/ Türk Modernistler / Hakkı Anlı

6/1/2015 / skopbülten / Necmi Sönmez

Hakkı Anlı (1906-1991) İstanbul Akademisi’nde Namık İsmail’in öğrencisiydi (1924-1932). Daha sonra İstanbul ve çevresindeki ortaokul ve liselerde resim öğretmenliği yaptı. 1939, 1942 ve 1949 yıllarında kişisel sergilerini açtı. O süreçte dönemin tüm önemli  etkinliklerine katılmayı da ihmal etmeyen sanatçı, ilk Paris yolculuğunu 1947’nin yaz aylarında, “Öğretmen Bilgi-Görgü Kanunu”ndan yararlanarak gerçekleştirdi. [1]

1954’te kesin olarak bu kente yerleşinceye kadar, toplam on üç kez, Paris ile İstanbul arasında gidip geldi.[2] Anlı, resim öğretmenliği görevi nedeniyle yolculuklarını yaz aylarında gerçekleştirmek zorundaydı. Bu dönemde önce Académie André Lhote (1947) ardından da Académie Frochot, Jean Metzinger Atölyesi’nde (1950) çalıştı. “Soyut sanat”ın gündemi belirlediği o yıllarda kübizme yönelerek, Paris sanat ortamını bir adım geriden izlemiş oluyordu. Ancak kübist çalışmaları (1947-1952) sanatçıya daha önce duymadığı bir özgürlük hissi kazandırıyor, sanat anlayışının şekillenmesine yardımcı oluyordu. Kübist dönemi Anlı’nın gelişim çizgisinde önemli bir basamaktı.

 

                                          

 

Sanatçı, 1954 yılında erken emeklilik başvurusunun kabul edilmesi[3] ve Yapı Kredi Bankası’nın "İstihsal" konulu yarışmasında kazandığı üçüncülük ödülünün getirdiği maddi destekle (2500 lira)[4]  Paris’e kesin olarak yerleşmeye karar verdi. Emeklilik maaşını eşi ve oğluna bırakarak Paris’e hareket etti. Kırk sekiz yaşında, zor koşullarda sürdürdüğü öğretmenlik ve sanatçılık hayatının yıpratıcı ağırlığına rağmen böylesine özgürleştirici bir kararı uygulamaya cesaret eden Anlı, Paris’te sadece sanatıyla yaşayabileceğine gönülden inanıyordu. Fransız başkentine ayak basmasından kısa bir süre sonra hayatını paylaşacağı Fransız arkadaşı ve destekçisi Lina Pittier ile tanışan sanatçının 1955’te soyut bir resminin 10. Salon des Réalités Nouvelles’e kabul edilmesi, onun ilerlemiş yaşına, yetersiz Fransızcasına[5] rağmen Paris’te tutunmayı başaracağının göstergesiydi.

 

                                  

 

Hakkı Anlı’nın Paris’teki ilk kişisel sergisi 1958 yılında La Main Gouche’da açıldı. Daha sonra, 1961’den itibaren St. Gallen’deki Galerie Im Erker’le çalışmaya başladı. Bu galerilerde düzenlenen sergiler, Anlı’nın "lirik soyut" kompozisyonlarının, o dönem Avrupa’da yapılan resim anlayışıyla örtüştüğünü gösteriyordu. Galerie Im Erker Hartung, Jorn, Lam, Poliakoff, Tápies gibi önemli sanatçıları temsil eden bir galeriydi ve Anlı ile 1970 yılına kadar düzenli olarak çalıştı.[6] Dönemin meşhur Fransız eleştirmenlerinden Denys Chevalier, Anlı’nın boyanın lekesel değerlerini önplana çıkaran "lirik soyutlamada" kendine özgü bir tarz geliştirmiş olduğunu belirtiyordu.[7] Chevalier, Anlı’nın resimleri üzerine yaptığı analitik yorumda, onun sanatı hakkında şu satırları kaleme almıştı:

 

Anlı’nın 1952 tarihli ilk soyut çalışmaları, kendisinin kübist döneminin sonuçları arasında yer alan resim yüzeyinin parçalı olarak değerlendirilmesiyle oluşan mekânsal olgulara dayanır. Estetik açıdan konstrüktivizme ait olan bu ifade biçimi, sanatçının lirik soyutlamaya dayalı çalışmalarından önce onun kübist esinlenmelerden (görsel elemanlara hâkimlik, mantıklı bir yapısal çizgi ve ifadenin klasik olarak geri çekilmesiyle oluşan gelenek) etkilendiğinin göstergesidir. Anlı, bu sayede geliştirdiği resimsel ifade biçiminde, güncel çalışmalarında da ortaya çıktığı gibi, sanatının temel taşlarını yerine oturtmuştur. 1954’ten itibaren Anlı’nın resimlerindeki parçalı kurgusallık yerini şiirselliğe bırakmıştır. Dramatik olan yerini ateşli ve tutkulu olana bırakmıştır. [8]

 

Anlı’nın soyut kompozisyonlarında dikkat çeken en önemli olgulardan biri de, sanatçının "ışığı" kullanmasıydı. Bilindiği gibi güneş ışığı, üzerine düştüğü alanı formlandırır. Anlı, güneşin oluşturduğu ışık olgusundan çok, renklerin içindeki ışığı ortaya çıkarmaya yöneliyordu. Nicolas de Staël, Pierre Soulages, Selim Turan gibi sanatçıların resimlerinde de gözlenen renklerin "kendi ışığı", Anlı’nın kompozisyonlarına bakıldıkça etkisini artıran, âdeta "resmin büyüsü" olarak nitelendirilebilecek özellikler kazandırıyordu. Sanatçı 1952-1960 yılları arasında siyah, gri ve toprak renklerini tercih etmesine rağmen, 1960-1971 yılları arasında paletini renklendirerek kırmızı, sarı, turuncu, deniz mavisi gibi canlı renklere yöneldi. Bir rengin farklı tonlarını yan yana kullanarak "resimsel tatlar" oluşturan sanatçı, kimi kez tuvalin belirli yerlerini boyamadan bırakarak, bazen de kompozisyonun farklı yerlerine serpiştirdiği sarı, beyaz ve mor renklerin yardımıyla, izleyicide tablonun arkadan aydınlatılmış olduğu hissini uyandırıyordu.

 

                                          

 

1970’lerde yakın dostu Mübin Orhon’dan esinlenerek kâğıt üzerine "akıtma" tekniğiyle çalışmaya başlayan Anlı, akrilik malzemeyi kullanmasının da etkisiyle, oldukça renkli, hareketli kompozisyonlar oluşturdu. 1975’e gelinceye dek soyut resmin anlatım olanaklarını araştırarak kendine özgü deneylere giren sanatçı, sürekli olarak lekesel değerlerin peşinde ilerlediği için, tuval yüzeyine farklı farklı büyüklüklerde yerleştirdiği lekelerin yavaş yavaş insan vücudunu andıracak şekilde yoğunlaşmalarını ilgiyle takip etti. 1970-1975 yılları arasında, figür olgusunun lekesel değerlerle, çoğu kez çağrıştırıcı olarak, belirsizlik içinde Anlı’nın resmine dahil olduğu görülüyordu. Değişimlere, etkilenimlere açık bir sanatçı olan Hakkı Anlı, resimlerinin kendisini belli bir programa bağlı olmadan getirdiği noktada, semi-figüratif soyutlamanın tecrübelerinden faydalanarak üslubunu değiştirmeye yöneldi.

Gençlik yıllarından itibaren cinsel deneyimlere, cinselliğe özel bir önem atfeden Hakkı Anlı, kelimenin tam anlamıyla "erotoman"dı. İlerleyen yaşının da etkisiyle, yavaş yavaş figüre yöneldiğinde, kadın vücudu Anlı için yeni bir esin kaynağı olmuştu. Sanatçı, "lekesel değerleri" boşlukta, herhangi bir perspektif kaygısı olmadan "belli belirsiz figürlere" dönüştürdüğü için, ister tek, ister çift olsun, insan formları âdeta boşlukta uçan bir özelliğe sahipti. Sanatçı, önceleri sadece lekelerle belirlediği figürleri belli bir süreçten sonra kütleselleştirdiğinde, tablolarında sevişen insanlar, orjiler ortaya çıkıyordu. Anlı, 1977 yılında Galerie Le Scriptorium’da açtığı kişisel sergisinin ardından resim tarzını değiştirerek sanat serüveninde yeni bir sayfa açtı.

 

                                    

 

"1980'lerde Abstre'lerden sonra değişmek ihtiyacını duydum. Tablolarımda boşluktaki figürleri kompoze etmek ihtiyacını duydum. Fakat tabiatın bir kopyası değildi. Hem renk hem kompozisyon olarak ahengi içinde yaşatıyordum."[9] Anlı,"coşkulu erotik" tablolarında (özellikle 1982-88 arasındakiler) pek az Türk ressamının cesaret edebileceği temaları gündeme getirdi.

Hakkı Anlı, Paris’te, 1958’de yakın arkadaşı heykeltıraş Semiramis Zorlu’dan devraldığı[10] 19, Avenue du Général Jean Lerclerc’deki atölyesinde,[11] zorluklarla dolu zamanlar geçirmesine rağmen, büyük bir direniş sergileyerek inançla resim yapmaya devam etti. Yaşlılık ve sağlık sorunları nedeniyle 1990’da İstanbul’a gelene dek atölyesinde çalışmayı sürdürdü. Hakkı Anlı’yı tam olarak kavramak ve sıradışı yapıtlarına vâkıf olabilmek için onun resim serüveninin farklı evrelerini bütünsel bir bakış açısıyla değerlendirmek şart.

 



[1] Sanatçıyla özel görüşme, 20 Eylül 1988, Paris.

[2] Sanatçıyla özel görüşme, 21 Eylül 1988, Paris.

[3] Sanatçıyla özel görüşme, 25 Eylül 1988 Paris.

[4] Yapı ve Kredi Bankası Sanat ve Kültür Mükâfatları Jüri Kararları, Yeni Sabah Gazetesi, 16 Eylül 1954.

[5] Sanatçıyla özel görüşme, 21 Eylül 1988, Paris.

[6] Galerie Im Erker’in 1955-1970 arasında yayınlamış olduğu broşür ve kataloglar.

[7] Denys Chevalier, Hakki Anli, Galerie Im Erker, St. Gallen, 1952, sayfa belirtilmemiştir. (Sergi Broşürü).

[8] Denys Chevalier, Hakki Anli, Galerie Im Erker, St. Gallen, 1952, sayfa belirtilmemiştir. (Sergi Broşürü) Almanca’dan çeviren: Necmi Sönmez.

[9] Sanatçının oğlu Mustafa Anlı’ya 10 Şubat1980’de yazdığı mektuptan. Mustafa Anlı Arşivi.

[10] Sanatçıyla özel görüşme, 10 Ekim 1989, Paris. Semiramis Zorlu ile özel görüşme, 20 Nisan 2003, Lugano.

[11] Kaloriferi ve tuvaleti olmayan bu mekânda Hakkı Anlı otuz yıla yakın bir süre sanatına inanarak çalışmıştı.

Çağdaş Türk Sanatı, Modernizm, Kübizm, soyut sanat, Türk kübizmi, Türk modernistler