Giorgio de Chirico, 1888-1978
Artık açık seçik ortada: yarım yüzyıldır kıvranıp duran, yeni ekoller ve usuller icat edeceğiz diye kafalarını patlatan, orijinalmiş gibi görünmek ve kişiliklerini ortaya sermek için sürekli ter döken ressamlar şimdi tavşanlar gibi kaçışıyorlar. El hünerlerine sığınıyorlar. Cehaletlerini ve acizliklerini örtmek için buldukları en son savı dayatıyorlar: sahte bir ruhsallık. Bu, denetlenemez bir fenomen; ama sadece –sanat üzerine yazı yazanların da dahil olduğu– çoğunluk için. Halbuki sizin ve benim bildiğimiz birkaç aklı başında adam, bu ruhsallığın ne menem bir şey olduğunun farkında ve onu yerli yerine koyuyor. Kısacası, bu ressamlar, tıpkı karanlıkta yolunu bulmaya çalışan adamlar gibi el yordamıyla, gayet ihtiyatlı bir biçimde, geri dönüyorlar. El hüneriyle önü tıkanmayan bir sanata dönüyorlar; daha açık seçik ve somut formlara dönüyorlar; kaçamaklara izin vermeden bir insanın bilgisini ve kapasitesini ortaya koyan yüzeylere dönüyorlar. Bana göre bu iyiye işaret. Olayların bu yolda gelişmesi kaçınılmazdı.
Dönüşün meydana gelme biçimi kayda değer: ihtiyatla, ya da doğruyu söylemek gerekirse, korkuyla gerçekleşti. Öyle görünüyor ki, ressamlar eğer geri dönerlerse, daha önceki atılımları sırasında kendi kurdukları tuzaklara düşmekten endişe ettiler. Korkmakta haklılar çünkü savunmasızlar, korunmasızlar ve güçsüzler. Şimdi geriye dönerlerken, zamanında büyük özenle kurguladıkları hilelerden bazılarına tutunmak zorundalar; ileriye doğru yaptıkları hamlede kullandıkları kalkanlara yine ihtiyaçları var. Ve dönüş konusunda onları en fazla dehşete düşüren şey, insan figürü.
Bir hayalet misali, tüm kanonlarıyla yine insanın önüne dikilen insan.
Antropometrik temsilin ihmali ve deforme edilmesi, bir alay ressama aptalca, göstermelik röprodüksiyonlar imal etmeleri için cesaret verdi. Geriye dönüşle birlikte, hayvan-insan problemi her zamankinden daha büyük ve daha korkunç görünüyor çünkü bu kez onunla baş etmeye uygun silahlar ortada yok; daha doğrusu, mevcut olmasına mevcutlar ama körelmişler ve çoğunluk bunların nasıl kullanıldığını unutmuş.
Bu ressamlar artık primitiflik maskesinin arkasına saklanamazlar.
Gerçi bugünün pişmanlık duyan ressam vakası trajiktir ama böylesine çocukça bir karışıklığın, izleyenleri bıyık altından gülümseten komik bir yanı da var.
*
Zanaate geri dönüş! Bu kolay olmayacak; zaman ve çaba gerektirecek. Okullar ve üstatlar yetersizler; daha doğrusu, geçen yarım yüzyıl boyunca Avrupa’yı istila eden renkçi arbede itibarlarını zedeledi. Yöntemlere ve sistemlere hâkim akademikler mevcut ama ortaya koydukları sonuçlara yazıklar olsun! 1600 öğrencinin arasındaki en yetersiz olanı, İtalyan akademyasından bir professore, ya da Paris’teki Ecole des Beaux-Arts’dan bir chef maître tarafından meydana getirilmiş bir başyapıtı görebilse acaba söyleyecek ne laf bulabilirdi? [...]
*
[...] Geldiğimiz nokta bu. Bütün bu karışıklık, cehalet ve bunaltıcı ahmaklık halinin ortasında, çok az sayıda zihni berrak ve gözü pek ressam, eski üstatların ilkelerini ve öğretilerini izleyerek resmin ilmine dönmeye hazırlanıyorlar. İlk dersleri çizimdi. Kutsal sanat, çizim, her plastik yapının temeli, her nitelikli eserin iskeleti, her yapıntının izlemek zorunda olduğu ebedi kaide. Tüm modern ressamların (tümünü kastediyorum, parlamento toplantı salonlarını dekore edenler ve resmin farklı alanlarını temsil eden profesörler de dahil) görmezden geldiği, hiçe saydığı ve deforme ettiği çizim. Diyorum ki, çizim, sanatsal olaylar hakkında konuşanların söyleyegeldiği gibi, bir moda olarak değil, kaçınılmaz bir gereklilik olarak, nitelikli yaratıcılığın olmazsa olmaz şartı olarak geri dönecek. Jean Dominique Ingres “une tableau bien dessiné est toujours assez bien peint” [bir tablo eğer iyi bir çizime dayanırsa, her zaman iyi bir pentür olur] demişti ve, bana kalırsa, bu konuya bütün modern ressamlardan daha vâkıftı. Nasıl seçimler sırasında seçmenler oy kullanmaya teşvik edilirse, biz resim konusunda iyi örnek oluşturmakta başı çekenler, eski yanlışlarından dönmüş ya da dönebilecek olan ressamları heykellere gitmeye davet ediyoruz. Evet, heykellere gidin ki, çizimin asaletini ve ona imanı öğrenebilin. Heykellere gidin ki, çocukça şeytanlıklarınıza rağmen hâlâ fazla insani olan sizleri biraz olsun insanlıktan çıkarsınlar. Eğer heykel müzelerine gidip kopya yapacak zamanınız ve imkânınız yoksa; eğer akademiler ressam adaylarını en az beş yıl boyunca, içinde yalnız mermer ve alçıdan heykellerin bulunduğu bir odaya kapatma yöntemini henüz benimsemedilerse; eğer kuralların ve kanonların şafağı henüz sökmediyse, sabırlı olun. Ve bu arada vakit kaybetmemek için, kendinize bir alçı kopya satın alın –illa bir antik dönem heykelinin kopyası olması gerekmez. Alçı kopyanızı alın ve odanıza kapanıp onu on, yirmi, yüz defa çizin. Tatmin edici bir sonuç alana kadar çizmeye devam edin. Öyle olmalı ki, çizdiğiniz el ya da ayak eğer bir mucize olup da canlanıverse, kemikler, kaslar, sinirler, tendonlar yerli yerinde olmalı.
Giorgio de Chirico, "Duran Gladyatörler", 1928-29
Giorgio de Chirico, "Giden Argonotların Selamı", 1920
Zanaate geri dönmeleri için ressamlarımız araçlarını mükemmelleştirme konusunda son derece dikkatli olmalılar: tuval, boyalar, fırçalar, yağlar, vernikler en iyi kalitede olmalı. İmalatçıların dolandırıcılıkları ve ahlaksızlıkları dolayısıyla ve bir de şimdiki sanatçılar hıza öncelik verip gayet kötü ürünlerin piyasa sürülmesine neden oldukları için, bugünlerde boyaların kalitesi iyice düştü. Ne de olsa hiçbir ressamın protesto ettiği yok. Keşke ressamlar eskisi gibi kendi tuvallerini ve boyalarını kendileri hazırlasalar. Bu tabii biraz sabır ve emek gerektirir ama ressam bir kez resim yapmanın olabilecek en kısa sürede gerçekleştirilecek bir iş olmadığını kavradığında; resmin yalnızca sergilenecek ya da bir tacire satılacak bir şey olmadığının farkına vardığında; aynı resmin üzerinde belki aylar, hatta yıllar boyunca, –resim yüzeyi iyice pürüzsüz oluncaya ve ressamın vicdanı rahatlayıncaya kadar– çalışılması gerektiğini anladığında, o zaman kendi tuvalini ve boyalarını hazırlamak için günde birkaç saatini feda etmek ona zor gelmeyecektir. Bu işi özenle ve severek yapacak; masrafı azalacak, üstelik daha güvenli ve istikrarlı renklere kavuşacaktır.
Böyle bir dönüşüm gerçekleştiğinde, üstat mertebesinde sayılacak en iyi ressamlar denetim gücüne sahip olacak ve daha önemsiz ressamlara değer biçme ve nezaret etme görevini üstlenecekler. Zamanında büyük Felemenk ressamlarının uyguladığı disiplini örnek almak yerinde olur. Belirli cemiyetlerde biraraya geliyorlardı ve eğer aralarında işini savsaklayan ya da kötü malzeme kullanan bir ressam olursa, ona ceza verme, para cezası kesme, hatta cemiyetten atma yetkisi olan bir başkan seçiyorlardı.
Ingres resim yapmaya giriştiğinde, yanı başında en iyi cins yüz fırça bulunduruyordu. Tümü yıkanmış, kurutulmuş, kullanılmaya hazırdı. Bugünün avangard sanatçıları, üzerindeki boya kurumuş, sertleşmiş ve hiç yıkanmamış birkaç kaba saba dekoratör fırçası kullanmakla övünüyorlar [...]
İtalyan resmine malzeme ve zanaatkârlık açısından en büyük darbeyi fütürizm vurdu. Ondan önce de resim bulanık sularda ilerliyordu ama bardağı taşıran fütürist cümbüş oldu.
Şimdi her şeyin üzerine karanlık çöküyor. Parabolün ikinci yarısına ulaştık. Histeri ve hilekârlık kınanıyor. Benim düşünceme göre hilekârlık, ister politik olsun, ister edebi ya da resimsel, artık canımıza yetti. Histeri güneşinin batmasıyla, birden fazla ressam zanaate geri dönecektir. Zaten dönmüş olanların ise elleri daha özgür kalacak, yaptıkları işler hak ettikleri gibi takdir görecek ve karşılığını alacaktır.
Beni sorarsanız, gayet sakinim. Bütün yaptığım işlerin mührü olmasını istediğim üç sözcüğü kendime bir nişan olarak kabul ediyorum: Pictor classicus sum [Ben klasik bir ressamım].
Kaynak: Charles Harrison, Paul Wood, Art in Theory (Oxford: Blackwell Publishing, 2010) s. 236-239.