Kutsal Bir Metin Olarak Mimarlık

27/5/2024 / skopdergi - sayı 25

Rönesans’ta bütün antik kültürle birlikte Plotinus’un Platon’dan yola çıkarak 3. yüzyılda kurduğu neo-Platonizm de canlandı. Sayılar ve formlar yeniden tanrısal, göksel büyülerine kavuştular. Çığ gibi gelişen mimarlık incelemeleriyle Vitruvius’un matemetik arkitektoniği Rönesans’a nakloldu. Mimarlık şiirselliğini kazandı. Kozmik, ilahi âlemin büyülü dili geometri sayesinde okunmaya başladı. Neo-Platonizmde “dünya bir dil olarak kavranır”.[1] Henüz kitapların son derecede nadir olduğu Gutenberg öncesi dönemde mimarlık ilahi bir metin oluşturur. Bu yönden, en derin ve zengin olan yapılar kuşkusuz katedrallerdir. Gotik tarihçisi Otto von Simson’a göre, “Katedraller Tanrı’nın evreninin ifadeleriydi. Bu evrenin aynaları (specula) arasında tabiat, sanat, mücadele, yaratıcılık, erotizm, doğum, hayat ve ölüm bulunuyordu… Katedraller aynı zamanda pratik hayatı da yansıtan aynalar olmaları dolayısıyla, Tanrı’nın evrenindeki her şeyin birbirleri arasındaki gizemli ilişkilerin birliğinin (unio mystica) eviydi…”[2] Victor Hugo, katedralin hermetizmin özü olduğunu söyler. Katedral, dilsiz, taştan bir kitaptır.[3]

 

Rönesans’ın Mimarlık İncelemeleri

Neo-Platonik matematik kuramlarını esas alan Rönesans’ın mimarlık incelemeleri Alberti’yle başlıyor: De re aedificatoria. El yazması olarak 1450 yılı civarında Papa V. Nicolas’a takdim ediliyor. Onu izleyen başlıca yazarlar, Filarete, Serlio, Francesco di Giorgio, Vignola ve Palladio. Bir de yazarı büyük ihtimalle Francesco Colonna olan efsanevi bir kitap var bu incelemeler arasında: Hypnerotomachia Poliphili. Bu incelemeler sadece İtalyan mimarlığını değil, başta Fransa ve Britanya olmak üzere bütün Avrupa mimarlığını yönlendiriyor.

Bütün bu incelemelerin iki ayağı var: kozmik formlar ve kozmik oranlar. İlkinin kaynağı “antropomorfik” matematik, ikincisinin kaynağı ise antik Yunan ve Roma mimarlığının sütun düzeni. Aslında sütunlar da bedenin kozmolojisiyle ve tanrısallığıyla özdeş. Sagredo, Medidas’ta, yapıların formu ile, Tanrı’nın en kusursuz tasarımı olan insan bedeninin formu arasında bir analoji öngörüyor. Bu analojinin temeli oranlar. Vitruvius sütun düzenlerine matematiğin ötesinde kimlikler de atfediyor. Örneğin Dorik, “eril”, İyonik “anaç”, Korent “dişil”. Giderek sütunlar belirli tanrılarla özdeşleştiriliyor, mitolojik bir mahiyet alıyor: Dorik – Mars, Herkül; İyonik – Baküs, Hera; Korent – Venüs ve Flora.[4]

 

  

Sütun düzenlerinin antropomorfik oranları.

 

Rönesans mimarlık incelemelerinin en harikulade eseri Hypnerotomachia Poliphili’dir. Aslında Poliphili, hayal gücüne dayalı bütün mimarlık geleneğinin şaheserlerindendir. İllüstrasyonlar içeren ilk mimarlık kitabıdır. Kitapta mimarlık ve onun temelindeki matematik, erotik arzu üzerine kurulmuştur. Bir aşk öyküsü üzerinden anlatılırlar: Poliphilio kaybettiği aşkı Polia’yı aramaktadır. Seyahatlerinde inanılmaz yapılarla ve harabelerle karşılaşır: fil sırtında bir obelisk, tekerlekli bir çeşme, ağaca dönüşen orman perileri, mimari mükemmelliğin zirvesi aşk tapınağı çembersel aşk adası… Poliphilio bu hayali mimari âleminde rastladığı ideogram ve piktogramları de söker, onların matematiğini keşfeder. “Duyulara dayalı anlatısında mathemata’nın keşfi, aşk anılarıyla sentezlenir; mimarlığın etkisi görsel veya teorik etkilerin ötesindedir, sürekli erotik bir tatmin beklentisi uyandırır.”[5]

 

Mimari mükemmeliyetin zirvesi: aşkın çember biçimli tapınağı. Colonna, Hypnerotomachia Poliphili, Venedik, 1499.

 

   

Hypnerotomachia Poliphili’deki bir tapınağın girişi ve oranları. Colonna, Hypnerotomachia Poliphili, Venedik, 1499.

 

Hypnerotomachia Poliphili’nin yazarı tam olarak bilinmemektedir, ama büyük olasılıkla Venedikli keşiş Francesco Colonna’dır (1433-1527). İlk kez 1499 yılında metne eşlik eden olağanüstü güzellikteki ahşap baskılarla yayınlanmış, Fransızcaya ve İngilizceye çevrilmiş ve 1980 yılına kadar yeniden yeniden basılmıştır. 16. yüzyıl mimarlık literatüründe, özellikle  sayıların ve formların duyusallığını kavramak yönünden son derecede etkili olmuştur.[6]

 

Kozmolojik Geometrinin ve Hayalperest Mimarlığın Sonu

17. yüzyılda mimarlık incelemeleri kozmolojik matematikten kopmaya başladı. Formlar ve sayılar bütün gizemlerini, sınırsız anlam dünyalarını, kutsallıklarını giderek kaybetti. Matematik pozitif bir bilim olarak örgütlenmeye başladı. Mimarlığın zihinsel âlemi de buna ayak uydurdu. Claude Perrault’nun 1674 ve 1683’te yayınlanan incelemeleri mimarlığın teolojik özünü bilimselliğe tercüme eden ilk eserler olarak kabul edilir. Perrault’nun amacı “mimarlık için de, René Descartes’ın Metot Üzerine Konuşma’sında bilimler için geliştirdiği gibi kesin ve değişmez bir metodoloji kurmaktır.” İşte bu metodolojinin gelişmesiye mimar, antik geometri ve aritmetiğin vukufuna sahip bir âlimken, bir “tasarımcı” oldu. Bu olayda matbaanın icadıyla mimarlığın okunmasının, şiirselliğini kaybetmesinin de önemli etkisi vardır. Victor Hugo mimarlığı “insanlığın büyük kitabı” olarak tanımlar. “Mimarlık, kolektif varoluşun kaydı ve anıtıydı… ‘büyük metniydi’. Anıt olarak yazı, metin olarak anıt. Örneğin Süleyman’ın tapınağı, kutsal kitabın bizzat kendisiydi… Mimarlık kitabı hayal gücüne, şiire ve halka aittir… Fakat matbaanın ortaya çıkışı binayı öldürür… Hiç şüphe yok ki katedral 15. yüzyılda ölmüştür.”[7]

 



[1] Paul Hirst, “Foucault and Architecture”, Architectural Association Files, Londra, s. 54.

[2] Ali Artun, “Erotik Katedral: Kurt Schwitters’in Mimarlığa Oyunu”, Arzu Mimarlığı içinde, (ed.) Nur Altınyıldız Artun (İletişim Yayınları / Sanathayat dizisi, 2012) s. 47-72.

[3] Roob, Alchemy and Mysticism, s. 506.

[4] Nart, “Introduction: ‘Paper Palaces’ from Alberti to Scamozzi”, s. 19.

[5] A.g.e., s. 93, 94, 95.

[6] Bahar Avanoğlu, “Poliphili ve Nadja: Rönesans Düşüncesi ve Avangard Sanat”, skopdergi, sayı 13, 2018. https://www.e-skop.com/skopdergi/poliphili-ve-nadja-ronesans-dusuncesi-ve-avangard-sanat-icindekiler/3922

[7] Mark Cousins, “Çirkin”, skopdergi, sayı 19, 2021. https://www.e-skop.com/skopdergi/cirkin-ucuncu-bolum/6267

skopdergi 25