21. yüzyılda sömürgeciliğin geçerliliğini yitirdiği düşüncesi yanılsamadan ibarettir. Sömürgeciliğin geçmişte kalmış bir olgu olduğunu düşünmek ve meseleye bu şekilde yaklaşmak, sorunun varlığını inkâr etmektir. Öte yandan, klasik yerleşimci sömürgeciliğin günümüzde 18. ve 19. yüzyıllardaki kadar yoğun ve gözle görülür şekilde yapılmadığı bir gerçektir. Ancak, insanlığın yerleşme ve sömürgeleştirme hevesi artık dünya sınırları içinde kalmamaktadır. Bir güç gösterisi vitrini olarak müzeler, kolonyal yapılarıyla baş etmeye çalışırken, kolonizasyon tartışmaları bu gezegenin sınırlarını aşıp uzaya taşmış durumdadır. Yıldızların ve gezegenlerin kolonizasyon yarışı, uzay odaklı girişimcilerin ve şirketlerin öncülüğünde devam ediyor. Elon Musk (SpaceX), Jeff Bezos (Blue Origin), Richard Branson (Virgin Galactic), Peter Diamandis (Zero Gravity Corporation), United Launch Alliance (Lockheed Martin Space System ile Boeing Defence, Space & Security arasındaki ortak girişim) uzayın kolonizasyonuna yatırım yapan girişimci ve şirketlerin yalnızca birkaçıdır. Uzayın kolonizasyonu girişimi, kolonizasyon fikrinin şirket kolonyalizmi şeklinde hâlâ güçlü bir şekilde canlı olduğunu gösteriyor. Sömürgeciliğin temel hedefi, hammadde ve kaynakların yağmalanmasıydı. Uzay madenciliği (yoksul ülkelerdeki diğer kaynaklarla birlikte) bu yağmanın yeni şeklidir.
Mars’ın kolonizasyonu tartışmaları hakkında yapılmış bir meme: “Mars'ın henüz kolonize edilmediğini fark eden İngilizler”, Kaynak: Reddit
Öte yandan askerî ve ticari kolonyalizm, tarihte olduğu gibi birlikte hareket etmeye devam ediyor. Donald Trump tarafından yetkilendirilen ABD Uzay Gücü (United States Space Force – USSF) bunun örneklerinden biri. Askerî uzay gücü yaratma girişimlerinin geçmişi Soğuk Savaş dönemine uzansa da, gerçekleşmesi 2019 yılını buldu. Yeni finanse edilen bu askerî güç, Mayıs 2020'de Boeing X-37B uzay uçağıyla ilk görevini başlattı. Şirketlerin, uzayın kolonizasyonu girişimleri için devletlerden ihale kapma çabaları, 19. yüzyılın sonunda Afrika kıtasında yapılan keşif ve yağma girişimlerinden paylarına düşeni kapma peşindeki şirketlerin yarışını hatırlatıyor.
Günümüz askerî-sanayi kompleksi içindeki rekabete örnek olarak, Elon Musk'ın SpaceX'i tarafından 2,9 milyar dolara kazanılan ve Jeff Bezos'un Blue Origin'i tarafından mahkemeye taşınan NASA'nın aya iniş görevi için verilen teklif gösterilebilir.[1] Hangi çağda olursa olsun, sömürge seferleri her zaman şirketler tarafından yönetildi ve desteklendi. 19. yüzyılın sonlarında Britanya İmparatorluğu'nun Afrika seferleri, British North Borneo Company (1881), Goldie’s Royal Niger Company (1886), William Mackinnon’s Imperial British East African Company (1888) ve Cecil Rhodes’s British South Africa Company (1889) gibi İngiliz kuruluşlar tarafından yönetildi.
Otto von Bismarck ve Alman kolonyalizmini anlatan duvar metni, Humboldt Forum
Almanya sömürgecilik yarışına geç katılan bir ülkeydi ve sömürge imparatorluğu sadece otuz yıl sürdü. Afrika kolonilerindeki Alman yönetimi, tıpkı İngiliz İmparatorluğu’nda olduğu gibi şirketlerce idare edilmekteydi. Otto von Bismarck tarafından düzenlenen Berlin Konferansı (1884), Afrika’nın kaynaklarını yağmalamak için verilen mücadeleyi resmîleştirdi. İmparatorlukların Afrika'yı paylaşım planının yapıldığı bu konferans, sömürgecilik tarihinin dönüm noktası oldu. Dan Hicks, Afrika sömürge seferlerine yol açan Berlin Konferansı (1884) ile Birinci Dünya Savaşı'nın (1914) patlak vermesi arasındaki dönemi “Sıfırıncı Dünya Savaşı” olarak adlandırıyor[2] ve bu dönemde antropoloji müzelerinin Afrika'dan gelen yağmalanmış nesnelerle nasıl doldurulduğunu şöyle açıklıyor:
1884 Berlin Konferansı ile 1914'te Dünya Savaşı'nın patlak vermesi arasındaki otuz yıl boyunca, antropoloji müzelerinin faaliyetleriyle yağma yeni bir boyut kazandı. Bu vahşi müze [brutish museum], egemenlik adına şiddetin uzatılmasından ibarettir. Bu sömürge müzeleri, yeni bir tür beyaz üstünlüğünün altyapısı haline geldi. 'İlkel' veya 'yozlaşmış' olarak sınıflandırılan sanatın çalınmasını ve halka açık sergilenmesini içeren şiddetli askerî operasyonlar, 20. yüzyılın dehşetini haber veren beyaz üstünlüğü ideolojisinin önemli bir parçasıydı. Ulusal kurumlarımızın bu vahşi suç ortaklığında birbiriyle yarışması utanç vericidir.
Vitrin içinde ayakları zincirlenmiş bir şekilde teşhir edilen heykel, Humboldt Forum
Müzeler bu yağmalanmış eserlerle dolu olduğu sürece kolonizasyonun sona erdiğini düşünmek mümkün değildir. Sömürgeciliğin toplumlarda açtığı yara, kabuk bağlamak şöyle dursun, hâlâ açıktır ve yeni kolonyalist uygulamalarla kanatılmaya devam etmektedir. Dolayısıyla dekolonizasyon kavramı ve bu yöndeki çabalar, kolonizasyonun geçmiş çağlara ait bir tahakküm sistemi değil, güncel bir kültürel ve ticari üstünlük doktrini ve pratiği olduğunun bilinciyle değerlendirilmelidir.
[2] Dan Hicks, Brutish Musesum: The Benin Bronzes, Colonial Violence and Cultural Restitution, 2020