Üst sıra: Bernard Faÿ, Tristan Tzara, Philippe Soupalt, Serge Charchoune
Alt sıra: Man Ray, Paul Éluard, Jacques Rigaut, Céline Arnauld, Georges Ribemont-Dessaignes
İntiharın hayata doğrulttuğu silah asla hedefini şaşmaz. Her şeyi yakıp yıkan irade geçip gittikten sonra geride ne enkaz kalır ne yıkıntı. Fakat böyle bir eylemi hayata geçiren kişi, her kim olursa olsun, gücünden hiçbir şey kaybetmez. Doğmuş olmaktan duyulan pişmanlık ve ölmeye duyulan ihtiyaç, öldürdüğü dünyayla birlikte kaybolup gider. Kendinden memnun düşünce, yapayalnız ve saf, kendini temaşa eder ve tanır. Jacques Rigaut, bu kusursuz görünümün gölgesi altında yaşamıştır. Lord Patchogue bunun kanıtıdır.
PAUL ÉLUARD
Dandy, uyuşturucu bağımlısı, jigolo, müntehir – Jacques Rigaut, 1920’lerin başında Paris’teki Dada çevresine katılan isimler arasındaki en çarpıcı kişilerden biriydi. Nitekim Georges Ribemont-Dessaignes, Rigaut’nun ölümünden iki yıl sonra, 1931’de yayınladığı History of Dada kitabında, sürrealizme giden yolun taşlarını döşeyen Fransız Dada hareketi içindeki “yamyamca” (Tzara’nın ifadesi) başıbozuklukların kışkırtılmasında Rigaut’nun şahsının etkili olduğunu yazacaktı:
Düzen bozmakta usta olan Rigaut’nun, Dadalar arasında bir Dada olduğu anlaşılacaktı: kendisiyle temas eden her şeyi baştan çıkarıyordu ve Dada’nın çöküşünde az payı yoktu; kısacası, harikalar yaratıyordu.
Aslında haklı olan da oydu. Yapmak, üretmek, düşünmek… bu tür ihtiyaçların yanından geçmezdi. Onca tartışılan karşıtların birliği meselesi, ve karşıtlıkların şahikası olan ölüm ile yaşamın birliği, onun tüm varlığını kuşatmıştı. Bir insanın yaşamak için bulabileceği tüm sebepleri tükettikten sonra, 1929’da intihar ederek, hayatı boyunca ölüme ne kadar yakın olduğunu gösterdi…
Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere, Rigaut kısa ömrü boyunca çok az yazdı, yaşarken yayınladığı metinlerin sayısı ise daha da azdı. Littérature dergisinde birkaç kısa metni yayınlanmış, en son 1922 yılında dergide ismi görünmüştü; ama o tarihten ölümüne kadar geçen yedi yıllık süre boyunca sessizliğini bir kez bile bozmadı. Sadece Savaş Mektupları ve André Breton’un hakkında anlattıkları sayesinde tanıdığımız Jacques Vaché gibi, Rigaut’nun da sürrealist hareketin gelişimindeki etkisi hiç kayda geçmeyebilirdi. Belki de onun en büyük katkısı, dünya karşısındaki mutlak bıkkınlığı ve kinizmiydi.
Yazar olarak bilinmesi, neredeyse tamamen, ölümünden sonra yayınlanan metinleri sayesinde oldu. Önce, intiharından kısa bir süre sonra Nouvelle Revue Français’de “Lord Patchogue” yayınlandı; “İntihar Bürosu” metni ise ancak 1959’da gün yüzüne çıktı. Nihayet 1970’te, Martin Kay, Rigaut’nun kaybolmamış metinlerini titizlikle biraraya getirdi. Bu derlemedeki metinlerde, Rigaut’nun ününü borçlu olduğu ölüm takıntısını görmek mümkündü. André Breton, Anthologie de l’humour noir için Rigaut üzerine yazdığı denemede “Jacques Rigaut yirmili yaşlarında kendini ölüme mahkûm etti,” diye yazacaktı, “ve sonra on yıl boyunca, saatleri sayarak, varlığına son vereceği en doğru ânı sabırla bekledi. Onun varlığı, her halükârda, olağanüstü bir insan deneyimiydi ve o bu deneyime, yalnızca kendisinin kadir olduğu benzersiz trajikomik dokunuşu katmasını bildi.” Rigaut’nun Littérature’de yayınlanan metinlerinden birinde dediği gibi: “İntihar bir meslek olmalıdır.”
Rigaut, Tzara, Breton
Rigaut’nun hayatı, yazılarından bağımsız olarak, romantize edilmiş (ve tabii ki kendisine hiç de uymayan bir ahlakçılığın damgasını vurduğu) bazı anlatımlara konu oldu. Breton, Éluard ve Desnos gibi yazarlar onun hakkında epeyce yazmış olmalarına rağmen, ne yazık ki bahsettiğimiz yorumlar daha fazla yaygınlık kazandı. Bunların tek bir ortak kaynağı vardı: Pierre Drieu la Rochelle.
Sonradan faşizmi benimsediği düşünülürse, Drieu la Rochelle’in 1920’lerin başında Dada ve sürrealizm akımlarıyla içli dışlı olması bize şaşırtıcı gelebilir, fakat o günlerin belirsizlik ortamı bu türden sapmalara elveriyordu. Drieu la Rochelle, Rigaut’nun yakın arkadaşıydı, gelgelelim Littérature’de hâkim olan ruha ne kadar uzak olduğu, Barrés davalarında tanık olarak çağrıldığında verdiği temkinli cevaplarda açıkça görülebilir.
1921 yılında, Aragon ve Breton’un öncülüğünde, Dadacılar dönemin milliyetçi yazarlarından Maurice Barrés’ı yargılamaya karar verirler. Bu olay, Paris Dada hareketinin son kamusal skandalıdır: Benjamin Perét’nin, üzerinde Alman üniformasıyla, “Meçhul Asker” diye çağrılarak tanık kürsüsüne çıkması dünya basınında infiale sebep olur. Breton mahkeme başkanıdır, Ribemont-Dessaignes iddia makamını, Aragon ve Soupault ise savunmayı temsil ederler. Rigaut’nun tanıklığı, Drieu’nün suya sabuna dokunmayan cevaplarından çok farklıdır:
Soru: Sizce Barrés antipatik mi sempatik mi?
Cevap: Bilmiyorum, ama kendisine saygım var.
Drieu la Rochelle, burjuva dekadansının alameti olarak gördüğü her şeyden nefret ediyordu. Onun için Dada ve sürrealizm, yozlaşmış olduğunu düşündüğü bir toplum karşısında kapıldığı yılgınlıktan geçici birer kurtuluştu. Asıl istediği, sürrealist bir devrim değil, ahlaklı bir düzene geri dönülmesiydi. Vaktiyle Rigaut’nun yakın arkadaşı olmasına rağmen, onun hayatını –roman tarzında olsa da– yazmaya uygun son kişi Drieu la Rochelle’di. Arkadaşını canı gönülden sevmiş olsa da, onun hakkında yazdıkları, yozlaşma alameti olarak gördüğü şeylere karşı çıkmak üzere kaleme alınmış, üstelik bu özelliği pek de gizlenmemiş birer politik hikâyeydi.
Drieu’nün Rigaut hakkında yazdığı ilk metin, “Boş Valiz” başlıklı, nahoş bir kısa öyküydü. Günlüğünde, Rigaut’nun intiharından sonra bu öyküyü yazmış olduğu için duyduğu derin pişmanlığı şöyle ifade edecekti Drieu: “Seni öldürdüm, Rigaut. Oysa seni bağrıma basabilirdim.” Gelgelelim bu pişmanlık, Rigaut’nun son günlerini konu alan bir roman yazmaktan alıkoymadı onu. 1963’te Louis Malle tarafından sinemaya uyarlanan Le Feu follet (1931) başlıklı romanda, Rigaut (Alain adıyla), düzenli bir işi olsa ve daha disiplinli bir toplumda yaşasa varoluş krizine girmeyecek, 1920’lerin amaçsız hedonizminin kurbanı olmuş biri olarak tasvir ediliyordu.
Jacques Rigaut 1898’de doğdu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hukuk okudu, bu arada akademik ressam Jacques-Émile Blanche’ın sekreteri olarak çalıştı. 1924’te, Paris Dada hareketinin dağılmasından kısa bir süre sonra, çok zengin Amerikalı bir dulla tanıştı, New York’a giderek 1926’da onunla evlendi. Evlilikleri yürümeyince ertesi yıl ayrıldılar. Beş parasız halde New York’ta kalan Rigaut, kendini iyiden iyiye içkiye ve uyuşturucuya verdi. 1928’de aniden Fransa’ya dönme kararı aldı ve bağımlılıklarından kurtulmak için hepsi de sonuçsuz kalan bir dizi tedavi girişiminde bulundu. Sonunda, 6 Kasım 1929’da, Châtanay-Malabry’de kaldığı kliniğe döndü ve André Breton’un sözleriyle “özenle giyinip süslendikten, ve böyle bir ayrılığın gerektirdiği her türlü hazırlığı yerine getirdikten sonra” kendini kalbinden vurdu. Kalbini ıskalamamak için cetvel, silah sesini bastırmak için de yastık kullanmıştı. Hatta, yatak kirlenmesin diye vücudunun altına su geçirmez bir bez yerleştirmeyi bile ihmal etmemişti.
Pensées başlıklı metninde şöyle yazıyordu Rigaut: “Cebinde intiharla gezen bir adamı hapsetmeyi deneyin kolaysa.”
Terry Hale’in “Jacques Rigaut” başlıklı metninden kısaltılarak çevrilmiştir, 4 Dada Suicides: Arthur Cravan, Jacques Rigaut, Julien Torma, Jacques Vaché içinde, (Londra: Atlas Press, 2005) s. 81-84.