[…]
Bir alanda, o alanın meşru değerlerinin bakış açısından az veya çok meşru olan meşruiyet yoğunlaşmaları bulunur: Mesela bugün [Fransa'da] akademiler yüksek düzeyde resmî itibara sahiptir ama pek de meşruiyete sahip değildir; buna mukabil örneğin edebiyat alanında Éditions de Minuit gibi onaylanmış bazı yayınevlerinin diğerlerinden daha fazla meşruiyeti vardır. Bilim alanında da aynı şey geçerlidir: Bir yanda, nispeten meşru bir kurum olan Bilimler Akademisi vardır; öte yandan Tin ve Siyaset Bilimleri Akademisi’nin pek meşruiyeti olduğu söylenemez. Demek ki, ya özel olarak devletin teminat altına aldığı, ya da toplumsal kuvvetler karşısında az çok özerkliği olan meşruiyet yoğunlaşmaları vardır.
Bir alanda, insanın kendinden başka hiçbir kefilinin olmadığı bazı mücadeleler vardır: Weber’in kullandığı anlamıyla peygamber, “Bana güvenin” diyen bir kişidir – arkasında onu destekleyecek hiçbir şey yoktur, tek varlığı kendisidir. Yine de, buna rağmen [sözünü duyurma] ihtimali yok değildir, önündeki olanaklar alanı tamamen kapanmış değildir; karşısında dikilen bir duvar yoktur, halbuki bir topluluğa dahil olsa ya deli muamelesi görür ya da intihara sürüklenir – Salon’un (tabii bu arada grandes écoles’lerin de) nice insanı intihara sevk ettiği vakidir.
Bir alan içerisinde, her alanda farklı derecelerde olmak kaydıyla, aşılmaz bir atalet kuvvetini devreye sokan, ve bazen o alanda resmî olarak el üstünde tutulan değerlerle çelişen billurlaşmalara rastlanır. Başka deyişle, sözgelimi çok sayıda taraftarı ve arkasında yeterli toplumsal desteği olduğu sürece, alan içerisinde kabul görmek için yapılması gerektiği söylenen şeylerin tersini yapan kimi insanlar olacaktır.
Yayıncılık örneğini ele alalım: Bu alanda ilke olarak, keşif ve avangardizm; yazarı harcamaktansa zararına yayın yapmak gibi değerler benimsenir; hatta daha sinik olanları, bazen açık açık, nasıl para kaybedileceğini bilmeniz gerektiğini söylerler. Alanın belirli bir durumuyla –mevcut durumuyla– ilgili olan bu değerler, yayıncıların kutsal kitabına altın harflerle nakşedilmiş resmî değerlerdir. Fakat, paranın, çok-satarların, reklamın, basın tanıtımlarının, hileli ödüllerin, gerçekte edebiyat ödüllerine ve edebiyat eserleriyle ilgili sözümona tarafsız incelemeler yayınlaması gereken gazetelere sızmak üzere oluşturulmuş tanıdık ağlarından müteşekkil seçici kurulların vs. istilasıyla, bu değerlerin altı gün geçtikçe daha da oyulmaktadır.[1] Yayıncılığın resmî tanımıyla çelişen yığınla olay var, ki bu resmî tanım, bir maske işlevi görmekle birlikte, hâlâ iş başında olmaya devam ediyor. Bu resmî tanımın, ne yazık ki gerçekleri çarpıtan ve göz boyayan etkileri hâlâ devam ediyor.
Dolayısıyla, bir alan haline gelmek, mutlak özerklik, katıksız özgürlük katına yükselmek demek değil. Matematik alanının, ancak bir matematikçi olmanız şartıyla girebildiğiniz ve içinde matematikten başka bir şeyle iştigal etmediğiniz bir alan olduğu doğrudur. “Sanat için sanat”la iştigal etme iddiasındaki estetik hareket için de aynı şey geçerli. Bununla birlikte, en özerk alanların bile, üzerlerinde etkide bulunan alandışı ilişkileri vardır. Sözgelimi bugün televizyon hemen hemen her alan üzerinde etkide bulunur. Televizyon Üzerine adını taşıyan kısa kitabımda anlatmak istediğim şey tam da buydu ama yanlış anlaşıldı: Edebiyat, sanat, hukuk ve siyaset alanlarının, bugün televizyonun üzerlerindeki etkisi yüzünden özerkliklerini kaybetme tehlikesi altında olduğunu göstermeye çalıştım. Vaktiyle devlet eliyle, III. Napoléon veya Kont van Nieuwerkerke[2] eliyle hayata geçirilen şeyler, bugün bilhassa televizyonun aracılığıyla meydana geliyor; çünkü televizyonun kesin surette özerk hiyerarşileri altüst etme, ve mesela şu şu kişinin filozof olduğunu veya olmadığını söyleme gücü var.
Bourdieu’nün College de France’ta Manet üzerine verdiği 10 Şubat 1999 tarihli dersten seçilmiş pasajlar. Kaynak: Pierre Bourdieu, Manet: A Symbolic Revolution, “Lectures at the Collège de France (1998–2000) followed by an unfinished manuscript by Pierre and Marie-Claire Bourdieu”, çev. Peter Collier ve Margaret Rigaud-Drayton (Polity Press, 2017).
[1] Bkz. Bourdieu, “A Conservative Revolution in Publishing”, çev. Mieranda Vlot ve Anthony Pym. Translation Studies, 1/2 (2008), s. 123-153.
[2] Émilien van Nieuwerkerke (1811-92), Hollanda kökenli Fransız heykeltıraş, Ulusal ve Emperyal Müzeler Direktörü. Özellikle İkinci İmparatorluk döneminde Salon’un düzenlenmesinden sorumluydu ve çöküşüne kadar İkinci İmparatorluğun kültür politikalarında çok önemli rol oynamıştı.