Geçtiğimiz yıllar boyunca, sanat eserlerini sadece izlemek yerine onları deneyimlemeye alıştık. Seyirciler olarak bizden, sanatsal “durumlar”a katılmamız isteniyor. Kurumsal ve akademik literatürde “ilişkisel sanat” veya “topluluk temelli sanat” gibi terimler ortaya atıldı. Neo-sitüasyonist denebilecek kuramsal bir akım içinde, bu tür pratiklerle ilgilenen metinlerin, Guy Debord, Jean Baudrillard, Raoul Vaneigem ve Michel de Certeau’dan alıntılarla beslendiğini görüyoruz. Claire Bishop, bu gelişmeleri değerlendirirken çağdaş sanatta yaşanan “toplumsala dönüş”ten söz ediyor. Fakat Artifical Hells/Yapay Cehennemler (2012) başlıklı kitabının giriş kısmında, bu dönüşün aslında bir geri dönüş olabileceğini ve belli bir geleneğe dayandığını öne sürüyor:
Batı Avrupa açısından baktığımızda, çağdaş sanatta yaşanan toplumsala dönüşü, ikisi de politik çalkantıların ve toplumsal değişim hareketlerinin damgasını taşıyan iki tarihsel dönem üzerinden bir bağlama yerleştirmek mümkün: Avrupa’da 1917 dolaylarında ortaya çıkan tarihsel avangard ve 1968’e götüren “neo-avangard”. 1990’larda katılımcı sanatın gözle görülür ölçüde nüksetmesine bakıldığında, komünizmin çöktüğü 1989 tarihini üçüncü bir dönüşüm ânı olarak belirleyebiliriz. Bu üç tarih birarada ele alındığında, kolektivist bir toplum vizyonunun zafere ulaştığı, ayakta kalmak için son bir atılım gösterdiği ve nihayet çöktüğü bir hikâye oluşuyor. Her evreye, sanatın toplumla ilişkisine ve siyasi potansiyeline dair ütopyacı bir yeniden değerlendirme eşlik ediyor – sanatın üretilme, tüketilme ve tartışılma biçimlerinin gözden geçirilmesiyle kendini gösteren değerlendirmeler bunlar.[1]
Sanat alanında katılımcılığın yükseldiği daha önceki dönemlerde olduğu gibi, 1990’larda katılıma yönelik ilginin artması da, aynı dönemde politik eylem alanında yaşananlara bakılmadan kavranamaz. Bu yıllarda, hem önceden mevcut olan hem de yeni ortaya çıkan çeşitli toplumsal hareketler, onyılın sonunda basının küreselleşme-karşıtı hareket olarak adlandıracağı harekette güçlerini birleştirmişti.
Bütün politik hareketler kendi estetik stratejilerini geliştirir, nitekim bu yeni toplumsal failin de 1990’ların başından itibaren kendi görsel formları üzerine açık bir biçimde kafa yorduğu görüldü. Sanatta yaşanan “toplumsala dönüş”ün yanı sıra, politik eylem alanında da “sanatsal” veya “yaratıcı” bir tür dönemece girildiği söylenebilir. Sembolik hamleler, performatif eylemler, görsel dil ve estetik yaratıcılık parlamento dışı politikanın ortak özelliği haline geldi.
Nina Felshin gibi kuramcılar “aktivist sanat” terimini kullanırken,[2] kimileri de “artivizm”den söz ediyor.[3] Eylemlerinde “sanatsal” bir bilinç sergileyen bazı sanatçı ve kolektiflerin var olduğu muhakkak, ama pek çok durumda eylemcilerin “sanat” eğitimi veya bu alana özel bir bağlılığı yok. Peki bu insanlar sanatçı değilse, neden öyleymiş gibi davranıyorlar? Bu duruma, faydacı yaklaşım üzerinden bir açıklama getirilebilir: Kitlesel medyanın anlam üretiminde kilit yer tuttuğu bir toplumda, politik eylem de dikkat çekmek için gösteri özelliğine bürünür.
Ancak, bu “medya etkisi” önemli olmakla birlikte, işler bu kadar basit değil. Eylemcileri bu şekilde harekete geçiren bir etken de, kendi yaratıcı ve ütopyacı dürtüleri. Bu bakımdan, dışarlıklı sanat pratikleri sanatçı olmayanların yaratıcılığnı anlama noktasında faydalı bir çerçeve sağlayabilir. Yapılanların sanat olarak algılanmasının beklenmediği, ama yine de sanatın bazı araçlarını kullanan bir protesto estetiği geleneğinden bahsetmek mümkün. Bütün isyankâr hareketler özünde yaratıcıdır. Protesto estetiği, kolektif yaratıcılığın politik bir Çokluk bağlamındaki ifadelerinden biridir.
Bu durumlarda, komüniter mekânların inşa edilmesi özellikle önem taşır. Anarşist yazar Hakim Bey’in kuramlaştırığı Geçici Otonom Bölge (Temporary Autonomous Zone–TAZ) kavramı, 1990’larda pek çok eylemci grubu için önemli olmuştu.[4] TAZ, süreklilik peşinde koşmayan, onun yerine konumunu sürekli değiştirerek özgürlükçü içeriği koruyan bir anarşi ortamıdır. Hakim Bey’in ifadesiyle TAZ,
…kaçınılmaz olarak şiddete ve acıya sebep olmaksızın ayaklanmanın getirdiği güçlenmeyi sağlar. TAZ, devletle doğrudan muhatap olmayan bir ayaklanma; bir alanı (bir toprak parçasını, zaman kesitini, hayal gücü alanını) özgürleştiren ve sonra devletin ezmesine fırsat vermeden başka bir yerde/zamanda yeniden oluşmak üzere kendini fesheden bir gerilla harekâtıdır.[5]
Kuzey Amerika’da düzenlenen Yanan Adam festivali (Burning Man festival) bunun bir örneği olabilir: Bir grup insan bir hafta boyunca Nevada Çölü’nde inşa ettikleri geçici bir şehirde birlikte yaşıyorlar. Başka otonom bölgelerde olduğu gibi burada da müzik, birlikteliği sağlayan temel bir öğe.
Kültürel çalışmalar profesörü George McKay ise, Kendin-Yap kültüründen söz ediyor.[6] McKay’e göre bu kültür üç temel ifade biçiminden oluşuyor: doğrudan eylem, alternatif medyanın (fanzin, video eylemciliği, internet kullanımı) yaratılması ve eylem alanlarının (işgal evleri, eylem çadırları veya başka türde bir TAZ girişimi) kurulması. Bu tür bölgelerin kökleri, 1960’larda patlayan karşı-kültüre dayanıyor.
Gerek TAZ gerek Kendin-Yap kültürünün yarattığı alanlar, uzun bir geçmişi olan sivil itaatsizlik ve doğrudan eylem geleneğinde yer edinmiş mekânlar yaratma eğiliminin ifadeleri. Bu anlamda, normal koşullarda bastırılmış olan arzuların harekete geçtiği mekânsal itaatsizlik biçimlerinden veya itaatsiz yerler’den söz edebiliriz.
1990’ların ikinci yarısında faal olan, politik nitelikli yasadışı rave’ler düzenleyen Britanya kökenli Reclaim the Streets (Sokakları Geri Al) grubu bağlamında bu kavramlar özellikle anlamlı. Grubun benimsediği oyuncul formlar, geçici bir otonom bölge oluşturma fikrinden, toplumsal hayaller ile çatışma arasında konumlanan pratik, ütopyacı, paradoksal anlar yaratma niyetinden besleniyordu. Reclaim the Streets, 1990’ların protesto estetiğinin oluşturulmasında temel bir rol oynayacaktı.
Grubun Tarihi
Britanya menşeli Reclaim the Streets (RTS) 1991’de kuruldu. İlk yılında küçük çaplı çevre eylemleri yürüttü: geceleyin otobanlara bisiklet yolu çizmek, bir otomotiv fuarında protesto düzenlemek gibi. “Yürümekten, bisiklet sürmekten ve ucuz ya da ücretsiz toplu taşımadan YANA, arabalara, otoyollara ve bunları teşvik eden sisteme KARŞI” olduğunu beyan ediyordu.[7] 1992 yılında bir bahar günü grup yasadışı bir sokak partisi düzenleyerek Londra’nın bir bölümünde trafiği durdurdu. Polis grubu dağıtırken çekilen video görüntülerinde, gözaltına alınanlardan biri adeta geleceği öngören bir uyarıda bulunacaktı: “Protestolar daha da büyüyecek: Otomobil kültürü durmaksızın büyüyor! Bu daha başlangıç!”[8] Reclaim the Streets grubu bu olaydan birkaç ay sonra dağıldı.
Üç sene sonra, grup yeni eylemler tasarlamak üzere yeniden biraraya gelmeye başladı. Kolektifin işleyişi, her Salı toplanan, herkese açık, ilginç ve kaotik meclislere dayanıyordu. Bu arada, 3 Kasım 1994’te yürürlüğe giren yeni Ceza Adaleti ve Asayiş Yasası, protestoları artıran başka bir etken olacaktı.[9]
Yasa, temel hakları ciddi şekilde kısıtlıyordu. Özel mülk alanlarına toplu halde izinsiz girişi ceza kapsamına alıyor, böylece tek bir hamleyle yol yapımı karşıtı hareketin taktikleri, işgalevi hareketinin binaları sahiplenmesi, İngiltere’de uzun bir geleneği olan özgür şenlikler ve New Age gezginlerinin yaşamları tehdit altına giriyordu.[10] 1970’lerde bu karşı-kültürel göçebe grupları İngiltere’nin kırsal alanlarını karavanlarıyla boydan boya dolaşarak şenlikleri geziyor, sanki bütün alanlar kamu arazisiymiş gibi buralardaki özel alanlarda kamp kuruyorlardı.[11] Yeni yasayla birlikte yerel yönetimlerin çingenelere ve gezginlere kamp alanı sağlama yükümlülüğü de kaldırıldığından, bu insanların varlığı zorlaşıyordu; bu aynı zamanda yol yapımı karşıtı hareketi de olumsuz etkileyecekti. İnsanların elektronik müzik eşliğinde dans ettiği izinsiz rave partileri yasanın bilhassa hedefindeydi: 10’dan fazla insanın biraraya gelip, “tamamen ya da büyük ölçüde tekrar eden ritim dizilerinden oluşan sesleri” dinlemeleri suç sayılacaktı.[12] Aynı yasa, İngiliz karşı-kültürünün eğlence etkinliklerini ve parti sistemi dışındaki politik muhalefet biçimlerini de ceza gerektiren suç kapsamına almıştı. Bütün kaynaklar, bu yasanın, yaşam biçimleri tehdit altına giren toplum/sistem dışı bütün farklı kesimleri biraraya getirip politikleştireceğine işaret ediyordu.
Radikal Parti Sanatı
Naomi Klein’a göre, farklı grupları birbirine bağlayan ortak talep, “kurtarılmış [decolonized] alanlara sahip olma hakkı”yla ilgilidir: “evler için, ağaçlar için, biraraya gelmek ve dans etmek için” alanlar.[13] 1990’ların ortalarında, parti formunun radikalleştiği ve protestoların kutlamaya dönüştüğü melez protesto biçimleri görülmeye başlar. Reclaim the Streets, kentsel mekânın belli aralıklarla ani ve yasadışı biçimde işgal edildiği, trafiği durdurup iş hayatını felç eden rave’ler “düzen(siz)leyerek” bu enerjilerin aktığı bir kanal işlevi görecektir. 1995-1999 yılları arasında onlarca parti düzenlenir, ilerleyen yıllarda partilerin kapsamı ve içeriği daha da gelişir.
14 Mayıs 1995’te, Londra şehir merkezinde iki araba çarpışır. Sürücüler teatral bir öfkeyle dışarı çıkar ve araçlarını parçalamaya başlarlar. Aslında her şey oyundur. İkinci el arabalar sırf bu olay için Reclaim the Streets üyeleri tarafından satın alınmıştır. Yol ortasında kalan arabaların enkazı motorlu taşıt trafiğini kapatır ve kalabalık Camden Caddesi’nde tek bir araba kalmaz. Cadde insanlarla dolar ve sürekli çevrilen bisiklet pedallarından elde edilen elektrikle çalıştırılan ses sistemleri devreye girer. Üç yüz kadar insan, rave müziğinin “tekrar eden ritimleri” eşliğinde galeyana gelip dans etmeye başlar.
Reclaim the Streets işgali, 14 Mayıs 1995, Camden Ana Caddesi, Londra. Foto © Nick Cobbing
Bu olay, kentsel bölgeleri kendiliğinden ve yasadışı kutlamalarla işgal ederek kamusal alanı birkaç saatliğine ele geçirme yönteminin doğuşudur. Herkese ücretsiz yiyecek dağıtılır; çocuklar için oyuncaklar getirilmiş, mekânda yaratılan değişimlerle ilgili sloganların yazıldığı pankartlar asılmıştır: “NEFES AL”, “ARABALARDAN KURTUL”, “SOKAKLARI GERİ AL!”. Londra’daki ‘alternatif’ kültürün ticarileştirilmesine hasredilmiş Camden Town bölgesi, özgür bir eğlence yerine dönüşmüştür. Kentsel alanın bir kesiti, bir süreliğine işlevini değiştirerek toplumsal düzenin ters çevrildiği karnavalesk bir ortam olur. Otoritenin yokluğunda her şey serbest hale gelir: Sokak, oyunun, dansın, yiyip içmenin yeri haline gelir – izinsiz ve ücretsiz. Otomobil bir sembole, kutlama bir mecraya dönüşür; bu “form”, başka örgütlenme imkânlarına işaret ettiği için geleneksel gösteri yürüyüşünden daha ütopyacıdır.
Motorlu taşıt trafiğinin kesintiye uğratılması, şehrin trafik normlarına karşı gerçekleştirilmiş kolektif bir sivil itaatsizlik eylemidir. Reclaim the Streets, yeni otobanların yapımını engellemeyi amaçlayan otoban-karşıtı hareketin hedeflerinin ötesine geçerek, otomobillerin olmadığı bir şehrin neye benzeyeceğini göstermek üzere halihazırdaki yolların da geçici olarak bloke edilmesini önerir. İkinci partide, yolun ortasına, üzerindeki insan aşağı inmedikçe sökülmesi mümkün olmayan üçayaklar yerleştirilir. Bu yöntem sayesinde, 23 Temmuz 1995’te, Londra’nın Islington ilçesindeki Upper Street caddesinde üç bin kadar insan trafik olmadan dans eder. Aradan iki ay gibi kısa bir süre geçmesine rağmen, ilk sokak etkinliğine katılan insanların sayısı on katına çıkmıştır.
Bu yoğun katılım, Britanya’da 1980’lerle 1990’larda rave ortamının çok güçlü olmasına dayanır – nitekim Ceza Adaleti Yasası tam da bu ortamı yok etmeyi hedeflemiştir. Reclaim the Streets’in (RTS) özgül örgütlenme yöntemleri, rave’lerinkinden esinlenmiştir: İnsanlar bir metro istasyonunda buluşmaya davet edilir ve ondan sonra küçük bir grup tarafından, partinin yapılacağı, o zamana kadar sır olarak saklanan yere götürülürler. Kışkırtıcı bir biçim alan ve otoriteye açıktan kafa tutan RTS partileri, rave’i bariz biçimde politikleştirir. Pankartlarla donatılmış bir ortamda tekno ve acid-house ritimleri duyulur; “SOKAKLARI GERİ AL – ŞEHRİ ÖZGÜRLEŞTİR – ARABALARI ÖLDÜR” sloganları her yere yayılır.
Bu bozguncu eğlence fikrinin temelinde, İngiltere’de 1970’lerde ortaya çıkan geniş katılımlı karşı-kültürel festival geleneği yatmaktadır. RTS partileri de, daha iyi bir dünyanın parçası olan durumlar yaratmayı amaçlar. Grubun kurucularından, Britanyalı sanatçı John Jordan, sokak kutlamalarının “hayallerdeki bir dünya”yı önceden canlandırma amacı taşıdığını söylüyor.[14] “Şehrin sokaklarını, kârdan önce insana, ekonomiden önce ekolojiye öncelik veren bir sisteme dönüştürme hayali”dir bu. Upper Street partisinde hoparlörlerden Louis Armstrong’un What a Wonderful World şarkısının yankılanması bu açıdan anlamlıdır.
Parti sırasındaki varoluş tecrübesi, partiden uzaktaki hayattan farklıdır: Olağan normlar ortadan kalkar ve insanlar dans ederek, müzik çalarak veya buldukları herhangi bir alanda sanatsal müdahaleler yaparak kendilerini ifade ederler. Kutlamanın ekonomik sistemi bolluk ve cömertlik üzerine kuruludur. Jordan’a göre bu, “neyin mümkün olduğuna dair en iyi propaganda”dır.[15] Kutlama yapan bir topluluk içinde pek çok şeyin ücretsiz olduğu, malların paylaşıldığı ve mekânların özgürleştirildiği bir dünyayı tahayyül etmektir mesele.
Upper Street partisi sırasında, imkânsızı gerçekleştirmenin ikonik bir imgesi görülür. Kaldırımın üzerine 40 ton kum boşaltan bir kamyonla, Mayıs 68’in meşhur “kaldırım taşlarının altında kumsal var” sloganı ters çevrilir. Upper Street’te kumsal, bu kez asfaltın üzerine yayılmıştır. 13 Temmuz 1996’da düzenlenen en ünlü kutlamada bu manzara yeniden yaratılır. Londra’da, sekiz bin kadar insan, ağır bir polis kordonunu hep birlikte yarmanın heyecanıyla, dokuz sat boyunca M41 otoyolunda dans edecektir.[16]
[...]
Bu bağlamda, gösteri ile doğrudan eylemin güçlendirici hamleleri birleşmiştir. M41 eylemi sırasında, 18. yüzyıl kıyafetleri giymiş ve peruk takmış iki cambaz, ayaklıklar üzerinde etrafta dolaşmaktadır. Dışardan bakıldığında, gayda çalıp dans etmekte ve insanları selamlamaktadırlar. Oysa dev eteklerinin altına saklanmış birkaç Reclaim the Streets üyesi, cambazlar yürürken, asfaltta açtıkları çukurlara ağaç dikmektedirler. Müzik sesi ve ortamın gürültüsü, delicilerin sesini bastırır. Asfalttaki kumun şehirde sembolik bir kumsal yaratması gibi, Jordan’a göre bu gerilla bahçıvanlık da metaforik düzeyde otoyolu ormana dönüştürür. Parti sırasında, İngiliz kamu arazilerinin çitlenmesine değinen, pembe-siyah bir bildiri dağıtılır – gerek Reclaim the Streets’in, gerek başka pek çok grubun sık sık gündeme getirdiği bir konudur bu:
Derdimiz, kamusal alanı çitlenmiş özel alandan geri almak. Bu, en temel düzeyde, çitlemenin baş sorumlusu olan otomobillere saldırı biçimini alıyor. Mesele, sokakları ele geçirip herkesi içine alan kamusal alanlara dönüştürmek ve otomobillerin özel kullanımından geri almak. Fakat bunun daha geniş boyuta taşınması gerektiğine inanıyoruz – kapitalist dolaşım içinde özelleştirilen her şeyi geri alıp müşterekler olarak ortaklaşa kullanıma açmak … Asfaltın altında orman var.[17]
M41 Partisi, 13 Temmuz 1996, asfalta çukur açarak ağaç diken grup üyelerini saklayan cambaz. Foto © Nick Cobbing
Bu yol partisinin sonucunda, bir grup liman işçisi Reclaim The Streets grubuyla temasa geçer. Mersey Nehri üzerindeki Liverpool limanı tesislerinin sahibi ve yöneticisi Mersey Rıhtım ve Liman İşletmesi (MDHC), grevdeki Torside şirketi işçilerine destek verdikleri için işlerine son vermiştir. Liman işçileri, Londra merkezli grupla aralarındaki ideolojik farklılıklara rağmen, şiirsel bir bozgunculuk imgesinin gücünden etkilenmişlerdir.[18]
28 Eylül 1996 günü Liverpool’da işçilerle ortak bir eylem düzenlenir: Geleceği Geri Al (Reclaim the Future). Eylemciler limanı kapatır ve Mersey Liman İşletmesi’nin ofislerinin bulunduğu binanın çatısına çıkar – doğrudan eylem yöntemini benimseyen ekoloji grubu Earth First!’ün daha önce aynı yerde yaptığı bir eyleme göndermede bulunan sembolik bir işgaldir bu.[19] Şirketin genel merkezinin tepesinde zaferi muştulayan bir bayrak dalgalandırılır: Üzerinde, yeni hazırlanan ve ilk kez sahneye çıkan Reclaim the Streets sembolü vardır.
[...]
12 Nisan 1997’de, genel seçimlerden hemen önce, Reclaim the Streets boykot ve doğrudan eylem çağrısında bulunur. Afiş ve bildirilerle duyurulan etkinliğin adı “Sandıkları Boşver, Sokakları Geri Al”dır (Never Mind the Ballots, Reclaim the Streets).[20] Sonuçta Trafalgar Meydanı dans eden binlerce insanla dolar: Londra’nın sembolik merkezlerinden biri, pankartlarla donatılmış, tekno ritimleriyle inlemektedir. Zafer imgeleri, devrimin yaşandığı bir dünyadan çıkmış gibidir: Kitleler, devasa meydanların sahibi olduklarını ilan eder ve bu yeni rolleriyle mest olurlar. National Gallery’nin duvarına, kültürün kamuya ait olduğunu ilan eden bir graffiti çizilir: “Sanat – Ya Herkes İçin, Ya da Hiç Kimse İçin”.
Reclaim the Streets, ‘Never Mind the Ballots’ partisi, 1997, foto © Nick Cobbing
Bütün eylemlerde olduğu gibi, eğlenceli olmayan anlar da yaşanır. Kolluk güçleriyle yaşanan çatışmalar kutlamayı isyan konumuna taşır. Bin kadar polisin işbirliğiyle parti kargaşaya dönüşür. O gün, Reclaim the Streets etkinliklerinin kriminalleştirilmesinde dönüm noktası olur; birkaç saat içinde bir grup DJ taşıtlarını polisin yakınına doğru sürdükleri için cinayete teşebbüsle suçlanırlar. Aslında bu şiddet boyutu, belli şiddet biçimlerine itirazı olmayan grubun hedefleriyle çelişmez. Grup, partiler aracılığıyla kolektif bir ayaklanma yaratmak peşindedir – daha doğrusu, devrimci partiler yaratmak. Web sitesinde, bu iki toplu galeyan biçimi arasındaki ilişki hakkında şöyle denir:
Devrim tarihinin en muhteşem anları, dev birer halk şenliği biçimini almıştır – Bastille Baskını, 1848 ayaklanmaları, Paris Komünü, 1917-1919 devrimleri, Paris ’68. Buna karşılık, otoriteler de, halk şenliklerine her zaman sorun gözüyle bakmış, onları ya yasaklamış, ya istemeden kabullenmiş ya da kurumsallaştırmışlardır. İktidar neden özgür şenliklerden korkuyor? Kendi gücünün farkına varan bir kitleyi etkisi altına alan ütopyacı dürtüler yüzünden olabilir mi?[21]
Küresel Dans
Reclaim the Streets, baştan beri sokak partilerinin yayılmasını amaçlamıştır; bu doğrultuda, herkes tarafından kullanılabilecek on adım önerir.[22] 1995-1996’nın sonbahar ve kış aylarında, çekirdek kolektiften bağımsız olarak çeşitli partiler düzenlenir. Grubun ismi, herkesin hayata geçirebileceği bir yöntemi ifade ediyordur artık.
1997’de, sokakları ele geçiren partiler başka ülkelere de yayılır. Onyılın sonunda bu yayılmanın kapsamı iyice genişler. Reclaim the Streets grubu, 1998’de, toplumsal hareketler arasında eşgüdüm sağlamak üzere yeni kurulan uluslararası Peoples’ Global Action (Halkların Küresel Eylemi) grubuyla birleşir. Yatay olarak işleyen ağ, dünya çapında kapitalizme karşı eylem günleri düzenlemeye başlar.
[...]
Politik açıdan, Reclaim the Streets, 1998’deki Küresel Sokak Partisi gibi eşgüdümlü etkinlikler örgütleyerek, küreselleşme-karşıtı hareketin oluşumundaki önemli unsurlardan biri olmuştur. Estetik açıdan bakıldığında ise, grubun küreselleşme-karşıtı harekete belirli bir “üslup” kazandırmış olduğu görülür. 1999’daki Seattle karşı-zirvesi, “karnaval protesto” tarzında örgütlenmiştir. Naomi Klein gibi yazarlar, basının büyük yer verdiği bu olayı, Zapatistlerin 1994’te Lacandon ormanındaki ilk Encuentro’yu (Buluşma) düzenlemelerinden beri oluşmakta olan “hareketler hareketi”nin toplum önüne çıktığı bir kutlama olarak nitelendirecektir. Kimilerine göre küreselleşme-karşıtı hareketin yarattığı büyük etkide bu yeni “dil” kilit rol oynamıştır.[23]
Kaynak: Julia Ramírez Blanco’nun Third Text’te yayınlanan Reclaim the Streets: From Local to Global Party başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.
[1] Claire Bishop, Artificial Hells: Participatory Art and the Politics of Spectatorship (Londra ve New York: Verso, 2012) s. 3
[2] Nina Felshin, But is it Art? The Spirit of Art as Activism (Seattle: Bay, 1995). Ayrıca bkz. Suzanne Lacy, Mapping the Terrain: New Genre Public Art (Seattle: Bay, 1995) ve Mary Jane Jacob, Michael Brenson, Eva M Olson, Culture in Action: New Public Art in Chicago (Seattle: Bay, 1995).
[3] Bkz. Stéphanie Lemoine ve Samira Ouardi, Artivisme (Paris: Editions Alternatives, 2010).
[4] Hakim Bey, TAZ: The Temporary Autonomous Zone, Ontological Anarchy, Poetic Terrorism (New York: Autonomedia, 1991).
[6] George McKay (ed.), DiY Culture: Party and Protest in Nineties Britain (Londra: Verso, 1998)
[7] John Jordan, “Reclaim the Streets”, The International Encyclopedia of Revolution and Protest: 1500 to the present içinde, (ed.) Immanuel Ness (Oxford: Wiley-Blackwell, 2009) s. 2807.
[8] Agustín de Quijano, Reclaim the Streets: Anarchy on Our Streets?, belgesel, 85 dakika, Channel 4, 1999; 19 Ocak 2000’de Britanya televizyonunda yayınlandı, http://www.youtube.com/watch?v=bUL0C_T-Sqk,erişim tarihi: 12 Mart 2012.
[10] George McKay, Senseless Acts of Beauty: Cultures of Resistance Since the Sixties (Londra ve New York: Verso, 1996) s. 11-44.
[12] Criminal Justice and Public Order Act, a.g.e., 63. kısım, 1b fıkrası.
[13] Naomi Klein, No Logo (New York: Picador, 2000) s. 312.
[15] Jordan’dan aktaran McKay, Senseless Acts of Beauty içinde, s. 146.
[16] Charlie Fourier, “Reclaim the Streets: an Arrow of Hope”, (ed.) Notes from Nowhere, We Are Everywhere: The Irresistible Rise of Global Anti-Capitalism içinde (Londra ve New York: Verso, 2003) s. 59. Bu kitaptaki bütün isimler gibi, “Charlie Fourier” de oyuncu bir mahlas.
[17] John Jordan, yazarla özel görüşme, 16 Ocak 2012.
[18] John Jordan, yazarla özel görüşme, 2 Ekim 2011.
[19] Earth First!, 1980’de ABD’de kuruldu. Britanya kolu 1990’da oluştu ve anarşizme yakın bir tutumla toplumsallığı daha fazla öne çıkardı. 4 ve 5 Aralık 1991’de, Earth First! tropik ağaç ithalatını protesto etmek için iki günlüğüne Liverpool limanını işgal etti.
[20] Etkinliğin adı, Britanyalı anarşist müzik grubu Chumbawamba’nın 1987 tarihli albümünün adıdır. Chumbawamba liman işçilerinin mücadelesini açıkça desteklediği için, bu gönderme Britanya’nın anarşist karşı-kültürü bağlamında kolaylıkla anlaşılabiliyordu.
[22] Bkz. “Direct Action: Street Reclaiming”, Notes from Nowhere içinde, s. 61.
[23] Örneğin bkz. Pablo Iglesias Turrión, Desobedientes: de Chiapas a Madrid (The Disobedient: From Chiapas to Madrid) (Madrid: Editorial Popular, 2011) s. 241.