1931’de Paris’in Vincennes kasabasında düzenlenen “Kolonyal Sergi”, Fransa’nın kolonyalist zaferini gözler önüne seren bir gösteri olarak büyük ilgi çeker. Sergide, kolonilerdeki geleneksel yapılar bire bir ölçekle yeniden inşa edilir ve köylerden getirilen yerli halk buralarda “sergilenir”. Sürrealistler, bu sergiyi olumlu karşılamayan az sayıdaki gruptan biridir. Kolonyalizmin gerçek mahiyetini gözler önüne sermek üzere yayınladıkları bu bildirinin ardından, FKP’nin öncülüğünde “Kolonilerle İlgili Gerçekler” başlıklı bir karşı-sergi düzenleyeceklerdir.
1 Mayıs 1931 akşamı, Kolonyal Sergi’nin açılışından iki gün önce, Tao adlı Vietnamlı bir öğrenci Fransız polisi tarafından tutuklandı. [Polis şefi] Chiappe’nin elinde sadece yalanlar ve isimsiz bir mektup vardı. Şimdi, olası protestolardan kaçınmalarına yetecek kadar zaman geçtikten sonra öğreniyoruz ki, sözümona önleyici tedbir olarak uygulanan bu tutuklama aslında Tao’nun sınırdışı edilip Vietnam’a gönderilmesinin ilk adımıymış. Peki Tao’nun suçu ne? Komünist Parti üyesi olmak (ki bu parti Fransa’da yasadışı değil) ve 40 Vietnamlı’nın idamını[1] protesto etmek üzere Elysée Sarayı’nın önünde gösteri yapanlar arasında bulunma cesaretini göstermiş olmak.
İdama mahkûm edilen Sacco ile Vanzetti’nin akıbetini engellemek için tüm dünya boşuna seferber oldu. Şimdi, askerî mahkemenin ve mandarinlerin insafına teslim edilen Tao’nun da hayatta kalacağının hiçbir garantisi yok. 1931 Vincennes sergisi için bundan iyi bir girizgâh olamazdı.
Kolonyal korsanlık (bu kelime aydınlatıcı olmakla birlikte işin özünü anlatmakta az kalıyor) fikrinin tarihi 19. yüzyıla uzanır ama pek rağbet görmemiştir. Gemilerimizi, kazma küreklerimizi Afrika ve Asya’ya gönderiyoruz ve buralar da nihayet, yerlilere bir lütuf gibi sunduğumuz ücretli emekle tanışıyor. Banque de France’ın kasalarındaki altınların milyonlarca yeni köle tarafından sağlanmış olması gayet makul karşılanıyor. Fakat bu korkunç mübadelenin temelinde zorla çalıştırma –veya ücretsiz emek– yatıyor. Bizim sapkın âdetlerimizin (bu niteleme hiç de abartılı değil!) yanında gayet masum gelenek ve görenekleri olan (ender bulunan tarafsız anlatımlarda bunların ne olduğunu öğrenebilirsek şayet); insan bilgisi, mutluluğu ve sevgisi söz konusu olduğunda bizim tersimize insan türünün sahici amaçlarının ne olduğu hakkında çok daha derin bir anlayışı olan; sadece beyazlığımızla ayrıldığımız bu halklar (kendimiz renksiz olduğumuz için başkalarından “renkli” diye bahsederiz) canlarını dişlerine takarak çalıştılar ve 1914’te Avrupa’nın madenciliğini güçlendirdiler – karşılığında aldıkları tek şey, onları yâd etmek için yapılan acıklı ve kasvetli bir anıt oldu: bu da, yanılmıyorsak Fransızların fikri ve Fransızların hesabıydı. İşte bizler de tüm bunlara karşılık, yegâne meraklıları akbabalar olan bu Kolonyal Sergi’yi kendi bildiğimiz şekilde açacağız. Bütün o Lyautey’ler, Daumesnil’ler, Doumer’ler, bugün Moulin-Rouge Fransa’sında hüküm sürenler, artık onlar yürüyen iskeletlerden ibaret. Birkaç gün önce Paris’te, Jacques Doriot’yu[2] Vietnam’daki katliamların sorumlusu olarak gösteren bir afiş bile görebiliyordunuz. Yırtılmamış bir afiş.
Bu katliamları ahlaken meşrulaştırmak için başvurulan ulusal toprak bütünlüğü dogması, kolonilerde her hafta insanların öldürüldüğü gerçeğini unutturacak kadar ustalıklı bir kelime oyunu içermiyor. Kolonyal Sergi’nin açılışında kürsüde Cumhurbaşkanı’nın, Annam İmparatoru’nun, Paris Başpiskoposu’nun ve birkaç vali ile haydutun, misyonerlerin ve Citroën ile Renault pavyonlarının tam karşısında yer alması, “Büyük Fransa” denen bu yeni ve mide bulandırıcı fikrin peyda edilişinde burjuvazinin tüm unsurlarının nasıl el ele verdiğini açıkça gösteriyor. Vincennes’deki pavyonlar bu düzmece fikri aşılamak için kuruldu. Kentin yurttaşlarına bu toprakların sahipleri oldukları hissettirilmeli ki uzaklardan gelen top ateşinin yankılarını duyduklarında korkudan titremesinler. Mesele, (savaştan önce bambu kulübeleri anlatan bir şarkıyla çoktan dillere yerleşmiş) minareleri ve pagodaları Fransa’nın güzel manzarasına iliştirmek.
Bu arada, kolonilere gönderilecek orduya asker devşirmek için hazırlanan o büyüleyici afişi de unutmadık: iki dirhem bir çekirdek üniformasıyla, bir yerlinin çektiği çekçeğe kurulmuş halde etrafı gezen bir subay, koca memeli zenci kadınlarla çevrili rahat bir hayat. Şüphesiz maceralar ve terfilerle dolu bir hayat.
İlanlarda hiçbir şey eksik değil: yerli bir kral, şahsen gelip, bu kartonpiyer sarayların kapısında davul çalacak. Sergi uluslararası; bu bakımdan kolonyal bir olgu (açılış konuşmasında açıkça görüldüğü üzere, bir Avrupa olgusu) benimsenmiş bir olguya dönüşüyor.
Yüz karası Sosyalist Parti ve ikiyüzlü İnsan Hakları Birliği göz önüne alınınca, sömürgeleştirmenin iyisi ile kötüsünü ayırmak zor. Kapitalist bir rejimde ulusal savunmanın öncüleri, tepelerinde o meşum Boncour’la, Vincennes’deki lunaparkla gurur duyabilirler. Fakat burjuva vatanın savunucuları arasında yer almayı reddeden herkes, bu yüzyılın başında sömürge halklarını dünya işçi sınıfının müttefiki kabul eden ilk kişi olan Lenin’in izinden giderek, bu maskaralığa ve sömürüye karşı çıkmaları gerektiğini bilecektir.
Bu söyleme ve verilen ölüm cezalarına karşı, Fransa’nın kolonilerden derhal çekilmesini ve Vietnam’da, Lübnan’da, Fas ve Orta Afrika’da gerçekleştirilen katliamlardan sorumlu görevlilerin mahkeme önüne çıkarılmasını talep ediyoruz.
André Breton, Paul Eluard, Benjamin Péret, Georges Sadoul, Pierre Unik, André Thirion, René Crevel, Aragon, René Char, Maxim Alexandre, Yves Tanguy, Georges Malkine.
Mayıs 1931
[1] Şubat 1930’da, Vietnam’da Fransız koloni birliklerinin bulunduğu bir garnizon Vietnamlı isyancılar tarafından ele geçirilmeye çalışılır. “Yen Bay İsyanı” olarak tarihe geçen olay başarısızlıkla sonuçlanır ve isyana karışanlar arasından 40 kişi Fransız mahkemelerince idama mahkûm edilir.
[2] Bahsedilen dönemde Komünist Parti milletvekili, 1920’lerde Vietnam bağımsızlık mücadelesinin öncüsü Ho Chi Minh’le yakındı.