Krallığın ikinci büyük şehri olan Münih aynı zamanda en liberal kentti ve sanatsal bohemi Berlin burjuvazisinin ciddiyetinden alabildiğine uzaktı. Nispeten sınırlı bir mekânda, Paris’tekine benzer biçimde muazzam bir yazar, şair ve ressam yoğunlaşması mevcuttu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren gelişen Alman kabaresi Berlin mitolojisinde özgün ve tanımlanması zor bir rol oynar, öyle ki siyasal hayat sahnelere yansır, kabare şarkıları, sahne alan en ünlü simalar insanların gündelik yaşamlarının birer parçası haline gelir.
Nazizmin yükselişinden önceki yıllarda, bilhassa da Berlin’de kabare kültürü o güne dek görülmedik bir ağırlık kazanır. Toplumsal ve iktisadi kriz felaket boyutlarına ulaştıkça en ilginç zevk ve eğlencelere yönelik açgözlülük artar.
Her şeyden önce sanat tarihine ilişkin burjuva kavrayışların yanlışlığını göstermek gerekiyor, çünkü her biri hakiki bir Marksist yaklaşımın önünde birer engel oluşturuyor. İlk engel, elbette ki bir sanatçılar tarihi olarak algılanan sanat tarihidir...
Ekonomik krizler –tıpkı Goya’daki aklın uykusu gibi– canavarların doğumuna mı yol açıyor? Kıyamet sembolizminden Ortaçağ’ın fantastik hayvan masallarına, şu veya bu canavarâne yaratığın ortaya çıkışının hangi toplumsal veya iktisadi olaya tekabül ettiğini belirlemek pek kolay değil.