Aşağıdaki metin Cabarets de Berlin (1914-1930) – 4/5 – Le Berlin des années 30 başlıklı yazıdan kısaltılarak çevrildi. Jean-Michel Palmier’nin kabare kültürü üzerine üç yazısı daha önce e-skop’ta yayınlandı: Kabarenin Doğuşu: Paris/Berlin; Kabare Ruhu, Ekspresyonizm ve Siyasal İsyan; Weimar’da Siyasal Hiciv ve Kızıl Kabareler. Toplam beş yazıdan oluşan dizinin son metni de önümüzdeki günlerde yayınlanacak [UA].
Emil Nolde, Tingel Tangel III, 1907. “Tingel Tangel” Almancada ucuz gece kulübü, varyete, taverna, pavyon vs. anlamında kullanılan genel isimdir.
Okuyabileceğimiz tüm tanıklıklara rağmen –hikâye, otobiyografik anlatı, hatırat– o vakitler Berlin’de hüküm süren şaşırtıcı atmosferin gerçeğe sadık bir manzarasını çizmek zor. Kent uzun yıllardır sanatın, edebiyatın ve siyasetin kesişme noktası. Bir burjuvazinin Berlin’i var, bir de işçilerin Berlin’i; Rus göçmenlerin Berlin’i var, bir de kafelerde tartışan Biely, Ehrenburg, Mayakovski ve Yesenin ile Sovyet göçmenlerinin Berlin’i. Fakat tüm bu tasvirlerdeki çarpıcı unsur, bu büyük şehri vuran, sürekli artmakta olan sefalet. Ekim 1929’da başlayan iktisadi kriz durmaksızın derinleşmektedir. Sanayi sert bir darbe yemiştir ve tüm kentlerde milyonlarca işsiz vardır. 1923 yılı Almanya’da “insanlıkdışı sene” olarak anılır, fakat 1930 senesi de bir o kadar felakettir. Müller kabinesi 27 Mart’ta istifa eder, birbirini takip eden hükümetler durumu bir türlü düzeltemez.
Nazi partisi işsizleri, köylüleri, küçük burjuvaziyi ve işçilerin bir kısmını örgütleyerek şiddetli yükselişine başlar. Birçoğu için Almanya’yı sefaletten kurtaracak tek seçenek gibi görünmektedir. Hitlerci slogan Deutschland erwach (Uyan Almanya) anlam yüklüdür. Döblin’in Berlin Alexanderplatz’ının dönemidir bu; kahramanı Franz Biberkopf hapisten çıktıktan sonra sefalet içinde, işportacıların, fahişelerin ve pezenvenklerin dünyasında umutsuzca yeniden dürüst bir insan olmaya çalışırken, bir yandan komünist mitinglerin öte yandan Nazi toplantılarının cazibesine kapılır. Şiddet sokakları ele geçirir. 9 Temmuz 1930’da Ulusal Cephe, Milliyetçi Almanlar’ı, Çelik Miğfer’i, Nasyonal Sosyalist Parti’yi, Pangermen Birliği’ni biraraya getirir. Naziler ajitasyon çalışmalarına ve bitmeyen provokasyonlara girişir. Hitler üst üste mitingler düzenleyip kitlelerle buluşur. Kabarelerin önünde Naziler’in yayın organı Völkischer Beobacht satılırken, içerde ilk üniformalı Naziler belirir.
Emil Nolde, Tingel Tangel II, 1907.
Öte yandan iktisadi ve toplumsal kriz sanatsal faaliyeti yavaşlatmaz, aksine… Kabareler hiçbir zaman bu denli kalabalık olmamıştır. Birçok insan haz coşkunluğu içinde sefaletten kaçmaya çalışır. Bu aynı zamanda Berlin’de çok sık rastlanan ve Brecht’in de, cebinde Gece Çalan Davullar’ın elyazmasıyla gidip geldiği maskeli baloların çağıdır. Sovyet mimarı El Lissitzki’nin kız kardeşi, bir kilo ekmeğin bir milyon mark, bir kızın ise bir sigara bedelinde olduğunu söyleyerek bu dönemin atmosferini harikulade biçimde özetler. Her yerde değerlerin çözülüşüne tanık olunur. Sinemada, ilk Alman filmlerine damgasını vuran ekspresyonizm, fantastik anlatı ve Caligarizm ile, Georg Wilhelm Pabst’ın –“Kızıl Pabst”- savunduğu Neue Sachlichkeit (Yeni Nesnelcilik) arasında bir etki mücadelesi sürmektedir. Ilya Ehrenburg, hatıratında Berlinlilerin Dr. Caligari’nin Muayenehanesi’ni izlemek için sinema salonlarına akın edişi karşısındaki şaşkınlığını anlatır. Peki ya Lubitsch’in duygusal filmlerine, hatta bulaşıcı hastalıklara karşı halkı uyarmak amacıyla çekildiği söylenen ve esasında tam olarak düşük kaliteli birer porno olan cinsel eğitim filmlerine ne demeli?
Lotte Eisner, o güzel kitabı Şeytani Ekran’da ve Siegfried Kracauer Caligari’den Hitler’e çalışmasında dönemin sinemasını öylesine iyi tasvir etmişlerdir ki burada tekrar özetlemeye gerek yok. Tüm filmlerde sefalet bir takıntı gibi sürekli göz önündedir.
Lotte Eisner, Şeytani Ekran
Hepsinde eski sokak lambalarıyla aydınlatılmış tedirgin edici sokakların, ışık-gölge zıtlıklarının, merdivenlerin, arka avluların muazzam biçimde vurguladığı kentin, sefaletin, bunalımın manzaralarıyla karşılaşırız. Burjuva değerlerinin çözülüşü bu dönemin tüm filmlerinde bulunan bir tema: Sokağın Öte Tarafı’nda (Jenseits der Strasse, 1929 ) Leo Mitter’in vurguladığı fuhuş, Pabst’ın Neşesiz Sokak’ında (Die freudlose Gasse, 1945) bir fahişeyi kurtarmak için küçük çocuğun yürüttüğü mücadele, iflas etmiş babasını kurtarmak için fuhuş yapmayı kabul eden kıza âşık olan polis, veya yine benzer konuları işleyen Fräulein Else (Paul Czinner, 1929), Sokağın Trajedisi (Bruno Rahn, Dirnentragödie, 1927), Pabst’ın Lulu ve Kayıp Kızın Güncesi filmleri (Das Tagebuch einer Verlorenen, 1929) veya Sternberg’in Mavi Melek’i.
Tuhaftır, suç da bu dönemin izleyicilerinde olağanüstü bir hayranlık uyandırıyor. Balmumu Figürleri Kabinesi’nin (Das Wachsfigurenkabinet, 1924) canavarlarının, Vampir Nosferatu’nun, Homunculus, Golem gibi efsanevi canavarların ardından küçük burjuvanın bizzat kendisi bir suçlu olarak resmediliyor ve sokak çeteleri çözülmekte olan bir toplumun diğer yüzü olarak zuhur ediyor. Bu çeteler nispeten sempatik biçimde temsil ediliyor. O vakitlerde hüküm süren ideolojik bulamacın en önemli ve karakeristik kitaplarından biri olan, Ernst Jünger’in Der Arbeiter’inde daha ilk sayfalardan şunun vurgulandığını hatırlatmaya gerek var mı: “Burjuva olmaktansa suçlu olmak yeğdir”.
Tüm bu marazi unsurlar kabare gösterilerinde biraraya gelir. Berlin’de müzikholün şaşaalı günleridir. Rudolph Nelson’ın 1919-1920’den itibaren canlandırdığı müzikhol tutkusu kriz yılları boyunca daha da güçlenecektir. Burjuvalar; ışıklar, kostümler, dekorlar ve giderek daha da çıplaklaşan genç kadınlar karşısında önce hayrete düşer, kendilerini saldırı altında hisseder, fakat sonra bunun büyüsüne kapılırlar. Dönemin en ünlü gösterilerinden biri olan Total Manoli, müzikhol revüsü ile kabare numarası arasında bir ara kademe gibidir. 1923’te Berlin, Josephine Baker’a adeta tutulmuştur; Baker öyle büyük bir sükse yapar ki ardı ardına nü gösterileri düzenlenmeye başlar. Nelson’un kendi kabaresi vardır ve Friedrich Hollander’den, Margo Lion ve henüz çok az tanınan Marlene Dietrich’in yer alacağı Der Rote Faden revüsünü tasarlamasını ister. Kısa zamanda bu kabare şarkıları bütün Berlin’de mırıldanılacaktır. Nü, erotizm, siyasal hiciv ve egzotizm sahnede birbiriyle rekabet halindedir artık. Hollander’in “Tingel Tangel” kabaresi büyük sükse yapar. Prömiyer gecesinde salonda bulunan Marlene Dietrich Hollander’i tebrik etmek için sahneye çıktığında, alkışlar altında piyanonun başına geçer ve Hollander’in Mavi Melek için bestelediği Ich bin von Kopf bis Fuss auf Liebe angestellt’i söyler. Dietrich’in Sternberg’le birlikte ABD’ye gidişi tüm Berlinliler için bir travma gibidir.
Tingel Tangel prodüksiyonunda Hedi Schoop ve diğer oyuncular, 1931.
Birçok gösterinin içeriği muğlaktır. Spuck in der Villa Stern revüsünde ünlü bir kişilik olan Munchhäusen Baronu, Hitler maskesi takmaktadır. 1932’de Höchster Eisenbahn revüsünde Hollander, tüm Almanya’yı kat ederek şehirlerde ve kasabalarda durup küçük burjuvalara ve köylülere komik hikâyeler anlatan ve onları kendi saflarına çeken bir Nazi trenini sahneye koyar. Dönemin uğursuz bir imgesidir bu: Weimar Cumhuriyeti can çekişmektedir.
1932’de Hollander kabaresini kapatıp ABD’ye gitmek durumunda kalır. Çarpıcı olan, bu kabarelerin Berlin hayatının bu denli ayrılmaz bir parçasını oluşturması ve gösterilerin tüm bir dönemin hayallerini, kaygılarını, fantazilerini yansıtmasıdır. Das Intime Theater erotik ve skandal revülerinde uzmanlaşmıştır, Krummel Spiegel her zaman anti-militarist skeçler sunar, Stregreif Theater’e sanatçılar rağbet gösterir. Naziler sokaklara hâkim olup iktidarı ele geçirmeye hazırlanırken Kabarett des Komiker’de Nazi-karşıtı revüler alkışlanır. Bu kabare çoğu zaman, işsiz kalmış veya Yahudi yahut komünist olduğu için sahne alması yasaklanan sanatçılara destek olarak temsiller düzenler. Fakat yöneticisi Robitschek, Viyana’ya iltica etmeye çalıştıktan sonra Avusturya’nın ilhakı sırasında Naziler tarafından öldürülecektir.
Friedrich [Frederick] Hollander ve Marlene Dietrich, 1940’lar, Hollywood.
Bununla birlikte, özellikle de Berlin’de, Isherwood’un kitabı Hoşçakal Berlin’in kahramanı ve yazarın gerçekten tanışmış olduğunu belirttiği kabare şarkıcısı Sally Bowles’un ifade ettiği gibi, bu “ilahi düşüş”ten zevk alınmaktadır. Bu kitaptan uyarlanan Cabaret filmi, kimi noktalarda aşırıya kaçmasına rağmen, bizlere kabaca da olsa, dönemin karakteristik çizgilerini göstermeyi başarmıştır.
1933’te kabarelerin Weimar Cumhuriyeti’ndeki halleriyle pek bir benzerliği kalmamıştır artık. Berlin’de kalan sanatçılar ya genelde vasat Nazi sempatizanlarıdır, ya da Hitler’e karşı mücadeleyi sahnede, kabarenin geleneksel silahlarıyla –toplumsal hiciv, mizah ve ironiyle– sürdüren “eski kabare” sanatçılarıdır. Berlin kabarelerinin nam salmış sanatçılarının büyük kısmı imkânları varken İsviçre’ye, Birleşik Krallık’a, Avusturya’ya veya ABD’ye iltica etmiştir. Siyasi hiciv neredeyse imkânsız hale gelir: Bir gösteride Hitler’e ve Nazilere saldırıldığı anda SA’ların sahneye sert ve kanlı müdahalesine tanık olunur. Bu müdahaleler panik yaratır ve kabare yöneticilerinin birçoğu NSDAP ile sorun yaratabilecek revülerin sahnelenmesinden vazgeçer. Kimi sanatçılar özel, yeraltı kabareleri açmaya yönelir. Nazilere saldırmaktan vazgeçmek şöyle dursun anti-faşist propagandayı daha da yoğunlaştırırlar. Başka kabarelerde ise gerici burjuvazi galip gelir.
Peki bu durumda kabare, Nazilerin yükselişi karşısında siyasal geleneğini terk mi etmektedir? Muhtemelen. Ama birçoğu toplama kamplarına gönderilmişken mücadeleyi tek başlarına sürdüren o sanatçıları nasıl anmayalım… Nasyonal Sosyalizmin merkezlerinden Münih’te tam da bu kampları keskin mizahıyla teşhir eden Karl Valentin mesela. Veya Propaganda Bakanlığı tarafından işe alınması yasaklandığı için gösterilerini kendi evinde yapmaya devam eden Claire Waldoff. Kamuya açık son gösterisinde Hitlerci gençlikten kimi üyelerin ayağa kalkıp izleyicilere şöyle bağırdığı anlatılır: “Almanlar, Almanlar, bunları dinleyecek misiniz?” Waldoff yanıt verir: “Bunun için geldiler zaten”. Ardından da muhtemelen Göring’le alay eden Ona Herman Derler şarkısını söyleyip şunu ekler: “Nakaratı ben değil, halk yazdı”.
Bertolt Brecht (soldan ikinci), Karl Valentin'in (soldan üçüncü) kabare grubunda klarnet çalıyor. Önde, erkek şef kılığında Liesl Karlstadt. Ekim Festivali, Münih, 1920.
Claire Waldoff, 1925 civarı.
Berlin kabaresinin ünlü sanatçıları sönmektedir artık. Marlene Dietrich ABD’de, şarkıcıların çoğu sürgündedir. Yeni yıldızlar kuşağı sinemadan gelir bundan böyle. Paula Negri müzikal komediyi üne kavuşturur, ki bu tür III. Reich döneminde serpilip gelişecektir. Fakat en çok nam salan, Zarah Leander olacaktır; Marlene Dietrich’in yerini doldurması için Nazi partisi tarafından reklamlarla desteklenecektir. İsveçli olmasına rağmen Hitler döneminin ticari filmlerinin birçoğunda oynayan Leander, 1930’larda Berlin’de ses sanatçılığı da yapmış, pek bir başarı elde edememiştir.
III. Reich dönemi, Tucholsky, Hollander, Karl Schnog, Erich Weinert veya Erich Kastner çapında bir yazar çıkarmadı; müzikal komedi filmleri yavaş yavaş kabarenin yerini alacaktı. Bununla birlikte, kabarenin can çekişmesi hiç de kısa sürmemişti.