Bugün pazarlama, müzelerde yüksek sanat kılığında sağlam bir şekilde yerleşmiştir. Sponsorlar genelde bir serginin sadece küçük bir kısmının giderlerini üstlenseler de, ve işletme bütçesine hiçbir zaman katkıda bulunmasalar da, pek çok kurumda sergileri veya eserleri veto etme kararında dolaylı güce sahip olmuşlardır. Avrupa siyasî sınıfı, buradaki tehlikeyi göz ardı ederek, ve duruma aynı şekilde kayıtsız kalan medya tarafından kışkırtılarak, kamusal hizmetten sorumlu kişiler olarak kendilerine emanet edilmiş olan kurumların fiilen ele geçirilmesine göz yummakta, hatta bunu bizzat desteklemekte, demokratik sorumluluklarını bir kenara bırakmaktadır. Neo-liberal bir çılgınlık içinde, kamu kaynaklarıyla kurulan ve ayakta kalan müzeler, istimlak edilerek iş dünyasının çıkarlarına alet edilir.
Bu durumun neredeyse sorgusuz sualsiz kabul edilen bir vaka olduğu ABD gibi, dünyanın başka yerlerindeki sergi programları da giderek sponsor kurumların olumlu imajı veya politikacıların halkla ilişkiler ihtiyaçları için kullanılmaya açık olup olmadıklarıyla belirleniyor. Bunun sonucunda, kalabalıkları hoşnut eden ve çoğunlukla suya sabuna dokunmayan “kapalı gişe sergiler” günün geçer akçesi haline geliyor – Broodthaers’in dediği gibi “kartalın birkaç tüyünü yolan” sergiler değil.[1] Bu baskılar altında, eğlendirme düzeyi düşük olan ve eleştirel, analitik, deneysel niyetlerle kotarılan sergiler, kurumların oto-sansürüne takılıyor. Sponsorlarla çoğunlukla suç ortaklığı içinde olan basın, şaaşalı olmayan, ve bu yüzden kaynak sıkıntısıyla düzenlenen projelere pek ilgi göstermiyor; çünkü bunlar, şirketlerin sponsorluk ücretlerine denk bir reklam maliyetiyle duyurdukları sergiler için geçerli olan pazarlama makinesinden nasiplenemiyor.
Tüm bunlar sonucunda, kamuda, sadece “kapalı gişe” sergilerin görülmeye değer olduğu izlenimi uyandırılıyor. Halk, başka etkinliklerden uzak duruyor. Kısır bir döngü içinde, risk alan ve her şeyden önce profesyonel ölçütler çerçevesinde çalışan kurumların malî selameti, düşük ziyaretçi oranları yüzünden tehlikeye giriyor. Kamu görevlileri, yüksek ziyaret oranını küratöryal başarının göstergesi sanmaya meyilli olduklarından, kurum bütçeleri hazırlanırken bu tür sergilerin öne çıkarılması gerektiğine karar veriyorlar. Kartallar, papağanlara dönüşüyor.
Sanat artık “kibar züppe”lerin boş zaman uğraşı olarak görülmediği, günümüz eğlence kültürünün ayrılmaz parçası olarak moda haline geldiği için, halkla ilişkiler uzmanları kültürle ilişkilenmenin müşterilerinin kamuoyu nezdindeki itibarını artıracağına inanıyorlar. PR uzmanları, sosyoloji okumadan da, yüksek kültürün sembolik gücünü kavrayabiliyorlar. Önemli olanın “aura” olduğunu biliyorlar. İyi, doğru ve güzelin, iş dünyasının çıkarları uyarınca araçsallaştırılması, vergi oranlarının, ticaret kurallarının, sağlık, güvenlik ve çevre kanunlarının, emek ilişkilerinin vs. patronlar için daha elverişli olacak şekilde düzenlenmesi üzerinde etkili oluyor. Ve alttan alta, seçilmiş görevlilerin ve basının şirket yönetimini sorgulamalarını engelleyerek, kamusal eleştirinin önünü tıkıyor.
Mobil Petrol'ün PR uzmanlarından biri, zamanında, şirketinin sanatı desteklemesi konusunda şöyle demişti: “Bu programlar bize, daha dişe dokunur meselelerde saldırgan olabilmemizi sağlayan bir onaylanmışlık kazandırıyor.”[2] New York Times sayfalarındaki bir Mobil ilanı ise durumu daha cüretkâr sözlerle açıklıyor: “Ticaret için Sanat.” Cartier’nin CEO’su Alain-Dominique Perrin’e göre bu, “eleştirmenleri etkisiz hale getirme”yi de içeriyor.
Mösyö Perrin işini büyük tutkuyla yapıyor. Bir söyleşisinde şöyle demiş: “Sanat sponsorluğu sadece şirket iletişimi için mükemmel bir araç olmakla kalmıyor, çok daha fazlası: aynı zamanda kamuoyunu baştan çıkarma aracı.”
Buna mukabil sanat kurumları da, Metropolitan Müzesi gibi, muhtemel sponsorlara cazip paketlerle cilve yapıp güvenceler vermeyi öğrenmiş durumda: “Sanatın arkasındaki ticaret dünyası, iyi ticaret sanatını bilir.” Müze, kelime oyunlarından pek anlamayan CEO’lar için durumu açıklıyor: “Programların, özel sergilerin ve hizmetlerin sponsorluğu pazarlama fırsatlarıyla doludur. Bunlar genelde, uluslararası ilişkilerin, hükümetle veya tüketiciyle ilişkilerin odağa alındığı özgül halkla ilişkiler hedefleri için yaratıcı ve düşük maliyetli çözümler sunar.[3] Sanat profesyonelleri artık geliştirme bölümündeki meslektaşlarını “gerçeğe uygunluk” testi için kullanıyorlar. New York Metropolitan Müzesi yöneticisi Philippe de Montebello’nun bu konularda uzman olduğuna kuşku yok. Kendini kandırmadığı da muhakkak: “Bu, içsel, sinsi, gözlerden saklanmış bir sansür biçimidir” diye kabul ediyor durumu.[4]
Ama sponsorun gündeminin dayatılması sadece neyi görüp neyi duyacağımız üzerinde etkili olmakla kalmaz. Bay de Montebello’nun Metropolitan Müzesi’ndeki genel müdürü şu açıklamayı yapar: “Mali kaynaklarımızla ilgili olarak büyük ölçüde kabul ettiğimiz bir ilke var: Görkemli salonlarımızdan geçen para, aklanmış demektir.”[5] Sponsorun parasının kirli olduğunu ima eden bu sözler, müze müdürünün, müzesinin Philip Morris’le işbirliği hakkında yöneltilen bir soruya verdiği cevaptır. Dünyanın en büyük kanserojen ürün imalatçısı, aynı zamanda ABD’de –ve giderek Avrupa’da– sanata sponsor olan şirketlerin başında gelmektedir.
[…] New York belediyesi 1994’te kamusal alanlarda sigara tüketimini sınırlandıran tasarıyı görüşürken, Philip Morris New York’taki kültürel etkinliklere desteğini çekip merkezini başka bir yere taşıyacağı tehdidini savurmuştur. Belediye Meclisi buna rağmen kararı onaylar. Şirketin blöfü görülmüştür. Philip Morris de hâlâ New York’ta ve sanat etkinliklerine sponsor olmanın ticarî nimetlerine inanmaya devam ediyor.
California eyaletinin kanserojen ürünlerin tüketimini sınırlandırma eğilimi, Philip Morris’i, 1995’te Los Angeles’taki Çağdaş Sanat Müzesi’nde (MOCA) düzenlenen 1966-l975: Sanatın Nesnesini Yeniden Düşünmek adlı serginin sponsoru olmaya sevk etti. Fakat bu yatırımın bazı falsoları da vardı. “Kavramsal sanat”a kapsamlı bir bakış amacını taşıyan sergiye katılan bazı sanatçılar, son dakikada (açılışta) Philip Morris’in sergiye sponsor olduğunu öğrendiklerinde bu durumu protesto ettiler ve ulusal basının seslerini duyurmasını sağladılar. MOCA, Adrian Piper’ın sigara tüketimiyle bağlantılı hastalıklar yüzünden hayatını kaybeden anne babasının anısına yaptığı eserlerini sergiye ekleme isteğini geri çevirince, sanatçı sergiden çekildi. Adrian Piper örneği, sanatçılar eserlerinin ve isimlerinin şirket çıkarlarına –bu örnekte, sanatçının ebeveynlerinin ölümüne yol açan bir şirketin çıkarlarına– alet edilmesini istemediklerinde kamuya arz imkânından mahrum kalma ve kamusal söyleme katılmaktan men edilme riskiyle karşı karşıya kaldıklarının kanıtı.
MOCA’nın, sanatçıları “Marlboro Country”ye kaçırmasından birkaç hafta sonra, MOCA’yı protesto edenlerden biri olan Sol LeWitt, Guggenheim Müzesi’nden gelen büyük bir siparişi geri çevirdi, çünkü eserinin yer alması tasarlanan Yirminci Yüzyılda Soyut: Mutlak Risk, Özgürlük, Disiplin başlıklı sergiye Philip Morris’in sponsor olduğunu öğrenmişti. Sergi, onsuz açıldı. […]
Sanat ve Moda
Son dönemde sanat dergilerine şöyle bir bakıldığında, moda endüstrisi ile sanat dünyasının adeta simbiyotik bir ilişkiye girdikleri görülür. Moda ve modanın tanıtımı yüksek sanat muamelesi görürken, sanat kurumları da giyim endüstrisinin hevesli ortakları haline gelmiştir. Gerçi Benetton’un fotoğrafçısı Oliviero Toscani henüz Jean-Christophe Ammann’ın Frankfurt Modern Sanat Müzesi’nde –başka sanat mekânlarında yaptıklarına benzer– kişisel bir sergi teklifi almamıştır ama, Benetton’un ‘cesur yeni dünyası’ yıllardır Ammann’ın sanat pastasının bir parçası. Ammann ayrıca, Karl Lagerfeld’i ve modellerini, belediye koleksiyonunun şık bir fon oluşturduğu özel bir sergi düzenlemeye davet etmiştir.
Ammann 1995’te Venedik Bienali’ndeki Alman pavyonunun yöneticisi olarak sıradışı işlere imza atar. Almanya’nın Venedik’teki vitrinine Philip Morris’in kovboylarıyla birlikte Hugo Boss’un sponsor olmasını teklif eder. Merhum Hugo Boss, hatırı sayılır bir Nazi partisi üyesidir, hayatını SA ve SS üniformalarının tedarikçisi olarak kazanmıştır. Giyim endüstrisinin, Guggenheim Müzesi yöneticisi Thomas Krens’in kalbinde de ayrı bir yeri vardır. Müzesinin çatısı altında moda gösterileri sahnelenmiş, üniforma imalatçısı Hugo Boss’un adını taşıyan galerilerin yanı sıra, bir de uluslararası sanat ödülü düzenlenmiştir. 1998’de Guggenheim’ın rampalarında BMW sponsorluğunda düzenlenen motorsiklet yarışının ardından, yeni binyılda Giorgio Armani şerefine bir sergi yapılması planlanıyor. Guggenheim’ın Alman ortaklarla çalışma tercihinin zirvesi, 1997’de Berlin’deki Deutsche Bank Unter den Linden’la yaptığı işbirliği olmuştur.
Bu arada, Thomas Krens gibi işletme diploması olmayan Jean-Christophe Ammann, New Yorklu’nun büyük vizyonuyla boy ölçüşebilmek için elinden geleni yapar. Alman vergi kanunlarının değiştirilmesi için ciddi bir kampanya yürütmekte ve gururla şöyle demektedir: “Bir şirketin ‘felsefesinin’ parçası olmak istiyoruz.” Aynı zamanda müzesinin ön cephesinin tamamını bir reklam panosuna dönüştürmeyi tasarlamaktadır. Müzenin mimarı Hans Hollein ise akıllıca bir çözüm önerir: Reklam sloganlarının, müze yöneticisinin alnına dövmeyle yazılmasını teklif eder.
Şirketlerin müzelere yaptığı katkılar vergiden düşülebildiği için, aslında nasıl yaşayacağımız ve ne düşündüğümüz üzerinde etkili olan kampanyaları fiilen bizler finanse etmekteyiz. Kendi baştan çıkarılmamızın maliyetini kendimiz ödüyoruz. Hiçbir şey kaybetmeden bir şeyler kazandığımızı sanmaya ve “çıkarsız haz” denen şeye inandığımız sürece, bu strateji başarılı olur.
Broodthaers, Kartallar sergisinin ardından yayınlanan kataloğun ikinci cildine,[6] romantik bir dağ manzarasının ortasındaki bir kalenin altın çerçeveli resmini koyar. Resmin altına şöyle yazmıştır: “Ey melankoli, kartalların narin kalesi.”
Hans Haacke, “Symbolic Capital Management, or what to do with the Good, the True, and the Beautiful” başlıklı yazıdan alınmıştır. The Society of Control, The Academy and the Corporate Public. Yazının ilk kısmı daha önce “Sembolik Sermayenin Yönetimi (I)” başlığıyla yayınlandı.
http://www.societyofcontrol.com/research/haacke.htm
[2] D’Argenio, Raymond. “Farewell to The Low Profile”, Amerika Reklam Ajansları Derneği yıllık konferansında yapılan konuşma, New York, 18 Kasım 1975, daktiloyla yazılmış metin, s. 3.
[3] “The Business Behind Art Knows the Art of Good Business”, şirketlere yönelik broşür, Metropolitan Sanat Müzesi, New York, tarihsiz (ykl. l984).
[4] “A Word from our Sponsor”, Newsweek, New York, 25 Kasım, 1985, s. 98.
[5] Amei Wallach. “Keeping Corporate Funds, In the Name of Art”, New York Newsday, 8 Ağustos 1990, s. II 2.