Müze protestolarının tarihi üzerine konuşalım istiyorum. ABD’de müzelere karşı son derece güçlü bir protesto kültürü mevcut. 1969’da kurulmuş olan Sanat İşçileri Koalisyonu’nun (Art Workers’ Coalition), müze protestolarının ilk örgütlü hali olduğu söylenebilir sanıyorum.
ABD’de ana-akım sanat kurumlarına yönelik ilk örgütlü protestolar, sanatçılarla ilgili federal çalışma programlarının yürürlüğe konduğu 1930’lu yıllara uzanıyor; örneğin Harlem Sanatçılar Sendikası, daha fazla sayıda Afrika kökenli Amerikalı sanatçıya iş verilmesi için Federal Sanat Projesi’ne (FAP, 1935-1943) baskı yapmıştı. Fakat doğrudan müzeleri hedef alan boykot veya protestolar düzenlendi mi, bilmiyorum. Gerçi bildiğim kadarıyla Sanat İşçileri Koalisyonu’nun da MoMA’yı veya herhangi bir müzeyi boykot etmişliği yok, ama New York’taki ana-akım sanat dünyasının kültür politikalarını değiştirmesi için kamusal baskı uyguladıklarını biliyoruz. Yine de, Harlem grubu ve pek çok Afrika kökenli sanatçı, 1969’da Metropolitan Müzesi’nde düzenlenen Harlem on My Mind/Aklımdaki Harlem adlı tartışmalı sergiyi protesto etti, kimileri boykot çağrısında da bulundu; keza New York merkezli Kültürel Değişim İçin Sanatçılar Buluşması (Artists Meeting for Cultural Change, AMCC) grubu da 1976’da Whitney Müzesi’ndeki Three Centuries of American Art/Amerikan Sanatının Üç Yüzyılı sergisine karşı boykot örgütledi: ABD sanatının iki yüz yılını kapsama iddiasında olan ve sadece III. John D. Rockefeller’ın koleksiyonundan hazırlanan “iki yüzüncü yıldönümü” sergisiydi bu, ve eserler arasından sadece bir tanesi kadın bir sanatçıya aitti, siyahi sanatçılarınsa hiçbir eseri yoktu. The Black Emergency Cultural Coalition da dışlayıcı seçimleri nedeniyle Whitney Müzesi’ne karşı boykotlar örgütledi, keza 1979’da beyaz bir sanatçının siyahları aşağılayıcı nitelikteki Nigger Drawings/Zenci Desenleri başlıklı sergisine ev sahipliği eden Artists’ Space’e karşı boykot düzenlendiler.
1968, tüm dünyayı sarsan olaylara sahne oldu. Sizce Sanat İşçileri Koalisyonu’nun kuruluşunda, dünya çapındaki ’68 eylemleri etkili oldu mu?
Sanatçıların kültürel politik birlikleri ve geçici eylemleri, 1968 civarında Mexico City’den Paris’e, New York’tan Prag’a kadar dünyanın dört bir yanında ortaya çıkan, savaşa, sömürgeciliğe ve statükoya karşı çıkan hareketlerle bağlantılıydı kuşkusuz. Julia Bryan-Wilson, Art Workers: Radical Practice in the Vietnam War Era başlıklı kitabında bu bağlantıyı mükemmel biçimde ortaya koyuyor. Bryan-Wilson bu isyankâr sanatçıların aynı zamanda meta üretimine dayanan geçmiş sanatsal pratikleri reddettiklerini de öne sürüyor ki ben de buna katılıyorum; bu tavır, Mayıs ’68’e damgasını vuran, sabah dokuz akşam beş mesai düzenine direnen işçi sınıfının eylemleriyle bir ölçüde paralellik taşıyordu. Bugünden baktığımızda, o dönemin sadece kültür açısından değil kapitalizm açısından da bir dönüm noktası olduğunu görüyoruz.
Sanat İşçileri Koalisyonu ile, günümüzde müzelere karşı eylemler yürüten örgütler (Occupy Museums, Gulf Labor, Liberate Tate ) arasındaki benzerlikler ve farklar neler? Her örgüt kendi döneminin damgasını taşıyan özellikler gösterir. Sanat İşçileri Koalisyonu’nun, örgütsel yapısı itibarıyla sendikaya daha yakın olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu örgütlerin hepsi, sanatçıların eylemlerini çok önemli bir faillik biçimi olarak görmeleri bakımından birbirine benziyor. İki noktada birbirlerinden ayrılıyorlar. Örgütsel açıdan baktığımızda, Sanat İşçileri Koalisyonu da Gulf Labor da özgül taleplere odaklanan geniş çaplı bir ittifaka dayanıyor. Sanat İşçileri Koalisyonu’nun toplantıları, katılımcıların anlatımlarına bakarsanız son derece enformeldi: formalist ressamlardan tutun anarşist radikallere, Marksist temayüllü kavramsal sanatçılara kadar, çok geniş yelpazeden insanların katılımına açıktı. Bu çeşitlilik, dönemin New York sanat ortamının da yansımasıydı aynı zamanda: Toplantılarda, büyük başarı kazanmış birkaç ismin yanı sıra hiç tanınmamış, bugün de hâlâ pek bilinmeyen çok sayıda sanatçı yer alıyordu. Aynı şekilde Gulf Labor da, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki göçmen işçilerin haklarının sistemli biçimde ihlal edilmesinden ötürü Abu Dhabi’deki Guggenheim Müzesi inşaatını boykot eden geniş bir grubun biraraya gelmesiyle doğdu. Bundan beş sene önce, Mart 2011’deki bir imza kampanyası ilk tohumları attı. Fakat o günden beri Gulf Labor, 20 küsur insandan oluşan “çekirdek” bir kadroyla işliyor, onların da biraraya gelip yüz yüze toplantı yaptıkları pek vaki değil. Gulf Labor’ın, büyük ölçüde Google grupları, e-postalar vs. üzerinden işleyen sanal bir örgütsel yapısı var; yarı-zamanlı çalışan bir medya asistanı dışında, bütün işler gönüllü olarak yürütülüyor. Dolayısıyla Sanat İşçileri Koalisyonu ve Gulf Labor, ABD’de 501c3 statüsünde olan hükümet dışı örgüt veya kâr amacı gütmeyen kurumlara benzer bir yapıya sahip değil.
Global Ultra Luxury Faction (G.U.L.F.) 2014’te, Gulf Labor’ın 52 haftalık eylem maratonu için oluşturulan bir projeydi; “Gulf Labor’ın 52 Haftası”, Guggenheim’ın Abu Dhabi şubesinin inşaatındaki insan hakları ihlalleri konusunda kamuyu bilinçlendirmeyi hedefleyen, bir yıl boyunca devam edecek haftalık projelerden oluşuyordu. G.U.L.F. bünyesinde bazı Gulf Labor üyelerinin yanı sıra Occupy Museums’dan ve MTL grubundan üyeler vardı. MTL şimdi “Decolonize This Place” adı altında yeni bir müdahale programını sürdürüyor. Onlar da Facebook’tan yararlanarak, afiş, pankart ve görsel malzeme hazırlamak üzere büyük protesto gruplarını biraraya getiriyorlar.
Occupy Museums, New York’ta Occupy Wall Street’in (OWS) alt çalışma grubu olarak ortaya çıktı. Bir dönem OWS Sanat ve Emek grubuyla birlikte çalışıyorlardı; MoMa’yı ve Frieze Sanat Fuarı’nı hedef alan, epey iyi örgütlenmiş birkaç eylem düzenlendiler. Gördüğüm kadarıyla çok enformel bir yapıları var. Occupy Museums, yine OWS’nin alt gruplarından biri olan Debtfair’le de kesişiyor; Debtfair, kültür dünyasının işleyişinde kilit rol oynayan, ama emeklerinin karşılığını almayan, kendi içinde marjinalleştirilmiş bir işgücü konumundaki sanat işçileri ordusunu inceliyor – ben buna sanat dünyasının “karanlık maddesi” diyorum. Bu grupların hepsinde sanatçı Noah Fischer’ın işleri kullanılıyor; onun grafikleri ve sokak çalışmaları, bu grupların kamusal müdahalelerine canlılık kazandırıyor.
Britanya’da faaliyet yürüten Liberate Tate (LT) ise, görebildiğim kadarıyla, ABD’deki kolektiflerden epey farklı bir örgütsel yapıya sahip. Gulf Labor gibi bu grup da 2010’da kuruldu, ama eylemlerini, protesto ve müdahalelerini birer sanat eseri olarak düzenliyorlar. Dolayısıyla, şöyle bir şey söyleyebiliriz sanıyorum: G.U.L.F, Occupy Museums ve Decolonize This Place gibi gruplarda sanatçılar politik eylemi kullanırken, Liberate Tate politik eylemle başlı başına sanat olarak iştigal ediyor. Liberate Tate ayrıca her hafta düzenlenen toplantıların yanı sıra başka sanatçı ve eylemcilerle biraraya geldikleri gezici atölyeler aracılığıyla kolektif bir bütünlük de oluşturdu. Dolayısıyla LT’nin, Gulf Labor ve 1960-70’lerdeki Sanat İşçileri Koalisyonu da dahil diğer ABD gruplarındaki enformel örgütlenişe kıyasla daha sıkı bir yapısı olduğunu söyleyebilirim.
Sanat İşçileri Koalisyonu’nun müzelere yönelttiği on üç talebi vardı. Bunların bazıları (örneğin belli gün ve saatlerde müzeye girişin ücretsiz olması) yerine getirildi, ama bazıları hâlâ sanat dünyasında çözülmemiş sorunlar olarak varlığını koruyor.
Başta, Şubat 1969’da dile getirilen on üç talep vardı, sonra, Lucy Lippard’ın aktardığına göre, aynı yılın Haziran ayında bunlar on bire indirildi; sonunda [Mart 1970] dokuz ana talep ve üç ilaveyle iki bölümlü bir liste hazırlandı. A bölümündeki dokuz talep şu başlık altında toplanmıştı: “Sanat İşçileri Koalisyonu’nun genel olarak sanat müzeleri konusundaki talepleri şunlardır”. B bölümündeki üç ilave talep ise şu başlığı taşıyordu: “Toplumdaki herkes için asgari ücret hakkı yürürlüğe konuncaya kadar, sanatçıların ekonomik durumu aşağıdaki maddelere uygun olarak düzeltilmelidir”. Grubun bu talepler listesi konusunda kendi içinde tartışma yaşadığı açık; ancak, kültür alanına liderlik eden kurumlar olarak müzelere toplumun tamamı hedeflenerek yöneltilen talepler ile, kendi emekçileri için yöneltilen taleplerin ayrı ayrı dile getirilmiş olması, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ve Soğuk Savaş sırasında yüksek kültürün gücüne duyulan inancın bir yansıması. Mesela A bölümünde müzelere ücretsiz giriş talebi yer alıyor, ama müzelerin bugün “beyaz olmayan topluluklar” dediğimiz kesimlere ulaşması için merkezî olmaktan çıkarılıp daha küçük mekânlarda ek hizmet vermeleri talebi de var [A bölümü, 3. madde]. Ayrıca, bir galeri tarafından temsil edilmeyen sanatçılar da dahil olmak üzere, bütün sanatçıların eserlerinin kayıt altına alınacağı bir tescil sistemi oluşturulması öneriliyor (aslında bu talep de, Artists’ Space’in 1972’de kurduğu tescil sistemiyle hayata geçirildi). Dolayısıyla, Koalisyon’un doğrudan kabul ettirebildiği tek talep “müzeye ücretsiz giriş” olsa da, daha dolaylı yollardan başka kazanımların da elde edildiğini söylemek mümkün – talepler listesinin B bölümünde yer alan, müzeler ile sanatçılar arasındaki emek ilişkilerini konu alan maddeler de dahil. Bunlar arasında, müze çalışanlarına ait –bildiğim kadarıyla– tek sendikanın kurulması ve tüm sanatçıları kapsayan bir yeniden satış sözleşmesinin hazırlanması da var. MoMA bünyesindeki Profesyonel ve İdari Personel Birliği (PASTA) birkaç kez Müze yönetimine karşı greve gitti, ama bu birliğin kökleri Sanat İşçileri Koalisyonu’na dayanıyor. Keza, Sanat İşçileri Koalisyonu’ndan ilham alan küratör Seth Siegelaub ile avukat Bob Projansky, 1971’de, sanat eserlerinin yeniden satışındaki telif ücretlerini düzenleyen Sanatçının Saklı Tutulan Haklarının Devir ve Satış Anlaşması’nı kaleme aldılar.
Fakat günümüzün içler acısı sağlık hizmetleri koşulları açısından bakıldığında belki de en çarpıcı talep, Koalisyon’un listesindeki şu maddeydi: “Ölmüş sanatçıların eserlerinin satışı üzerinden alınan vergiyle bir vakıf fonu kurulmalıdır. Bu fon, sanatçıların bakmakla yükümlü oldukları kişilere maaş, sağlık sigortası ve diğer sosyal hizmetleri sağlamalıdır” (B bölümü, 3. madde). Hem Dark Matter kitabımda, hem de 2008’de Artforum’da yayınlanan “State of the Union” başlıklı yazımda, Koalisyon’un bu talebini, şimdilerde neoliberal bir zihniyetle kurulan Sanatçı Emeklilik Tröstü modeliyle karşılaştırmıştım; bu model, eser satışlarını teminat göstererek sanatçılar için mali güvence sağlanmasını öngörüyor.[1]
MoMA, protestolardan sonra Sanat İşçileri Koalisyonu’nun ücretsiz giriş talebini kabul etti (gerçi bugün ücretsiz giriş günleri UNIQLO şirketinin sponsorluğunda gerçekleştiriliyor). Müzeler ile protestocular arasında, bu örnektekine benzer bir uzlaşma sağlamak mümkün mü sizce?
MoMa “ücretsiz giriş” uygulamasının ne kadar çok ziyaretçi çektiğini görünce bunun büyük bir gelir kaybı olduğuna karar verip uygulamaya son verdi. Bunun üzerine Koalisyon yine MoMA’yı protesto etmeye başlayınca kararlarından döndüler ve uygulamayı yeniden yürürlüğe koydular, bugüne kadar da devam etti (tabii son yıllarda şirketlerin logoları eşliğinde uygulanıyor). Bugün pek hatırlanmayan bu tarihî mücadele, Occupy Museums’un, 2011-2012’de MoMA’da açılan Diego Rivera sergisi sırasında yaptığı eylemin odağında yer alıyordu. Fakat mesele uzlaşma sağlamaksa, birilerinin çıkıp böyle çözümler “bulmasının” söz konusu olmadığını belirtmek lazım; insanlar bir kazanım elde etmek için mücadele ediyor, kazandıklarını kaybetmemek için de çoğunlukla tekrar tekrar mücadele vermeleri gerekiyor.
Dışardan bakan biri olarak, MoMA’nın ortak zemin bulma ve çözüm yaratma konusunda gerçekten iyi bir sicili olduğunu söyleyebilirim. Bence “ücretsiz giriş günleri” bunun bir örneği. Koalisyon’un afişlerinden bir tanesi MoMA koleksiyonunda yer alıyor. Politik Sanat Dokümantasyonu ve Dağıtımı’nın (Political Art Documentation and Distribution, PAD/D) arşivi de MoMA’da. Keza, Occuprint Portfolio da öyle. Bir sanatçı, yazar ve eylemci olarak, MoMA’nın, protesto hareketlerine yönelik yaklaşımı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunu soruyorum çünkü Türkiye’deki sanat kurumlarını düşününce MoMA’nınki çok olağandışı bir tutum gibi görünüyor.
Bence MoMA’nın bu eserlere ev sahipliği etmesi çok güzel bir şey, gerçi 1929’da yayınladıkları, sonradan güncelleştirdikleri kuruluş bildirgelerinin mantıki bir gereği bu aynı zamanda; orada Müze’nin “modern ve çağdaş sanatın canlılığını, karmaşıklığını ve yeni gelişen örneklerini” koruyup belgeleyen bir eğitim kurumu olarak hizmet vereceği yazılı. Belki sizler de Türkiye’deki müzelerin temel aldığı dili ve hukuki çerçeveleri dikkatle inceleyip, misyon beyanları ile uygulamaları arasında fiilen çelişki olup olmadığına bakabilirsiniz…
Sanat İşçileri Koalisyonu 1971 sonunda faaliyetlerine son verdi. Ama Gerilla Sanat Eylem Grubu gibi farklı gruplar protestolara devam etti. 1980’lerde, Politik Sanat Dokümantasyonu ve Dağıtımı (PAD/D, 1980-1986) kuruldu. PAD/D’nin kuruluş amacı neydi? Arşivin MoMA’da son bulma hikayesi de ilginç.
Protesto önemlidir ama uzun vadeli, yapısal değişimler yaratmaya yetmez. Ana-akım arşivlerin yanında, arasında, hatta belki de içerisinde iş gören, ve iktidarın ve sermayenin merkezîleşmesine daha yatay örgütlenme modelleri önererek karşı çıkanların geliştirdiği fikirleri biraraya getiren bir karşı-kurum anlayışı geliştirmek de gerekiyor.
Saadiyat Island Workers Quarters Collectable, Matt Greco ve Gregory Sholette, Gulf Labor “52 Hafta” eylemleri, 7. Hafta
Siz de Gulf Labor’a üyesiniz ve Matt Greco’yla birlikte 52 Haftalık eylem programına katıldınız. Bence Saadiyat Island Workers Quarters Collectable/Saadiyat Adası İşçi Kışlaları Biblosu, işçilerin çalışma koşullarına odaklanan eylemci sanatın iyi bir örneği. Şu an Saadiyat Adası’ndaki durum nedir? Projenin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Şahsen Saadiyat Adası’ndaki bu müzelerin hiçbirinin uzun ömürlü olmayacağını düşünüyorum. Louvre’un bir müze olarak Abu Dhabi kentinden daha uzun bir geçmişi var. Louvre isminin “kiralanması” kararına hâlâ bir anlam verebilmiş değilim.
Abu Dhabi’de, Körfez bölgesinin büyük kısmında olduğu gibi, petrol fiyatlarının düşmesine bağlı olarak ekonomik daralma yaşanıyor, bu da Guggenheim projesinin akıbetiyle ilgili endişeler doğurmuş durumda. Gulf Labor son dönemde bu konuda bir açıklama yaptı: hyperallergic.com
Genelde sanat kurumlarını hedef alan hareketlere eylemciler ve sanatçılar katılıyor. Sanatseverlerin, daha geniş çaplı müze ziyaretçilerinin bu hareketleri desteklemesini sağlamak için neler yapılabilir? Onlar bu hareketlere nasıl katkıda bulunabilirler?
Kamunun, bir kültür kurumunun politikaları konusundaki memnuniyetsizliğini ifade etmesi –MoMA veya Guggenheim gibi özel bir müze de söz konusu olsa– kurumun geleceğiyle ilgili nihai kararları veren mütevveli heyeti üzerinde çok etkili olur. Adil çalışma koşulları, insan hakları ve kültürel demokrasi gibi konularda müze ziyaretçileri sanatçılardan daha etkili bile olabilirler – tabii fikirlerini duyurmak için seferber olabilirlerse. Hans Haacke son zamanlarda böyle bir şeyin önünü açmaya çalışıyor. 1971’de yaptığı “Ziyaretçi Profili” adlı meşhur kavramsal çalışmada, müze ziyaretçilerinden, Richard Nixon’ın başkanlığa seçilmesi ve Vietnam Savaşı gibi belli konular üzerine bir anket doldurmalarını istemişti; o zaman bu iş için delikli kart ve kurşunkalem kullanılmıştı. Haacke, 2015 Venedik Bienali’ndeki çalışmasından beri, Guggenheim’ın Saadiyat Adası projesi gibi konularda günümüz teknolojilerini kullanarak anket düzenliyor. Bu, sanatçılarla izleyicilerin, ana-akım sanat dünyasındaki egemen zihniyete meydan okumak için “üretici” ile “tüketici”yi buluşturan ortak bir çıkar bloku oluşturmalarına bir örnek.
Hans Haacke, "Visitors' Profile/Ziyaretçi Proflili", 1971. (büyütmek için resme tıklayınız)
Cihan Küçük'ün Gregory Sholette'le 27 Ekim 2016 tarihinde e-posta üzerinden yaptığı söyleşi.
Gregory Sholette (d. 1956), 1980’lerde aktif olan, politik sanatın arşivlenmesi için faaliyet gösteren Political Art Documentation/Distribution’ın ve 1990’larda sanat ile politik muhalefeti birleştiren REPOhistory’nin kurucularındandır. Günümüzde Abu Dhabi’de yapımı devam eden müzelerin inşaatında çalışan işçilerin haklarını koruyan Gulf Labor kolektifinin üyesidir. Dark Matter: Art and Politics in the Age of Enterprise Culture kitabının yazarı olan Sholette’in, e-flux, Critical Inquiry, Texte zur Kunst, October, CAA Art Jounal, Manifest Journal ve Field gibi dergilerde yazıları yayınlanmaktadır. Sanatçı halen New York’ta yaşamaktadır.