Bu bildiri İngilizce olarak Nancy Cunard’ın ünlü Negro: An Anthology (1934) kitabında yayınlanmıştır ve imzacıları arasında Martinikli Monnerot ve Yoyotte de vardır. Hükümetlerin ve kurumların küresel ölçekteki suç ortaklıklarını açığa çıkararak, hatta dönemin Fransa’sında moda olan ‘Afrika’ cazı ve dansı çılgınlığını sorgulayarak, Kolonyal Sergi hakkındaki bir önceki bildirideki sömürgecilik eleştirisini daha da ileriye götürür. Fransızca orijinal metin kaybolmuştur; İngilizceye çeviri Samuel Beckett tarafından yapılmıştır.
Kanlı İnsaniyetperverlik
Yüzyıllar boyunca emperyalizmin askerleri, rahipleri ve sivil ajanları, dört koldan yağma, zulüm ve kitlesel cinayetlerle renkli ırkları sömürerek semirdiler. Şimdi sıra sahte liberalizmle donanmış demagoglara geldi.
Ama günümüzün proletaryasını –ister metropol ülkeninki ister sömürgeninki olsun– hedeflenen amacın ne olduğu konusunda tatlı laflarla kandırmak mümkün değil. Amaç bugün de, tıpkı dün olduğu gibi, birkaç köle tacirinin çıkarı için mümkün olan en çok sayıda insanı sömürmek. Şimdi, günlerinin sayılı olduğunun farkında olan ve dünya krizinde kendi sistemlerinin çöküşünü gören bu köle tacirleri bir merhamet teranesi tutturmuş gidiyorlar; gerçek şu ki, sultalarını dayatmak için geleneksel yöntemleri olan kıyıma her zamankinden daha çok bel bağlamış durumdalar.
Basılı ya da görsel medyadaki haberlerin satır aralarını okumak için özel bir kavrama kabiliyetine gerek yok: misilleme seferleri, Amerika’da linç edilen siyahlar, parlamenter krallıklarımızın ve burjuva cumhuriyetlerimizin şehirlerini ve köylerini tahrip eden beyaz bela...
Savaş, bu en şaşmaz, en güvenilir sömürgeci salgın, “huzuru sağlama” bahanesiyle yeniden kızıştırılıyor. Fransa, yardımına hızır gibi yetişen bu hüsnütabiri, tam da güvenilir canilerini kapitalistler-arası boğazlaşmanın dikkatinden bir anlığına kaçabilmiş olan tüm o uzaktaki ve savunmasız insanların üzerine saldığı sırada piyasaya sürmüş olmaktan gurur duyuyor olabilir.
Bu savaşların en rezili olan 1925 tarihli Rif Savaşı, bir grup entelektüeli ve militarizme yatırım yapanları şovenizmin ve sermayenin cellatları ile suç ortaklığı kurmaya teşvik etti.
Komünist Parti’nin çağrısına cevap vererek Fas’taki savaşı protesto ettik ve duruşumuzu Önce ve Daima Devrim'de ortaya koyduk.
Avrupa’yı parçaladığı, Afrika’yı tarumar ettiği, Okyanusya’yı kirlettiği ve Asya’da geniş toprak parçalarını yağmaladığı için iğrenç bir biçimde şişinen bir Fransa’da, biz sürrealistler, kronik bir hâl almış bu emperyalist savaşı, kolonileri de kapsayacak şekilde, bir iç savaşa çevirme yanlısı olduğumuzu beyan ettik. Böylelikle, güçlerimizi devrimin –proletaryanın ve mücadelesinin– hizmetine adadık ve sömürge sorununa, ve dolayısıyla da ırk ve renk meselesine karşı tavrımızı ortaya koyduk.
Bu ağlak kapitalizmin temsilcilerinin soyutlamaların arkasına gizlenebilecekleri günler geride kaldı. Bu soyutlamalar ki, ister seküler ister dinî olsunlar, her halükârda Hıristiyan utancından ilham alıyorlardı ve insanların hemcinslerini sömürmek için bahane olarak sarıldıkları sefil ahlaki ve dinî kodlardan halihazırda nasibini almamış ne kadar halk varsa hepsini mazoşist yapmak için her tür pis yolu mubah gösteriyorlardı.
Bir halkın nerdeyse tamamı kırımdan geçirildikten sonra geriye kalanları öylesine bir çalışma kültü etrafında toplayıp ehlileştirmek şart oldu ki, bunun için ilk günah ve kefaret mefhumlarından daha iyi bir başlangıç olamazdı. Ruhban sınıfı ve profesyonel hayırseverler en başından beri bu kanlı sömürüde orduyla işbirliği içindeydiler. Kâr uğruna doğal kaynakları sapına kadar kurutan sömürge makinesi bir baltanın neşeli düzeni içinde durmadan çalışıyor. Beyaz adam vaaz veriyor, uyuşturuyor, aşılıyor, öldürüyor ve kendi günahlarını kendisi bağışlıyor. İlahilerle, demeçlerle, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik vaatleriyle makineli tüfeklerinin gürültüsünü bastırmaya çalışıyor.
Babadan kalma formüllere atıfla, bu yağma dönemlerinin ‘yerli halklarla metropol arasında yakın ve akıllıca bir işbirliğine dayalı bir bolluk çağına’ giden yolda zorunlu bir evre olduğunu iddia etmeyin! Bize eski sömürgeleri hatırlatarak ve buralardaki halkların uzun süredir yaşamakta olduğu barış ve refahtan dem vurarak yeni sömürgelerdeki zulüm ve katliamı mahkemelerinizde mazur göstermeye kalkışmayın! Antiller’in Fransa tarafından tamamen olmasa bile “neredeyse tamamen” asimile edilmelerini sağlayan ‘mutlu evrim’ hakkında böbürlenmek de abes.
Antiller’de, tıpkı Amerika’da olduğu gibi, eğlence, yerlileri toplu kıyımdan geçirmekle başladı; oysa bu insanlar Kristof Kolomb’un işgalcilerini gayet candan karşılamışlardı. Şimdi bu işgalcilerin, bunca yol tepmiş ve zafere bu denli yaklaşmışken, elleri boş eve mi dönmeleri bekleniyordu yani? Ne mümkün! Onun yerine, Afrika’ya yelken açıp oradan adam kaçırdılar. Bu insanlar tez vakitte hümanistlerimiz tarafından köle mertebesine yükseltildiler, ama herhangi bir sermaye gibi muhafaza edilmeleri gerektiğinden efendilerinin sadizminden az çok muaf tutuldular. Bu insanların çoktandır kopkoyu bir yoksulluğa mecbur edilmiş torunları (sebze ve tuzlu balık yiyerek hayatta kalıyorlar ve kıyafet namına eski gübre torbaları çalabilirlerse kendilerini şanslı sayıyorlar), hayat şartları Avrupalı muadillerininkinden bile beter olan ve gaddarlıkta herhangi bir burjuvaziden geri kalmayan siyah bir burjuvazi tarafından sömürülen siyah bir proletarya meydana getiriyor. Kültürün makineli tüfekleriyle donanmış bu burjuvazi, Ağır Cezacı ‘Diagne’ ve Kasırga ‘Delmont’ gibi pek de münasip temsilciler ‘seçiyor’.
Bu yeni burjuvazinin düşünürlerinin her biri parlamenter suistimal konusunda uzman olmasalar dahi, iş tine bağlılıklarını ilan etmeye gelince uzmanlardan pek de geri kalmıyorlar. Kendi konforlu insafsızlık cennetlerinde, yaşamın ihtiyaçlarına ve düşün acil gereklerine karşı dayanıklı bir korkaklık sistemi örgütlemiş olan Tin doktrincilerinin manevraları bu idealizmin tam ne işe yaradığını ele veriyor: Bu beyler, bu ceset ve teozofi tapınmacıları, geçmişin derinliklerinde arazi olmaya ve Himalaya manastırlarının dehlizlerinde kaybolmaya bayılıyorlar. Geriye kalmış son utanç ve zekâ kırıntıları sayesinde, güncel dinlerin artık sadece bir para İlahı olduğu gizlenemeyen Tanrısını hortlatmaktan geri duranlar bile, şu ya da bu ‘gizemli Doğu’nun’ çağrısına kulak vermekten imtina etmiyor. Cesur denizcilerimiz, emperyalist düşüncenin polisleri ve ajanları, afyon ve edebiyatla el ele verip, bizi nostaljik unutkanlıklarının bataklığına sürüklediler. Ölüler diyarındaki bütün bu ayinlerin amacı, bize bugünü, bugünün iğrençliğini unutturmaktır.
Bir aziz-kılıklı riyakârlar enternasyonali, siyahların başına musallat edilmiş maddi ilerlemeye itiraz ediyor; sadece alkolün, frenginin ve sahra toplarının değil, aynı zamanda demiryollarının ve matbaanın da ithal edilmesine karşı çıkıyor. Söz konusu enternasyonalin evanjelik ruhu, zaten daha önce de, kapitalist toplumlarda geçerli olan “manevi değerleri” yere göğe sığdıramıyordu, en başta da insan hayatına ve mülkiyete saygıyı; bu değerler ki, mayalı içkiler, ateşli silahlar ve hastalıklarla mecburi bir tanışıklığın doğal sonucudur. Eklemeye gerek var mı: sömürgecinin mülkiyete saygı talebi, sadece kendisininki için geçerlidir.
Batılıların bile bile geri çekildikleri bir evrenden pay almanın yarattığı coşkunun doğal ifadesini çarpıtıp son moda caza uydurmak zorunda bırakılan siyahlar ise, aşağılanmaktan daha beter bir eziyete maruz kalmadıkları için kendilerini şanslı sayabilirler. Bizim 18. yüzyılımız, Çin’den, salonlarını süsleyecek bir ıvır zıvır repertuarından başka hiçbir şey almadı. Aynı şekilde, bütün o romantik egzotizmimiz ve modern seyahat şehvetimiz de, her zevki tatmış olduğu için yeni hazlar arayan müşteriler sınıfını eğlendirmekten başka işe yaramıyor. Onlar, bütün bu enerji selini kendi avantajları doğrultusunda saptırmakta fayda görecek kadar kurnaz olabilirler – ama tufan yakında – düşündüklerinden de yakında – tepelerine çökecektir.
André Breton, Roger Caillois, René Char, René Crevel, Paul Éluard, J.-M. Monnerot, Benjamin Péret, Yves Tanguy, André Thirion, Pierre Unik, Pierre Yoyotte.
1932