Geçtiğimiz yılın çoğunu, gazeteciler ve kuramcıların genellikle “Alt-Right” olarak tanımladığı Breitbart, r/the_donald ve benzeri Facebook sayfaları gibi milliyetçi ağların estetik eğilimleri üzerine kapsamlı bir araştırmayla geçirdim. Neo-faşist grupların çevrimiçi ortamdaki yükselişi, milliyetçi ve yerlici düşüncenin dünyadaki yükselişinin bir yansıması niteliğinde. Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (Independence Party), Trump kampanyası, Avusturya’nın Hürriyet Partisi (Freiheitliche Partei Österreichs), Fransa’daki Ulusal Cephe (Front National) ve Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (Alternative für Deutschland) son seçimlerdeki başarıları da bu yükselişi kanıtlıyor. Alt-Right’ın estetiğine girmeden evvel, faşizm derken neyi kastettiğimi kısaca açıklamam gerekiyor. Faşizm, çok fazla tanımı olan ‘amorf’ bir kavram. Bugüne dek, Deleuze ve Guattari, Walter Benjamin, Arthur Rosenberg, Wilhelm Reich ve daha nice düşünür bu kavram için tanımlar geliştirdi. Çocukluğunu Mussolini’nin faşist yönetimi altında yaşamış, göstergebilimci Umberto Eco’nunki benim için faydalı bir tanım oldu. “Ebedi Faşizm” (Ur-Fascism) başlıklı denemesinde Eco, faşizmin temelini oluşturan unsurları ve alışılageldik retorikleri tanımlıyor (Ancak Eco’nun tanımı, faşizmi ortaya çıkaran mekanizma değil faşizmin görünüş ve algılanış biçimleri’nin tanımlanmasıyla sınırlı).[1] Eco’nun ortaya koyduğu unsurlar arasında Alt-Right estetiğine ilişkin araştırmamda referans aldıklarım şunlar:
I. Kadim geçmişi ülküleştiren gelenek kültü
(Bunun örneğini Amerikalı siyasetçilerin kampanya sloganı “Make America Great Again” ya da Mussolini’nin Roma’yı yeniden inşa etme çağrısında görebiliriz. Bu çağrıya son olarak beyaz milliyetçisi Richard Spencer da başvurdu.[2])
II. Farklılıktan duyulan korku; bu farklılık cinsel, cinsiyete ilişkin, dinsel ya da ırksal olabilir.
III. Saplantılı bir cinsel politika güden erkeklik kültü. (Çevrimiçi ortamlarda kız kaldırma söylemleri ve çekirdek aile düzeninde heteronormatif cinsiyet rollerine atıflar).
IV. Eleştiriye, akla ve halk temsiline dayalı parlamenter yönetime düşmanlık.
V. Sürekli savaş haline inanç ve bunu karşılayan eylem için eylem kültü.
VI. Teknolojiye tapınma; ama Aydınlanmacı bir saikle değil, dizginleri ele alıp eşitsizlikçiliğin yeniden tesisi için.
Çevrimiçi ortamda faaliyet gösteren neo-faşist topluluklar, yani Alt-Right mensupları, çok farklı gruplardan oluşsa da, (Eco’nun “ebedi faşizm” kriterleri arasında saydığı) kriterler bu grupların hepsi için geçerli: otoriterliği demokrasiye tercih etmek; ‘bilimsel’ ırkçılık; makbul bir kavram olarak “insan biyoçeşitliliği”ne karşı olma kisvesi altında kadın düşmanlığı (mizojini); ana-akım medyanın liberal kanallarınca yayıldığını düşündükleri sol kültür hegemonyasına, eğlence endüstrisine ve akademiye karşı şüphe. Bu gruplar arasında ekonomiyle ilgili görüşlerine göre bir ayrım yapmaksa oldukça zor; çünkü korumacılık, serbest piyasaya dayalı küresel ‘turbo-kapitalizm’ veya ‘anarko-kapitalizm’ olsun, bu grupların hepsinde yer buluyor.
Alt-Right’ın Görünümleri[3]
Alt-Right, ideolojik eğilimlerine göre çeşitli gruplara ayrılmaktadır. Bu eğilimleri, bu toplulukların internet üzerinde biraraya geldikleri (pek de kamusal sayılmayacak) “kamusal alanlarda” gözlemlemek mümkün. Aralarında en yaygın olanları sosyal haber paylaşım sitesi reddit.com ve görsel tabanlı bir forum olan 4chan.org. Bu kanallar aracılığıyla dolaşıma giren yaratıcı propaganda imajları, sosyal medyada yayılıp, siyasi liderlerlerin, aktivistlerin, gösteri ve eğlence dünyasından isimlerin Twitter hesaplarına ve elbette ulusal bilince nüfuz ediyor. Alt-Right’ın belirleyici özelliği, milliyetçilik. Milliyetçi ideoloji içinde de, bilhassa Yahudi halkı ve İsrail söz konusu olduğunda farklı kademeler söz konusu. Ekonomik milliyetçiliğe daha yakın duran grupların temsilcileri günümüzde bu ideolojinin ana-akım figürleri olarak düşünülebilir, çünkü söylemlerinde ırk ve din gibi toplumsal konulara pek değinmezler. Ama Alt-Right grupların retorikleri genelde bariz biçimde ırkçı, çoğunlukla anti-Semitik bir tondadır. Bu da, Trump yönetiminde vücut bulmuş, İsrail’in sadık taraftarı, ekonomik bakımdan milliyetçi gruplarla tezat bir durum.
Alt-Right’ın dinsel-felsefi temelleri de ikiye ayrılabilir. Biri, geleneksel manasıyla dinin eşitsizlikçi yorumlamalarını benimsemiş bireyler ve hareketler. Belki Julius Evola’nın “manevi ırkçılık” (spiritual racism) kavramından hareketle, çeşitli Alt-Right topluluklar Hıristiyan mistisizmini, Zen Budizmini ve Hindu çoktanrıcılığını yeniden ele almış, bundan da şaşırtıcı biçimde Beyaz Üstünlüğü anlayışını çıkarsamıştır. Alt-Right’ın diğer temeli ise, çok daha teknokratik, hiper-kapitalist neo-faşizm. O da ırkçı sınıflandırmanın özündeki eşitsizlikçi hiyerarşinin geçerliğinin ispatı için piyasaya, turbo-kapitalizme ve “ampirik” bilime bel bağlar. Bu tarihsel alegori aslında çelişkilidir: Alt-Right’ın maneviyatçı kanadı, Julius Evola’nın faşizmindeki (Mussolini’ye hayli uygun bir kavram olan) maneviyat savıyla uyumludur; tekno-determinist kanat ise biyolojik temellere yaslanan Nazi ırkçılığını benimser. Ama bu iki eksen birbirine karşıtmış gibi görünse de tezat oldukları düşünülmemelidir; çünkü eksenler asli ve ilişkiseldir, milliyetçi ideolojideki ve inançtaki varyasyonların ifadeleridir.
Ekonomik Milliyetçilik
Alt-Right içindeki gruplardan biri olan ve “ekonomik milliyetçiler” olarak ifade ettiğim grup, Alt-Right’ın en bilindik kesimini oluşturuyor. Bugün ABD hükümetinin idari kanadında onların yer alıyor olması tartışılabilir. Ekonomik milliyetçiler, haber ağı Breitbart News’in yöneticisi Steve Bannon’ın Trump’ın yeni strateji uzmanı olarak atanmasıyla, seçilmiş başkanın sağ kolu haline geldiler. Bannon ve Trump’ın yanı sıra, kendilerini Alt-Right’ın nüfuzlu iştirakçileri olarak tanımlayanlar arasında Breitbart, onun teknoloji editörü Milo Yiannopolous ve Milliyetçi Cephe gibi uluslararası popülist akımlar da yer alıyor. Bu akımların, figürlerin ve yayınların bazı çevrimiçi topluluklar içerisinde taraftarları da mevcut. Çevrimiçi faaliyet gösteren bu topluluklar, oyuncu (gamer) kültürünün mensupları olarak ve geçmişte manosphere olarak bilinen platformla tanımlanıyor. Manosphere (Erkek+sfer), ismine uygun şekilde, anti-feminist erkeklerin internet üzerinde haklarını savunan grupların birlikteliği. Bu gruplar arasında r/theredpill, r/mgtow[4] gibi alt-oluşumlar, bodybuilding.com ve çeşitli ufak bloglar gibi forumlar yer alıyor.[5] Manosphere ayrıca, kadın kişilikleri birer patolojik vaka olarak ele alan ve onları tavlamak için çeşitli deneysel stratejiler geliştirmeyi amaçlayan, kız kaldırma ya da tavlama derslerine de odaklanıyor. Sosyal medyada tanınmış bir kişi olan Mike Cernovich, manosphere’de popüler bir figür. Yakın zamanda New Yorker’da yayınlanmış “Trump’ın Trolleri” başlıklı bir makalede de konu edildi.[6] Cernovich; cinsiyetçi özcülük, kız kaldırma sanatı, “alfa-erkek” kültürü, tecavüz savunuculuğu, anti-feminizm ve ‘kırmızı hapı’ almak[7] başta olmak üzere manosphere’in çıkarlarının bir özeti niteliğindeki Goril Mantığı (The Gorilla Mindset) kitabının yazarı.
Yukarıdaki görsel, Edgy Memes and Fashy Dreams’in Facebook sayfasından alındı. Bu sayfada pek çok ırkçı ve faşist mem’e (meme) rastlıyoruz. Bu görselde de hayvansı görünüme sahip siyahi bir erkek, beyaz bir kadını takip ediyor, bu sahne pek çok faşist hareketin temelindeki dünya algısını özetliyor. “Öteki”, hem insan dışı bir yaratık hem de varoluşsal bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor: Umberto Eco’nun ifadesiyle, “hem çok güçlü hem de çok zayıf”. Bu durum manosphere ve bilgisayar oyunları etrafında biraraya gelmiş grupların birbiriyle ne kadar örtüştüğünü de gösteriyor. Bu görselde, oyunun ambalajında birer sanallık göstergesi olarak karşımıza çıkan şeyler (oyun kapağı tasarımı, logo ve Avrupa Simülatörü 2016 ismi), gerçek dünya modeline dayalı bir simülasyonun parçaları. Bu manzarada bilmediğimiz kimse yok; yabancı olan şüphesiz ki biz değiliz, çünkü bu simülasyona aslında eril bir alandan dahil oluyoruz, kurban biz değiliz. Biz sadece simülasyonun kendisi olabiliriz. Burada, Alt-Right’ın fazlaca arzuladığı bir motifle karşı karşıyayız. Nihayetinde, Alt-Right dünyayı anlamlandırmak ve düzenlemek için teknolojiye tapınır. Bu; beyaz olmayan insanların hem pratikte hem de bilimsel bakımdan zapt edilmesi, toplumdan dışlanması ya da ortadan kaldırılması gereken yaratıklar olduğunun bilim tarafından da ortaya konacağına ve böylece ırksal eşitlik anlayışının geçersiz kılınacağına inancın ifadesidir.
Burada cinsel-politik fantezinin rolü de yadsınamaz elbette. Örneğin, göçmen karşıtı retorik, stratejisi gereği, 2016’da Köln’deki yeniyıl kutlamalarında gerçekleşen cinsel saldırılar gibi herkesin malumu korkunç olayları kaynak gösterip göçmenleri birer tecavüzcü olarak konumlandırmıştır. Trump’ın, seçim kampanyası boyunca Meksikalıları tecavüzcüler olarak etiketlemesi de bu korku tellallığına dayalı stratejiye benzer bir tavırdır. Yine de, söz konusu tecavüz tehdidinde çelişkili bir durum vardır: Manosphere, tecavüzcüyü savunma ve kurban olanı suçlama eğilimindedir. Ama bu görselden çıkacak sonuç, Alt-Right ve ona mensup manosphere ahalisinin tecavüzü onaylaması değil, tecavüzcünün siyah olmasıdır. Siyahi bir erkeğin beyaz bir kadınla sevişme ihtimaline ilişkin pompalanan bu korku ve tiksinti, bazı düşünürler tarafından da ele alındı. Bunlar arasında en bilineni Frantz Fanon[8] ve Malcolm X’in[9] daha otobiyografik bir tarzda yazdıklarıydı. Donald Trump’ın, parkta koşan genç beyaz bir kadına tecavüzle suçlanan ve “Central Park Beşlisi” olarak anılan bir grup siyahi ve Latin Amerikalı gencin idamını talep ettiği tam sayfa ilan ile bu görsel arasında bağlantı kurmak da çok zor değil. Öyle ki DNA testiyle bu gençlerin aslında suçlu olmadıkları kanıtlandıktan sonra bile Trump’ın bu olaya bakışı hiç değişmedi.[10]
Siyahi erkekleri birer tecavüzcü olarak gören bakış, alternatif sağın küfür mahiyetinde kullandığı bazı ifadelerde de kendini gösteriyor. “Top” ya da onun bir benzeri olan “godoş” (cuck) kelimesi, yumuşak, “beta” ya da hadım edilmiş erkek manasında kullanılıyor. Bu sözcük hâkim politik söylemde de yaygın; conservative (muhafazakâr) kavramına atıf yapan cuckservative, göç gibi zorlu meselelerle uğraşıp bu konuyla ilgili ılımlı yollar bulmaya çalışan muhafazakârlar için kullanılıyor.
Yine ırkçılık konusuna dönersek, şunu belirtmek gerekir ki cuck kelimesi bariz biçimde ırka gönderme yapıyor. Çünkü bu kelime, boynuzlanmayı; beyaz erkeğin, karısını siyahi bir erkekle sevişirken izlediği bir porno türünü ifade ediyor. Avrupa Simülatörü 2016’nın kapak görseli aşırı sağın gelecek ülküsünü de yansıtıyor, şayet göç politikası liberal sol tarafından yönlendirilirse sonuçlarının ne olacağını tarif ediyor. Sonuç da Alman Hıristiyan Demokratlar’ın malum ikonografisi ve kapağın altında yer alan Avrupa Birliği bayrağı. Bu yüzden, İmparator Tanrı’nın ta kendisi olan Donald Trump’ın etnik Ötekilerin oluşturduğu ilkel sürü karşısında kutsal beyaz kadının koruyucusu olarak sunulması şaşırtıcı değil.
Trump’ın güneşvari tasvirleri, Manişeist bir harp meydanını; genelde arka planda duran gösterişli antik çağ mimarisi de Mussolini’nin Yeni Roma İmparatorluğu vaadini ya da Hitler’in “Büyük Almanya Sanatı Sergisi”ni çağrıştırıyor. Trump’ın, benzer şekilde gösterişli ve şatafatlı olan kişisel zevkine bakıp bu klasik faşist estetiği kendisinin tercih ettiğini söylemek zor olmasa gerek. Görsellerdeki erkeklik kültü aşikâr; örneğin Marine Le-Pen, başkahraman olduğu görsellerde dahi bariz biçimde androjen. Savaş ve teknoloji estetiği, Alt-Right gençliğinin zevkine uygun olarak güncelleniyor. Bunun örneklerini, rol yapma oyunu Warhammer’da, Kurbağa Pepe memlerinde, Matrix, Blade Runner, Dragonball Z gibi filmlerdeki trans-insan estetiğinde ve Counter Strike gibi video oyunlarında gözlemliyoruz. Hepsi fütüristik savaşlara dair en yeni kavramları içeriyor. Yine, Birinci Haçlı Seferi’nin, çeşitli paylaşımlarda rastlanan güncel görüntüleri ırkçı anlatılarla biçimleniyor. İlk haçlı seferinin kült çağrısı “Tanrı İstiyor” (Deus Vult), bu görüntülerin altına yazılan yorumlarda durmadan tekrarlanıyor.
Bu fütüristik şanlı savaş makinası, siyahi tecavüzcülere, Suriyeli teröristlere, Çinli bürokratlara ve Yahudi kültürel Marksistlere karşı muhtemel bir kalkan. Tıpkı Soğuk Savaş döneminde teknolojiye yatırımların sonuçlarının savunma alanı dışına sirayet etmesi gibi, bu şanlı savaş makinesini üreten mekanizma da bizi ayın ötesine taşıyacak. Kırmızı renkli, “Make America Great Again” yazılı Trump şapkaları takan astronotların, (yine bir Trump şapkası takan) Newt Gingrich’le birlikte görüntüleri Gingrich’in 2012 kampanyasında kullandığı Ay’ı kolonileştirme (şaka değil!) vaadine de doğrudan gönderme yapıyor.[11] Burada, neo-faşizmin yayılmacı retoriğine tanık oluyoruz; tıpkı bilimin bizi siyaseten doğruculuktan kurtaracağı gibi o da bizi dünyanın sınırlarının ötesine taşıyacak.
Uzay kolonyalizmi kavramı, Alt-Right’çı bir trend öncüsünün müziğine de ilham veriyor. Vaporwave, müzikle faşist estetiği harmanladığı tarzıyla Galactic Lebensraum ya da CYBERNAZI, müstakbel dijital uzay imparatorluğunun fon müziğini çalıyor.[12] Burada aynı zamanda sonsuzluğa, belki de sınırsız büyümeye dayalı kapitalist mantıkla biçimlenmiş milliyetçi yayılmacılığa bir vurgu var. Bu, Trump’ın kariyer hikâyesinin bir izdüşümü elbette. Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları’nda yayılmacılığın, bir siyasal doktrin olarak, nasıl doğrudan özel sektörden beslendiğinden bahsediyordu.[13] Bu nedenle, Trump’ın bir ticari sermayedar (ya da en azından, bir ticari sermayedar sembolü) olarak deneyimi, neo-faşistlerin yayılmacılık hayalleriyle kendilerinden geçmelerini sağlıyor.
Mekanikleşmenin kapsamı, uzayın kolonileştirilmesinden de öteye uzanıyor. Alt-Right estetiği, kişinin eninde sonunda insan formunu aşarak cinsel ıstıraplarından ve belirsizliklerinden kurtulması beklentisini taşıyor. Kimi görüntülerin intihara yönelik imaları da var. Örneğin, izleyicinin Trump’a bakıp duygularını birer sayıdan ibaret gördüğü bu görsel, kişinin insani durumunun ötesine geçmeye meylettiği, bir tür kendine dönük şiddeti de barındırıyor. Bu makineleşmiş intiharın sebepleri çokkatmanlı; Orta Amerika’da beyaz erkekler arasında intihar oranının çok yüksek olmasının normalleşmesi ya da Trump’ın başkanlığının çevre üzerindeki sonuçlarına ilişkin farkındalık eksikliğinden bahsedilebilir. Propaganda nitelikli bu görüntüler, cinsel, epistemik, ırksal, fiziksel ve kendine yönelik olmak üzere çok sayıda şiddet temsili barındırıyor. Susan Sontag, Leni Riefenstahl üzerine çalışmasında faşizmi bariz bir ölüm kültü yaratımı olarak tanımlamıştı; neo-faşizm estetiği bu iddiayı yeniden doğruluyor.[14]
Beyaz Milliyetçiliği, Etnik Milliyetçilik ve Nazizm
Alt-Right’ın bariz faşist bir kanadı da var elbette: böyle tanımlanmaya hiç itirazı olmayacak hakiki neo-Naziler ve beyaz ırkçılar. Yaptığım araştırmada karşıma çıkan görüntülerin çoğunun kaynağı, Daily Stormer adlı dijital yayın. Daily Stormer, eski Nazi yayını Der Stürmer'in güncel versiyonu. Stormer’ın sayılarından birinin kapağında “Yahudiler bizim talihsizliğimizdir” (Die juden sind unser unglück) başlığıyla aşağıdaki resim yer alıyor.
Devamındaki içerik, bir başka Alt-Right web yayını olan Right Stuff’tan geliyor: “Fash the Nation” ve “The Daily Shoah” isimli iki podcast. (“Shoah” İbranicede soykırım anlamına geliyor.) Yakın zamanda medyanın çokça ilgisini çekmiş iki kurum da bu kategoriye dahil: Son DC yürüyüşündeki varlığı The Atlantic[15] tarafından konu edilmiş Richard Spencer’ın yönetimindeki Ulusal Politika Enstitüsü ve Harvard Üniversitesi’nde bir zamanlar Japonca profesörü olup sonradan beyaz milliyetçiliğini benimsemiş Jared Taylor tarafından kurulup yönetilen American Renaissance dergisi.
Bu topluluklar içinde dolaşan çoğu görüntü, Nazi propagandasına doğrudan gönderme yapıyor (ve bu yüzden ne yaratıcı ne de ilgi çekiciler); ama Alman faşizminin bir çeşit teknokratik idealizmle güncellenmesi gibi, bu türden görüntüler de güncelleniyor. Daily Stormer’daki konulardan biri, bilhassa bu neo-Nazi topluluklarının estetik zevkini ortaya koyuyor; 1980’lerin çizgi roman ve bilimkurguları normatif cinsiyet rollerini, hiper-eril fütürist kahramanları, hiperseksüel kadınları ve bedensel sınırlarını teknolojik yeniliklerle aşan çeşitli karakterleri pompalıyordu.
Bu görsel, Kaptan Amerika serisinin ikinci filmindeki bir sahneden. Marvel Comics’in kurgu karakteri Nazi Kırmızı Kafatası (Red Skull) ve onun üstünde de mekanik otomatları andıran Nazi asker kafaları görülüyor. Bir diğer görsel ise bir sayborga ait. Kırmızı Kafatası’nın sözleri, Alt-Right’çıların, bizzat yarattıkları siyasal koşullar tarafından yok edilebileceklerinin farkında olduklarını ifade ediyor. “Üçlü parantez”in kullanılmasıyla bilinen bu sahne, dijital bir “altın yıldız” mahiyetinde. (Üçlü ya da yankı imgesinden ötürü ‘eko’ parantez, (((…))) şeklindedir ve metinlerde Alt-Right’ın pek çok kesimi tarafından, Yahudi soyundan gelen kişiyi işaretlemek için kullanılır.)
Google Chrome’un türevi niteliğinde bir tarayıcı geliştirildi ve bu tarayıcıda Yahudi soyundan gelen herkesin adı üçlü parantez içine alınıyor. Bunda amaç; kültürel hegemonyaya ilişkin bir komplo teorisinden hareketle, Yahudilerin farklı medya kuruluşlarındaki gücüne dikkat çekmek. Faşist anlayışın eleştirelliğe düşmanlığının bir uzantısı olmalarının yanı sıra, bu üçlü parantezler, aslında Alt-Right’ın idollerinden,[16] eski muhafazakârlığın (paleo-konservatif) sözcüsü Pat Buchanan’ın “kültürel Marksizm”e ilişkin komplo teorisinin de bir uzantısı. Buchanan’ın teorisi, doğrudan Frankfurt Okulu’ndan (ve dilsel tanımlama, siyaseten doğruculuk ve kimlik politikaları gibi formlarda karşımıza çıkabilen diğer ideolojilerden) çıkan eleştirel düşünceyi hedef alan bir anti-semitizm olarak da okunabilir.
Bu görsel, Trump’ın seçim zaferinin ardından dolaşıma girenlerden biri olup, seçim haritası söz konusu olduğunda, Seçiciler Kurulu’nun nasıl ırk ve cinsiyete göre sınıflandırma yaptığını gösteriyor. Çokkültürcülük ve hoşgörünün insan ırkını ilerlemekten alıkoyduğu savını kanıtlamak için kimlik politikasını kullanıyor. Bilimsel potansiyelini gerçekleştirmenin insan ırkının sorumluluğu olduğu fikri, Alt-Right’ın entelektüel kesimi açısından tartışmasız olduğu kadar Francis Fukuyama, Elon Musk ve Peter Thiel gibi çok sayıda kültürel figür tarafından da benimsenmiştir. Bu görsel de, bu tür bir mantığın, beyaz üstünlüğüne nasıl yön verebildiğini gösteriyor.
Bu mem’ler “Counter-Signal Memes for Fashy Goys” isimli bir Facebook sayfasından. “Goys”, Yahudi olmayan kişileri ifade eden “goyem” teriminin kısaltılmış hali, “fashy” ise internette hem faşizm hem de modaya uygun (fashionable) anlamında kullanılan bir argo deyiş. Bu deyiş gayri ihtiyari biçimde, Mussolini’nin faşizmin insanların hayatına nasıl “tarz” getirdiğini dile getirdiği 1919 tarihli Napoli konuşmasını anımsatabilir.[17] Bu mem’de gördüğümüz karikatürler, solcu tiplemeleri; onların “hashtag aktivizmi” gülünç, kimlik politikaları da kof ve dolambaçlı olarak gösteriliyor. Alt-Right’çılar nazarında “kimlik politikası” kavramının “kültürel Marksizm”e denk olduğu düşünülürse, faşistlerin Yahudileri karikatürleştirirken kullandıkları estetik stratejilerin (aşırı çarpık dişler ve aşırı büyük burunlar en malumları) genelde solcu stereotipler için de geçerli olması şaşırtıcı değil (renkli saçlar, piercing’ler, belli tipteki saç kesimleri, sütyen takmayan kadınlar vs.). Bu afili liberal figür, muhafazakârların pek sık başvurduğu abartılı bir stereotiptir; bu taktik şüphesiz Kerry, Gore ve Clinton’a karşı da kullanılmıştır. Bu strateji, büyük Yahudi komplosu ya da Trump’ın “Washington Düzeni”ni bir “batak” olarak damgalayan hâkim retoriğinden pek farklı değil. Burada, eleştirel düşünceye; sorulara cevap vermekten ziyade soru soran, indirgemeciliktense meseleleri tüm karmaşıklığıyla ele almayı yeğleyen tavra doğrudan bir itiraz vardır. Bu, Alt-Right’ın, Freud’un (terimin hem ırksal hem de cinsiyetçi anlamıyla) kara kıtadiye tabir ettiği şeye sırtını dönmesi olarak anlaşılabilir. Öteki olma deneyimini hiçbir zaman bilemeyecek ya da anlayamayacak oluşun verdiği ontolojik bir boşluk vardır; bu yüzdendir ki o da temsile ve görüldüğü üzere parodiye sığınır.
Ezoterizm ve Maneviyat
Alt-Right’çı entelektüel gruplar, her ne kadar bloglarını, manifestolarını, e-kitaplarını vs. görsellerle destekleseler de, ana propaganda aracı olarak mem’lere başvurmazlar. Daha ziyade, onlara işaret etmeyi, onları göze sokmayı ve yüceltmeyi amaçlayan metinler yazmayı tercih ederler. Ancak bu, metinlerden bir estetik çıkarımda bulunulamayacağı anlamına gelmiyor. Aksine, görsel dilleri yeterince zengin olmadığı için, metinlerin bağlamı ve özgünlüğü oldukça önemli. Alt-Right’ın hem ivmeci (accelerationist) hem de maneviyatçı kanadı geniş bir ortak kanona sahip, ama öncelikle İtalyan proto-Faşist düşünür Julius Evola’nın çizdiği çerçeveden hareket ederek bu iki görüşü kıyaslayacağım. Sonra, bu iki görüşün ortak bir özelliği olarak Doğu ve Güney Asya’ya yönelik ilgilerini ele alacağım. Son olarak da Asya’nın, söz konusu bir gelecek vizyonu olduğunda eşitsizlikçi görüşlere sahip bu iki grup için hem tarihsel bir ilham hem de bu vizyonlarını uygulayabilecekleri pür bir alan oluşuna değineceğim.
Julius Evola, Alt-Right’ın maneviyatçı kanadının fikir babası olarak kabul edilebilir. Mussolini’nin hayranlık duyarak okuduğu ve Nazi yayınlarında rağbet görmüş bir isim olarak Evola hakkında, bugün Alt-Right bloglarında da hayranlık dolu yazılar yayınlanıyor.[18] Evola’nın düşüncelerine ilişkin güncel bir sorgulama bu yazının genel amacı için aşırı kaçabilir. Evola’nın ırksal eşitsizlik temelli iki görüş arasında yaptığı ayrımdan faydalanmamın sebebi ise, Alt-Right’ta ivmeci ve maneviyatçı görüş arasındaki farkı anlatmak istemem. Cardiff Üniversitesi’nden tarihçi Paul Furlong, Julius Evola’nın Toplumsal ve Siyasal Düşünceleri’nde, Evola hakkında şunları yazıyor:
Irk (doğaüstü) bir hiyerarşinin ifadesidir. Bu yüzden ilahi bir dürtünün izdüşümü, biyolojik ve tinsel nitelikte bir insani ortaklık formudur… Evola biyolojik ırkçılığı reddetmez ama ona pek önem de atfetmez.[19]
Yani, Furlong, Evola’nın ırkçılığının bilimsel bilgiye dayalı Nazizm ırkçılığından farkını vurgulamak için, Evola’nın bilim temelli biyolojik hiyerarşiye başvurmadığını söylüyor.
Son olarak, Evola ile Naziler arasındaki bu görüş farkı, Alt-Right entelijansiyasındaki ivmeci ve maneviyatçı görüşler arasındaki farkın da önemli bir izdüşümüdür. Maneviyatçılar dinsel, duygusal, (ister geçmişten gelsin ister organik biçimde üretilsin) mitsel anlatılara dayanırken, ivmeciler makinelere, mantığa ve bilime dayanmaktadır. İlk olarak maneviyatçı kanadın estetiğini inceleyerek başlayacağım; bu kanat, bir anlamda, Trump kampanyasıyla retorik bakımından ortak özelliklere sahip, çünkü Trump, ırkçılığını bilimsel argümanların aksine kültüre dayandırmasıyla daha çok bir neo-luddit (teknoloji karşıtı) görünümü çiziyor.
Bu görselde Nazi/Budist tapınağındaki keşişler yerine tekrar eden Kurbağa Pepe motifini görüyoruz. Üç Buda figürü önünde, zombi ya da sayborg türü bir SS subayı lotus duruşunda görülüyor. Bu Buda figürleri dev bir Hitler mabedinin önüne dizilmiş. Görsel, beyaz üstünlüğünü öne koyup, Doğu imajını örtbas etmek için siyah beyaz. Bu tür tarihsel yeniden okumalar yeni değil; Budizmi beyazlaştırmanın tarihteki bir benzeri, Nazizmi Hinduizmle sentezlemenin yollarını aramış, “Savitri Devi” kod adlı Nazi okültist Maximine Portaz’da ve Evola’nın Hindu kutsal kitabına bolca referans yapan faşizminde de görülür. Sonuçta Alt-Right, Budist imgelemini beyazlaştırıp temellük ederek, kendi etnik milliyetçi görüşüyle ırk bakımından Öteki olanın kültürel becerilerini bağdaştırmıştır. Bu aynı zamanda, Alt-Right’ın, Milo Yiannopoulos’un “Müesses Muhafazakârın Alternatif Sağ Rehberi”nde kendinden övünç duymak olarak bahsettiği, istilacı ve coşkun niteliğidir.[20]
Elbette, Doğu Asya estetiği, Alt-Right’ın toplum beğenisinin iptidai bir göstergesidir. Yoksa, milenyum çağı genç beyaz erkek seçmenler, Alt-Right’ın bu çağdaş versiyonu çıkmadan çok daha önce anime ve bilgisayar korsanlarından etkileniyordu.
Atlantic Centurion’da yayınlanmış bu mem’de, genç Trump’ı, “Make America Great” yazılı tişörtleri giymiş ince anime kızlarıyla çevreli halde görüyoruz. Buda’nın ari bir din ikonu olarak yeniden inşasının, konuya ilişkin mem’lerin bir ibadetmişçesine tekrar tekrar paylaşıldığı bir retorik stratejisiye dönüşmesi gibi, bu mem de, Alt-Right’ın Asya (aslında Japon) kültürüyle bağdaştırabileceği ve beyaz üstünlüğünü onaylayan bir simge haline geldi. İzleyiciye enteresan gelen bu mem’de, kızların gözleri iri, tipleri abartılı ve belirgin biçimde daha Avrupai bir görünümleri var. Bunlar, medya kuramcısı Wendy Hui Kyong Chun’un Denetim ve Özgürlük’te ifade ettiği gibi, animelerde rastlamaya alışık olduğumuz gözlerden değil. Chun, Japonların Batı’yla ilişki kurmadan önce kendilerini Asyalı özelliklerle betimlediklerini aktaran Mary Grigsby’den alıntılıyor: “Batı’yla ilişki kurduktan sonra, bilhassa İkinci Dünya Savaşı ve bunun akabinde Japonya’nın ABD egemenliği altında yeniden inşasının ardından, Japon karakterler ideal Batı tipini yansıtmaya başladı: yuvarlak gözler, sarı, kızıl ya da kumral saçlar, uzun bacaklar ve ince vücutlar.”[21] Burada çelişkili bir durum dikkat çekiyor: Alt-Right tarafından hakir görülmesi muhtemel bir Avrupa-dışı sanat formu, Avrupa-merkezci bir ifadeye dönüşüyor. Anime kızının Batılılaştırılması Alt-Right izleyiciye hitap edebiliyor, çünkü yabancı ve muhalif olan da kendini beyazlaştırmaya çabaladığı ölçüde emperyalizmin başarısına dönüşüyor.
Trans-hümanizm, Sağ İvmecilik, Bilimcilik, Özgürlükçülük
Alt-Right’ın maneviyatçı kanadı, mezhepleşme pratikleri ve dijital temelli yeni nesil bir maneviyatın inşasıyla meşgul. Diğer yandan, Alt-Right entelijansiyası içindeki ve sağın kanaat öncüsü olarak düşünülen tekno-determinist kanat –yani neo-reaksiyonerler– turbo-kapitalizmi, teknolojik yeniliği ve trans-hümanizmi savunuyor. Josephine Armistead takma adlı kültür eleştirmeni, “Silikon İdeolojisi” başlıklı yazısında, neo-reaksiyonerliğin ana hatlarını çiziyor. Bu ideoloji; trans-hümanizme bağlılık, bir teknoloji CEO’sunun ya da bir yapay zekânın otoritarizmini demokrasiye yeğlemek ve “insan biyoçeşitliliği”ne[22] karşı olma kisvesi altında ırk ve cinsiyete yönelik özcü ve eşitsizlikçi tavırlar barındırıyor. Bugün, neo-reaksiyonerlik hızla radikalleşen Alt-Right’la çekişme içinde, ancak sözcüleri pek ortalıkta olmasa da neo-reaksiyonerliğin savunduğu fikirler Alt-Right içindeki tüm gruplara, ülkenin, Silikon Vadisi başta olmak üzere çeşitli bölgelerinde hâkim olan popüler siyasi söylemlere kadar nüfuz etmiştir.
Neo-reaksiyonerliğin fikir babası Curtis Yarvin, 2007-2014 yılları arasında Mencius Moldbug ismini kullanarak, “Unqualified Reservations” isimli bloğu aracılığıyla neo-reaksiyonerliğin temellerini attı. Yarvin, demokrasi ve eşitlikçiliği odağına almakla birlikte, bunlara en uzun soluklu katkısı “Katedral” olarak adlandırdığı şeye durmadan saldırmak oldu. Katedral; üniversiteler, ana-akım medya kuruluşları ve Yarvin’in sıkıcı, boğucu ve beyin yıkayıcı olarak nitelendirdiği eyalet meclislerinin birleşiminden oluşan bir bütün.[23]
Neo-reaksiyonerliğin Yarvin’den daha ünlü olan bir ismi de Nick Land. Medya kuramcısı, düşünür ve estetikçi olan Land, Warwick Üniversitesi’nde çalışıyordu. En tipik özelliği; kapitalizmin gelişimini hızlandırmamız gerektiğini düşünmesi, yani ivmeciliği savunması. İvmeciliğin, politik yelpazenin tamamında savunucuları var. Sol için ivmecilik, kapitalizmin yolun sonuna geldiğinin bir ifadesi ve o yüzden cazip; Sağ içinse, kapitalizmin yenilikçi yanları ekonomik ve yaşamsal açıdan faydalıysa cazip. Land’in ivmeciliği, kapitalizmin bedenleri parçaladığı, nüfusları kendine tabi kıldığı ve sonuçta toplumsal olanı erittiğiyle açıklanıyor. Ama bunlar Land için hiç de olumsuz değil; ona göre kapitalizmin yaratıcı kapasitesi bütünüyle beden üzerinden paraya dönüşür. Bu yüzden Land, kapitalizmi tırmandırmamız gerektiğine inanır. Ona göre bizler eninde sonunda, sadece niceliksel bir birim ya da aritmetik bir kavramdan ibaret olmayıp, daha ziyade nesne-odaklı program dillerinin, yapay zekânın, elektronik müziğin ve video oyunlarının içinde saklı olan kod düzenine tabiyiz.
Alt-Right’ın maneviyatçı grubu, Doğu Asya metinlerini, ivmeci neo-reaksiyonerlere mal ederken, bunu çok farklı bir işlev için yapar. Neo-reaksiyonerlik Doğu Asya’ya, bir tarihsel kazı ya da bir revizyon alanı değil, bir gelecek alanı olarak bakar: ya taklit edilecek fiilî bir modeldir Doğu Asya, ya da hiperkapitalist totaliter fantezilerle şekillendirilecek bir alan.
Fotoğraftaki kişi, Singapur’un otoriter lideri Lee Kuan Yew. Bu fotoğraf, Lee Kuan Yew’in 2015’te vefatının ardından, Nick Land’in “Outside In” adlı bloğunda yer verdiği bir ölüm ilanında kullanıldı.[24] İlanın başlığı “Büyüklük”tü ve burada yüceleştirilen şey, Lee Kuan Yew’in, daha kimse terimin ne demek olduğunu bilmezken, bir neo-reaksiyoner olmasıydı. Land’in öne çıkardığı bilgi ise, Kuan Yew’in, tümüyle özelleştirmeye dayalı bir modelle kurulmuş Singapur’u yeniden inşa etmesiydi.
Land’in, Kuan Yew’in 20. yüzyılın en etkili lideri olduğuna ilişkin iddiası, Slavoj Žižek’in Önce Trajedi Sonra Komedi metninde de yer buldu. Žižek bu metninde, Kuan Yew’in 20. yüzyılın en etkili figürü olarak hatırlanacağını söyleyen Peter Sloterdijk’ın bu iddiasını aktarır. Ondan hareketle, Kuan Yew’i, kapitalizm ile liberal demokrasinin birbirine gereksinimi olmadığını, daha ziyade birbirlerine düşman olabileceklerini ve kapitalizmin otoritarizm koşullarında daha iyi işleyebileceğini gösteren gerçek ve çetin bir örnek olarak ele alır.[25]
Žižek’in kapitalizmi “Asya değerleriyle” eşleştirmesi ile, Land’in Lee Kuan Yew’e duyduğu hayranlık arasında bağ kurmak istiyorum; zira her ikisi de, Uzak Doğu’ya dair tekno-oryantalist bir tür idealizasyon içeriyor: sermayenin vücut bulmuş hali devlet gücünün düzenleyici mekanizmasına dönüştüğünde ne olacağını görebileceğimiz bir pilot bölge gibi ele alıyorlar Uzak Doğu’yu. Bunun ötesinde, Land’in düşüncelerinin pek çoğunda vurgu yapılan insan-aşırı [trans-human] estetiği düşünürsek, neo-reaksiyonerlerin toplum algısında, toplumsal ve fiziksel bedenin sermayeye indirgendiği görülmektedir. Doğrudan neo-reaksiyoner bir blogdan alınmamış olmakla birlikte, Land’in ivmeci/tekno-oryantalist/otoriter kapitalizm fantezilerinin kalıcılığını gösteren bir görsele bakalım.
Bu görselde, her binanın adeta Trump’ın şirket ekosisteminin parçası gibi göründüğü fütüristik bir ufuk görülüyor. Belki de Japonya’nın ekonomi mucizesinden ilham almış manzara, öyle çok da uzak bir geleceğe ait değil. Doğu Asya gelecekçiliğinin Batılı bir karikatürü işlevi gören manzara, Şanghay ya da Tokyo’yu andırıyor, ama birbirini izleyen piramitler hiyerarşik, totaliter bir düzenin çok tanıdık sembolleri. Bunun ötesinde, yeni galaksi imparatorunun Trump’ın oğlu Barron olması, gelecekteki yönetimin demokratik seçim yerine babadan oğula geçecek, monarşik bir güce dayanacağının ifadesi. Bu görselde Alt-Right’ın trajedisine bakıyoruz: açık bir ereği yok. Her ne kadar geleceğe dair bir vizyon ortaya koymaya çalışsa da, 1980’lerden kalma mecazları tekrar etmekten öteye gitmiyor ve nihayetinde statükonun barbarca bir türevi gibi görünüyor: yabancılaşmış, parçalanmış bir kamusallıkla iç içe geçmiş bir şirket hükümranlığı.
Walter Benjamin, Alman faşizmini açıklarken, faşizmin merkezinde devrimci bir dürtünün yattığını, ama sınıf bilincinden yoksun olduğunda bu dürtünün hayvansı ve libidinal bir hal aldığını, ekonomik statükoyu hedef almaksızın ya da değiştirmeksizin saldırıya geçen bir dürtüye dönüştüğünü yazmıştı.[26] Yeni tip faşizmde, isyanın kapitalizmin kendisine değil, alameti farikasına yöneldiğini görüyoruz: küreselleşme, çokkültürlülük ve kozmopolitlik. Kapitalizm dininden kurtulamayan neo-faşistler, onun lütfu olarak algıladıkları teknolojik yeniliği el üstünde tutarlar. Žižek’in tarif ettiği “etik kapitalizm”in[27] (Hillary Clinton’ın seçim reklam kampanyasındaki gibi, çokkültürlü bir yüzü ya da çevreye duyarlı, geri dönüştürülebilir, doğa dostu bir çehresi olan kapitalizmin) reddedilmesi, neo-faşistlerde emperyalizm, kolonyalizm ve çevre tahribatı eğilimine dönüşüyor. Eninde sonunda, bu yeni keşfedilmiş, büyük ölçüde de performatif nitelikli haz, benimsenmiş göz yumma hali, faşizmin klasik savaş fetişizmiyle gayet iyi uyum sağlıyor ve kendini Avrupa’ya diz çöktüren göçmen krizini çözmeye muktedir görüyor.
Tüm bu görüntülerin, Alt-Right’ın kendi sanrılarını, güvensizliklerini ya da ideolojik bağlamını açık ettiği düşünülürse, elimizde son derece güçlü eleştirel paradigmalar var. Bunları deşifre etmenin, mücadelenin ilk adımı olduğu söylenebilir – en azından, basit genellemelerden ya da kafamızı kuma gömmekten çok daha etkili bir yol olduğu muhakkak. Dahası, neo-faşizmi irdelemek, Deleuze ile Guattari’nin “mikrofaşizm”[28] dediği şeyi teşhis etmeyi sağlar (Gündelik hayatın içine sızmış küçük ölçekteki habis faşist eğilimler ya da Adorno’nun ele aldığı, otoriterliğe eğilimli kişilikler).[29] Boris Buden, e-flux’da yayınlanan “Çağdaş Faşizm ve Tarihsel Analojinin Sınırları” başlıklı makalesinde şu sonuca varıyordu:
Çağdaş faşizm ile tarihsel faşizmi kıyaslamak, krizlerle dolu günümüz küresel kapitalizminin tehlikeleriyle yüzleşmek açısından hiç de kötü bir analitik araç değil. Yani bu kıyaslamayı verimli biçimde kullanmamız pekâlâ mümkün – yeter ki elimizin altında başka bir araç daha olsun: bir bıçak.[30]
Buden eleştirinin, analojinin ve metaforun neo-faşizmle savaşmak için yetersiz araçlar olduğunu söylemekte haksız değil; öte yandan, çağdaş faşizmin estetik mahiyeti şunu gösteriyor ki, propaganda görüntüleri bugünün görsel kültürü içinde çok etkili. Sağ, bu görselliği ustaca kullanmada solu geride bıraktı ve ABD ile Avrupa’da geniş yelpazeyi kapsayan bir seçmen kitlesini biraraya getirdi.
Amedkar’ın The Aesthetics of the Alt-Right başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.
[1] Umberto Eco, “Ur-Fascism”, The New York Review of Books, 22 Haziran 1995. Türkçesi: Umberto Eco, “Ebedi Faşizm”, Beş Ahlak Yazısı içinde, çev. Kemal Atakay (Can Yayınları, 7. baskı 2016).
[4] MGTOW kısaltması Türkçe “bildiğini okuyan adamlar” olarak ifade edilebilecek “Men Going Their Own Way” ifadesinin kısaltması. Bu deyimle, cinsiyetçi eşitlikçiliğe ilişkin eğilimden uzak olan erkekler kastediliyor – ç.n.
[6] Andre Marantz, “Trolls for Trump”, The New Yorker, 31 Ekim 2016.
[7] “Kırmızı hap”, Wachowski kardeşlerin 1999 tarihli filmi Matrix filminde geçen bir metafordur. “Gerçeklik dozu”na yapılan göndermelerin ilkidir. Kullanımları çeşitli olmakla birlikte, bu kavram, bireyin alternatif sağ ideolojinin esaslarını idrak ettiği süreci ifade eder, “kırmızı hap” imgesi erkeğin özgürleşmesi iddiasını taşır.
[9] Alex Haley, Malcolm X (New York: Ballantine Books, 1989).
[10] Sarah Burns, “Why Trump Doubled Down on the Central Park 5”, New York Times, 18 Ekim 2016.
[13] Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları 1: Antisemitizm, çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları, 7. Baskı, Mart 2018. / Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları 1: Emperyalizm, çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları, 6. Baskı, Mayıs 2018.
[14] Susan Sontag, “Fascinating Fascism in Under the Sign of Saturn”, Essays (Londra: Picador, 2002) s. 71-105.
[15] Daniel Lombroso, Yoni Appelbaum, “Hail Trump! White Nationalists Salute the President Elect”, The Atlantic, 21 Kasım 2016.
[17] Simonetta Falasca-Zamponi, “The Aesthetics of Politics: Symbol, Power and Narrative in Mussolini’s Fascist Italy”, Theory, Culture & Societyvol. 9 no. 4, Kasım 1992, s. 75-91.
[19] Paul Furlong, The Social and Political Thought of Julius Evola (New York: Routledge, 2011) s. 116-119.
[21] Wendy Hui Kyong Chun, Control and Freedom Power and Paranoia in the Age of Fiber Optics, Cambridge: MIT Press, 2006, s. 214.
[23] Yarvin’in Trump’la bağı PayPal ve Palantir’in kurucusu Peter Thiel’den ileri geliyor. Thiel, Trump’ın kampanyasını fonlayan Silikon Vadisi CEO’larından biri ve kampanyanın yaratıcı ekibinde de rol aldı. Trump’ın, başkanlık koltuğuna oturmasının akabinde çok sayıda CEO onun için çalışmaya hevesli oldu. (Jeff Bezos, Tim Cook, Safra Catz, Alex Karp, bu isimlerden birkaçı.) Thiel, Yarvin’in şirketi olan ve Urbit İşletim Sistemi’ni geliştiren Tlon’u fonluyor.
[25] Slavoj Žižek, First as Tragedy then as Farce, New York: Verso Books, 2011, s 131–139.
[26] Walter Benjamin, Ernst Jünger, Jerolf Wikoff, “Theories of German Fascism: On the Collection of Essays War and Warrior, Edited by Ernst Jünger”, New German Critique, no. 17, 1979, s. 120-28.
[27] Slavoj Žižek, a.g.e.
[28] Gilles Deleuze ve Félix Guattari, A Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia, çev. Brian Massumi, Minneapolis: University of Minnesota Press, 1987.