Alt-Right: Trollerin, Memlerin Şöleni

Bir hedonizm olarak –pornografik bir cennet olarak– başlayan internet, Weimar tarzı bir karşı-reaksiyonerlikle bitti.

Jacob Siegel ve Angela Nagle[1]


Savaşı –dünyanın tek mikrop kırıcısını–, militarizmi, yurtseverliği, anarşistlerin yıkıcı hamlelerini, uğruna ölünecek güzel fikirleri ve kadının aşağılanmasını saygıyla anmak istiyoruz biz.

Marinetti[2]

 

“Alt-Right moment bitmiştir”

Geçtiğimiz günlerde, Alt-Right terimine popülerlik kazandıran ve onun bir bakıma Amerika’daki liderlerinden olan Richard Spencer, Joe Biden’ı destekleyeceğini söyleyen bir tweet attı.[3] Öncesinde Trump’ı desteklediği için pişman olduğunu söyleyen Spencer, “Alt-Right moment bitmiştir” diyordu kısaca. Henüz 2016’da Trump’ın Amerikan Başkanlık seçimlerini kazandığı vakit, “Hail Trump!” diye haykırarak Nazi selamı vermiş olan Spencer, “artık hareketi bitiriyorum,” diyebilir miydi şimdi? Daha doğrusu Alt-Right bu şekilde sönümlenebilir miydi? 

Pekâlâ en sonda söylemem gerekeni en başta söyleyeyim: Alt-Right’ın gözden düşmesi, aslında Alt-Right’ın aşırı sağ ile birlikte ana-akım haline gelerek görünmezleşmesi anlamına geliyor.[4] Aslında daha kötüsüne hazırlıklı olmak durumundayız, Alt-Right geriliyor ama bir taraftan da küresel, her yere sirayet etmiş, sinmiş bir hareket ve bunun çok ciddi sonuçları var (ABD’de Cumhuriyetçiler, Almanya’da AfD -Almanya için Alternatif-, Fransa’da ise Ulusal Cephe).

Patrik Hermansson, David Lawrence, Joe Mulhall ve Simon Murdoch gibi yazarlar, Alt-Right’ı şöyle tanımlıyorlar: “ ‘beyaz kimliğinin’ çokkültürcü/liberal elitler ve sözümona Batı medeniyetini ve beyaz erkeklerin haklarını baltalamak için ‘siyasal doğruculuğu’ kullanan ‘toplumsal adalet savaşçıları’ (SJW) tarafından tehdit edildiğine inanan ve büyük ölçüde online faaliyet gösteren uluslararası bir dizi kişi ve grup”.[5] Bu tanımı aklımızda tutmalıyız. Ayrıca yazarların Uluslararası Alt-Right adlı kitapları, Alt-Right’ın tek bir ülkeye mahsus bir hareket olmadığını vurgulamakta. Andreas Huyssen de geçen sene ABD örneği üzerinden radikal sağ üzerine yazarken, faşizmin her daim ulus-ötesi olduğunu unutmamalıyız diye uyarmıştı.[6]

 

 

Alt-Right ile ilgili henüz yayınlanan White Noise adlı bir belgeselin fragmanında Richard Spencer’ı üniversite öğrencilerine konuşurken görüyoruz; katılımcılardan biri gayet makul bir dille şunu söylüyor: “Spencer, ifade özgürlüğünüz var ama insanları şiddete tahrik etmemelisiniz. ‘Gidin siyahları, Yahudileri öldürün’ demiyorsunuz elbette ama takipçileriniz beyaz-etno devletini ciddiye alıp hareketinizin ve sizin adınıza şiddete başvuruyor. Bunun sorumluluğunu nasıl alacaksınız?” Spencer, buna cevaben “bana bir tane şiddet olayı söyler misin?” deyince soruyu soran katılımcının cevabı “Charlottesville” oluyor doğal olarak. Charlottesville, gerçekten de Alt-Right hareketin 2017’deki gövde gösterilerinden biriydi. Charlottesville eylemini protesto eden kalabalığın üzerine araba sürülmüş, bu olay sonucunda bir kişi ölmüştü. Trump “her iki tarafta da iyi insanlar var” diyerek beyaz üstünlüğünü savunanlara arka çıkmıştı. Oysa Richard Spencer, Charlottesville yürüyüşünün baş mimarı olmasına rağmen soruyu tamamen reddediyor. Buna şaşırmamalıyız, zaten Alt-Right denen bu heyula için en kullanışlı kaçamak yollardan biri, üstlenilecek, sorumluluğu alınabilecek bir eylemin olmaması. Alt-Right’ın bu mesafeli ironiyle, hiçbir şeyle angaje olmayan trol üslubuyla, anonimliğin yüceltilip ilerici görüldüğü siber ütopyacı bir momentte kendisini yaymayı başarması, Angela Nagle’ın bilhassa üzerinde durduğu bir konuydu.[7] Hatta Umberto Eco’nun faşizmin bir özünün olmadığını söyleyişini hatırlatıyor bu haliyle. En uygun tanım belki de Andreas Huyssen’in Franz Neumann’ın 1944’te yazdığı Behemoth: The Structure and Practice of National Socialism 1933-1944 kitabından yaptığı bir alıntıda bulunabilir. Huyssen, Nasyonal Sosyalizm üzerine yazan Neuman’dan alıntıladığı metinde “Nasyonal Sosyalizm” geçen kısımlara “Trumpçılık” kelimesini yerleştiğinde ortaya şu sonuç çıkıyor:


Trumpçılığın hiçbir siyasi ya da toplumsal teorisi yoktur. Felsefesi ve hakikate yönelik kaygısı yoktur. Belirli bir durumda, işine yarayabilecek her teoriyi kabul eder ve durum değişir değişmez o teoriden vazgeçer. Trumpçılık hem kapitalizm taraftarıdır hem de kapitalizm karşıtıdır. Hem otoriterdir hem de anti-otoriterdir. Trumpçı propagandaya açık olan… her grupla işbirliği yapar, ama çıkarlarına daha çok uygun düştüğünde otoriter hareketleri göklere çıkarmakta tereddüt etmez… Trumpçılık tarım reformunu hem savunur hem de ona karşı çıkar, özel mülkiyeti hem savunur hem de ona karşı çıkar, idealizmi hem savunur hem de ona karşı çıkar. Demokraside bu türden bir kıvraklığa ulaşılamaz.

 

O halde bugün Spencer’ın Joe Biden’ı desteklemesine hiç şaşırmamalıyız. Peki ya Spencer’a Alt-Right’ın sorumlu olduğu şiddet olaylarına Charlottesville’den daha başka bir örnek verilebilir miydi? Elbette. Eğer, 2019’da birbiri ardına gerçekleşmiş katliamlara bakarsak korkutucu bir ortak noktaları vardır: Alt-Right hareketin olgunlaştığı 4chan ve 8changibi sitelerle olan bağlantıları. Saldırganların mesajları ve manifestoları bu sitelerde yayılmış ve katliamlarını (özellikle Christchurch) “oyunlaştırılmış” bir formda sunmuşlardır.[8]

Önce 2011’deki şu korkutucu olayı hatırlayalım. Norveçli bir genç olan Anders Breivik, beyaz kimliğini ve Hıristiyan değerlerini korumak, çokkültürcülüğü protesto etmek adına 77 sosyalisti katletmişti. Katliamdan önce yazdığı bir manifestoda, katil, Avrupa’nın Müslümanlarca işgal edildiğini vurguluyordu. Sözümona bu işgalin sorumlusu ise Breivik’e (ve pek çok başkalarına) göre “Kültürel Marksizm”, feminizm ve çokkültürcülüktü.[9] Bu ilk bakışta gülünç ve ciddiye alınmaması gereken bir şey gibi gelebilir ama Berardi haklı olarak bu katliamcının paylaştığı “manifesto”yu ortalama yeni muhafazakâr olarak tanımlanabilecek birinin eseri olarak değerlendirir.[10] Yani bu görüşler oldukça tanıdık ve pek çokları için ana-akımdır. Bu katliam, 2019’da birbiri ardına gerçekleşen katliamların öncüsü sayılabilir. 2019’da Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki cami saldırısında 51 kişi öldürülür. Christchurch katili, “büyük yerinden edilme” diye adlandırdığı beyazların azınlıkta kalacağını iddia eden mektubunu 4chan’de yayınlamıştır. Katliamın en korkunç tarafı, Facebook’ta canlı yayınlanmış olmasıdır. Video yayınlandıktan ancak 45 dakika sonra silinmiş ve Facebook, 24 saat içinde videonun 1,5 milyon kopyasını sildiğini açıklamıştır. Ama artık olan olmuştur.

“Kültürel Marksizm” ya da “beyaz soykırımı” fesadı bir katliamcının uydurduğu bir şey değildi elbette. Ama popüler ve etkili ifadesini, Kanadalı bir klinik psikolog ve çok satan bir kitabın yazarı olan Jordan Peterson’da bulmuştu. Peterson, özellikle 2010’dan sonra meşhur olmuş ve YouTube’daki dersleriyle pek çok kişiye ulaşmıştı. Hedefinde politik doğruculuk olan Peterson da sorumluluğu sözümona “postmodern-neo-Marksizm, radikal feminizm” diye adlandırdığı heyulaya yıkıyordu (Geçen sene Slavoj Žižek’le olan tartışmasında, Žižek “Yahu kim bu Marksistler?” diye sorduğunda, Peterson ikna edici bir cevap verememişti). Peterson, Alt-Right sempatizanı gençlere YouTube’dan ulaşmış, onları politik doğruculara karşı silahlandırmıştı.[11] Bu gençlerin önlerine açık kaynaklar, enformasyon seriliydi ama nedense Avrupa’yı, beyaz ırkını, Hıristiyan değerleri tehdit eden “Kültürel Marksistler”, “feministler” ve “göçmenler” el ele vermiş, “beyaz soykırımı”na girişiyordu ve bu beyazlar için “büyük yerinden edilme” başlıyordu, öyle mi?

James Bridle, Yeni Karanlık Çağ kitabında tam da bu paradoksu merkezine alıyor; Adorno ve Horkheimer’ın Aydınlanmanın Diyalektiği’ndeki uyarılarını hatırlatırcasına, bu çağda yığınla veri ve enformasyon olmasına rağmen bunların –beklenenin aksine– nasıl da hizipleşmeyi, komplo teorilerini artırdığından söz ediyor. Bridle’ın bir proje kapsamında yasa dışı edilen göçmenlerin uçuşlarını takip etmek için baktığı gökyüzünde bir başkası, “jetlerin ardında bıraktığı izlere dayanarak” küresel bir komplo görüyor: güya bu şekilde bu havaya salınan kimyasallarla atmosfer değiştiriliyor, zihinler kontrol ediliyor, nüfus köleleştiriliyor.[12] Bridle, Fredric Jameson’dan aktardığı gibi, “komplo, geç sermayenin bütüncül mantığının yozlaşmış biçimidir, başarısızlığı saf tema ve içeriklere kaymasıyla kendini gösteren bir sistemi çaresizce tasvir etme çabasıdır” diyor.

“Kültürel Marksizm”, feminizm, göçmenler hakkında komplolar ören kötücül bilinçlerin dileği “kapitalizm olmadan kapitalizm”dir aslında. Sürtünmesiz bir kapitalizm. Kapitalist sistemde yaşanan toplumsal krizin, antagonizmanın, “fazlalık”ların ondan atılmasıyla düzeleceğine inandıkları için bir fazlalık/aşırılık icat ederler: Yahudiler, göçmenler, siyahlar, “Kültürel Marksistler”, feministler vb. Antagonizma mücadelesi böylece tamamen kültürel düzeye çekilerek hedef belirlenmiş olur. Tabii bu hedeflerin ortadan kalkması, nefretin ortadan kalkmasına yol açmaz, aksine daima yeni düşmanlar icat etme zorunluluğu yaratır. Komünist rejimlerin çökmüş, Marksistlerin de gücünü epey yitirmiş olmalarına rağmen, dünyanın pek çok yerinde egemen olan sağ, yeni sağ, Marksistlerin hayaletini kurgulamaya devam etmektedir. Benzer şekilde, eski ekonomik ve dilsel güçlerini kaybetmeye başlayan erkekler, halen egemen olmalarına, ataerkiye rağmen, feminist bir dünyada yaşadıklarını iddia edebilmektedirler.

Böylece Jordan Peterson gibilerin sözde “postmodern neo-Marksizm”e yönelik suçlamaları, ya da yeni sağın “Kültürel Marksizm” fesadı gibi komplo teorileri, postmodernitedeki eşzamansız bilincin büyük anlatılara duyduğu ihtiyaçtır diyebiliriz. 

 

Eşzamansızlığın Eşzamanlılığı

Enformasyon bolluğu içinde yaşadığımız sefalet ve oluşan irrasyonel hizipler, akla Ernst Bloch’un “eşzamansızlık”(Unglecihzeitigkeit) kavramını getiriyor. Bloch’a “eşzamansızlık” kavramıyla ne kastettiği sorulduğunda, dünyanın tüm bölgelerindeki köylülerin ve küçük burjuvaların sahip olduğu, eski, ölü, daha doğrusu dünyanın geri kalanından kopuk bir altyapıya dayandığı için zamanımızla senkronize olmayan bir bilinç der buna.[13] “Eşzamansızlık” kavramı Bloch’un 1935’te yayınlanan Bu Çağın Mirası kitabında merkezî yere sahiptir. Bloch burada, “faşist ideolojinin iki karşıt eğilimle yarıldığını öne sürmüştü: teknolojik modernleşme ve gerici modernizmin karşısında, Alman milletinin ruhu ile özüne ve yüce çağrısına duyulan mitik inançlar.”[14] Huyssen’in de belirttiği gibi, Bloch, modernitenin zamansallığıyla henüz kesişmeyen eşzamansız bilinçlere kolayca seslenecek mitik, irrasyonel tahayyüllerin kuvvetini vurguluyordu.

Fakat bugün Bloch’un zamanındaki gibi bir eşzamansızlıktaneşzamansız bilinçten hâlâ söz edilebilir mi? Huyssen, Bloch’un kastettiği anlamıyla bir eşzamansızlığın olmadığını söylüyor. Kabul, fakat metninde kullandığı başka bir kavram daha farklı olanaklar açıyor bize, o da “öznel eşzamansızlıklar”. Ben buna eşzamansızlığın eşzamanlılığı diyeceğim: Tamamen birbirine bağlanmış, senkronize olmuş bir dünyada, şimdiye indirgenmiş bir zamanda yaşıyoruz; fakat başkalarının gündemi, zamanlılığı şaşırtıcı şekilde farklı olabiliyor. Amerika’nın bu eşzamansız bilincini bir tarafta Fox News, Sinclair Yayıncılık Grubu, Murdoch gazetelerinin komplocu, gerçeklere dayanmayan sağ propagandası sağlarken (örneğin, 2019 yapımı The Loudest Voice dizisi, Fox News’ün kurucusu üzerinden meseleyi çok iyi anlatıyor), diğer tarafta kapitalist siber uzamın sınırları aşan 4chan8chan gibi mem üretici, anonim, trol üslubuyla nefret saçan forum siteleri ve YouTube, Twitter, Facebook gibi paylaşım siteleri var. Eşzamansızlığın eşzamanlı uyuşturucuları.

 

Alt-Right'ın sembolü haline gelen Kurbağa Pepe'nin Evrimi.

 

Memler, Video Oyunları ya da Anti-Diyalektik İmgeler 

Alt-Right’ın, yeni sağın fikirlerini yaymada, kültür savaşlarını sağlamlaştırmada en büyük silahlarından biri olan memler, ilkin Richard Dawkins tarafından tanımlanmıştı. Dawkins’e göre memler, taklit olarak nitelenebilecek bir şeyle bir beyinden diğerine zıplayarak kendilerini çoğaltan kültürel genlerdir.[15] Genlerin sperm ya da yumurtalar yoluyla gen havuzunda çoğalmalarına benzer şekilde, böylece çoğalırlar. 

Ben, memlerin bu geniş tanımını daraltıp, onları bilincimizde kalıntı olarak varlığını sürdüren siber uzam imgeleri olarak tanımlayacağım. Sonsuz çeşitliliğe ulaşan imgelerin (aslında farklılık üretmeyen farklardır bunlar) kendilerine ait içerikleri yoktur, aslında kör ve içi boşturlar. Öyle memler vardır ki yapısı bağlamsız olduğu için (no context) her bağlama uygun düşer. Fakat tam da bu sebeple her yöne eğilip bükülebilirliği bu imgelerin gücü olmuştur.[16] Memler, Alt-Right için bir bakıma, özdeşleşim sağlayan, sevdiren ya da nefret uyandıran propaganda aletleridir. Bu imgeler kuşkusuz Walter Benjamin’in “diyalektik imge” olarak adlandırdığı şeyin tam tersini, anti’sini oluşturur. Diyalektik imge, birbirinden ayrı ama birbiriyle ilişkili iki ayrı ânın birleşimidir. Memler de ilişkisiz, bağlamsız iki ayrı düzlemi birleştirirler ama geçmişin gerçekleşmemiş düşlerini değil, şimdinin tek boyutlu yatırımlarının propagandasını yaparlar. Oysa diyalektik imge, şimdiyi kesintiye uğratıp durdurur, devrime motive eden güce açılır, “diyalektik imge daha çok, geçmişin gerçekleşmemiş tüm vaadini ve bu vaadi en sonunda gerçekleştirecek pratik araçları tek bir aydınlatıcı nokta içinde yoğunlaştırır.”[17]Gene Benjamin’in, faşizmin siyaseti estetikleştirmesi olarak adlandırdığı şeye denk düşer bu.

Memler, iki ilişkisiz düzlemin, bağlamın, eğreti bir şekilde birbirine yapıştırılmasıdır. Memlerin siber uzamda yeniden üretilmesi ve tekrar edilmesi, bir süre sonra bu ilişkisiz düzlemlerin dikiş izlerini görünmezleştirir. Eşzamanlılıktaki (4chan, 8chan, reddit, YouTube, Twitter, Facebook) eşzamansız bilinç için memler, duygu uyandırmayı bırakır artık, duygular bizzat memleri ifade etmeye başlar ve gerçekliğe bürünür.

 

Fashy, faşistin daha "fashionable" hali anlamında. Sol altta, Nazi imgeleriyle bezeli kurbağa Pepeler, üzerinde Tumblr sembolü olan bir Toplumsal Adalet Savaşçısı'nı infaz ediyor. İnfaz şekli Vietkonglu Nguyen Van Lem'in idamının neredeyse aynısı.

 

Memleri “anti-diyalektik imge” olarak kavradığımız zaman, onların duygu yapısının umut ya da öfke değil nefret ve hınç üzerine kurulu olduğunu bir olasılık olarak ortaya atmak istiyorum. Ernst Bloch, öfke ile nefret arasında bir ayrım yapar. Ona göre, öfke açık, kendinin bilincinde, yaratıcı bir yıkıcı iken, nefret soluktur, insanı ketumlaştırır, “böylece haklı öfkeden bahsedilebilir ama haklı nefretten bahsedilemez. Bastille baskınını ve yıkımını örgütleyen, Zwing-Uri Kalesi’nin fethini sağlayan, William Tell’e Gessler’in şapkasını selamlamayı reddettiren şeydir öfke.”[18] Berardi de Avrupa’da yükselen etno-milliyetçiliğin, hınç ve nefret üzerine kurulu, intikamla bilenen umutsuz bir hareket olduğunu söylemiştir.[19] Öfke umuda açıklıktır. Ama bu milliyetçi geri tepmenin, kimlikçi, yerelci geri çekilmenin akrabalığı öfkeyle değil, nefretle, hınçla olmalıdır. 

 

Alt-Right tahayyüle göre Brexit. Burada AB üyesi İrlanda’nın sözde "Müslüman istilası"na uğrayışına sınırın ötesinden keyif yaparak bakan İngiliz kurbağa Pepe görülüyor.

 

Video oyunlarının ise bu nefret ve hınca karşı bir nevi duyarsızlaşma pratiği sunduğu söylenebilir. Bunu özellikle FPS (first person shooter) oyunlarında görebiliriz. Christchurch katliamının bir FPS oyunu gibi Facebook’ta canlı yayınlanabilmiş olması, şiddete dijital tanıklık hakkında bizi daha fazla düşünmeye zorladı. Roger Stahl, Savaş Oyunları adlı kitabında, 1991’deki Körfez Savaşı’nın, pasif, izleyen yurttaşlar üreten bir savaş olduğunu söylüyordu. Gösteri/seyir burada kuvvetle işliyordu. Oysa 11 Eylül saldırıları sonrası ve 2003 Irak İşgali ile birlikte savaşı pasif bir biçimde izlemekle yetinen yurttaştan, aktif katılımcı yurttaşa geçildi.[20] Savaş cephede değil artık dünyanın her yerinde, her uzamında veriliyordu. Bunun en bariz örneğini de video oyunlarında buluyorduk. 2019’daki “oyunlaştırılmış katliamlar” bize bunun son noktasını gösteriyor. Özellikle FPS video oyunlarının sunduğu deneyim, birincil tekil şahsın, şahsi deneyimin daha fazla ön plana çıktığı bu döneme çok uygun. Ayrıca “iletişimsel kapitalizm”de[21] var olmanın kolay yollarından biri, girişimci özne olarak bir karakter inşa etmektir. Bu öz yaratı, bir karakter inşa etme deneyimi oyunların mantığına çok benzer aslında. Oyunların karakter inşa etme üzerine kurulu olması, siber uzamın, sosyal medyanın öznelliği, herkesi bireysel bir katılımcı ve girişimci yapar. Buna katliamlar da dahil olmuştur artık. 

Franco ‘Bifo’ Berardi, siber uzamın bizi aşırı uyarmasının, duyumsamayı, duyarlılığı da körelttiğinden söz etmişti. Ona göre iki temel gelişme çok önemliydi, birincisi dil öğrenme bedensel duygulanımsal deneyimden kopmuştu, kelimeleri artık makinelerden öğreniyorduk, öteki önemli gelişim ise, insanla, ötekiyle yaşanan deneyimin sanallaşmasıydı.[22]Duyumsamadaki bu körelme, gösterge kapitalizmi tarafından körükleniyor ve sonuçları felakete varıyor: katliam, intihar, depresyon. 4chan, 8chan, hatta Twitter’daki sinik trol üslubu adını verebileceğimiz, mesafeli, kendinin bilincinde olan ironide de bu vardır.

 

Donald Trump'ın retweet ettiği kurbağa Pepe memi ve You Can’t Stump the Trump videosu.

 

Andreas Huyssen’in “öznel eşzamansızlıklar” olarak adlandırdığı, eşzamansızlığın eşzamanlılığı, siber uzamın kendine ait eşzamansız adalarıyla (4chan, 8chan, sosyal medya) memler, video oyunlarıyla yeni bir öznellik üretmiştir. Alt-Right, bağlamsız bir memdir, duygu yapısı nefret ve hınç üzerine kuruludur; öznesi, eylemine ve eyleminin sorumluluğuna mesafelenmek için ironiyi kullanır (Spencer’in Chartlottesville’i sahiplenmemesi gibi); hem aktif bir katılımcıdır hem de anonim bir hiç kimsedir. Buradan pek çok örnekte gördüğümüz gibi katliamcı özneye giden yol sandığımızdan daha kısa olabilir.

 



[2] Marinetti, “Fütürizm Manifestosu”, Sanat Manifestoları içinde, (ed.) Ali Artun (İstanbul: İletişim Yayınları).

[4] Shane Burley, The Autumn of the Alt-Right.

[5] Patrik Hermansson, David Lawrence, Joe Mulhall, Simon Murdoch, Uluslararası Alt-Right: 21. Yüzyılın Faşizmi mi?

[11] Jordan Peterson’ın entelektüel bagajındaki Nietzsche, Dostoyevski, Jung ve Soljenitsin gibi isimler anti-diyalektik ve anti-komünist bir cephaneliğe hizmet eder, Peterson’ın misyonunu –Ben Burgis’in dediği gibi– dünyayı yeniden büyüleme uğraşı olarak görebiliriz.

[13] Bloch, E. (2015). Ernst Bloch'la Söyleşiler. (U. U. Aydın, Dü.) İstanbul: Habitus Yayıncılık.

[15] Dawkins, R. (2007). Gen Bencildir. İstanbul: TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları.

[16] Tekniğin olanaklarıyla yeniden üretimin, ilerici mi yoksa gerici mi olduğu konusundaki Benjamin ile Adorno arasındaki tartışmaya girmiyorum.

[19] Berardi, “Europe at Weimar”, Crisis and Critique, 2019, s. 49-53.

[20] Stahl, Savaş Oyunları (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2010).

[21] Bu konuda şu yazıya bkz. Emre Tansu Keten, İletişimsel kapitalizm: neoliberal bir model olarak internet

skopdergi 17