik için “Plan Roberto Barrios-Yeni Delhi” adlı tasarıları ortaya atmıştır.