New York gibi bir şehirde, mutenalaşma, halihazırda iş başında olan en temel toplumsal ve ırksal şiddet biçimi konumunda. Brooklyn’e bağlı Williamsburg, Bushwick, Green Point, Bed Stuy veya Park Slope gibi mahallelerde mutenalaşma son hızıyla yaşanıyor ve bu süreci sadece içsel sebeplere bağlamak imkânsız. Mutenalaşmanın, çoğu beyaz olan az sayıdaki orta sınıf mensubu insanın, sıklıkla siyah ya da Latin alt sınıf mahallelerine taşınması gibi içsel bir süreçle başladığı kabul edilse bile, şehrin diğer bölgelerindeki yüksek konut fiyatlarının da bunda büyük etkisi var; ayrıca, bu yer değiştirme süreci, kâr peşindeki müteahhitler tarafından ânında tespit ediliyor ve hızla katmerlendiriliyor.
Mutenalaşma, insanların tarihsel, kültürel ve ırksal açıdan yabancısı oldukları bir mekâna bedenen yerleşmeyi seçmeleriyle hayata geçiyor. Bu bedenlerin mevcudiyeti, oradaki yerel nüfusun varlık tarzında bir aksama yarattığında, şiddet uygulamış oluyor. Genelde bir yerden bir yere giden, sadece bedenler olmuyor: insanlar kentsel dokuyu değiştiren ve hayatı sürdürmenin (kiraların, malların, hizmetlerin) fiyatını ciddi şekilde artıran rahatlık standartlarını da beraberlerinde getiriyorlar; öyle ki sonunda söz konusu mahalle oranın halkı için dışlayıcı olmaya başlıyor. Mutenalaştırıcı bedenler, aynı zamanda toplumun onlara verdiği güvenlik sözünü de beraberlerinde taşıyorlar. Bu mahallelerin yerlisi olan siyahların veya Latin kökenlilerin, geriye dönüp baktıklarında gördükleri manzara karşısında duydukları öfke haksız değil: Polisi bir mahallede güvenliği kesin biçimde sağlamaya sevk eden tek unsur, o mahallede orta sınıf beyazların varlığı.
Mutenalaştırıcı bedenlerin rahatlık standartlarını da beraberlerinde getirme ihtiyaçlarını açık biçimde gözler önüne seren bir mutenalaşma mimarisi var. Bu mimari, konutlar kadar, alışveriş ve eğlence amaçlı yapıları içeriyor (bir mahalledeki mutenalaşma düzeyi hakkında fikir sahibi olmak istiyorsanız, kaç tane içki dükkânı ile havalı kafenin açıldığına bakın). Konutlar söz konusu olduğunda, mutenalaşma halihazırdaki binaların yenilenmesinden, tamamen yıkılıp yerlerine lüks rezidansların yapılmasına kadar uzanabiliyor.
Yalnız bir noktayı netleştirelim: Buradaki derdimiz, farklı toplumsal veya etnik kökenlere sahip insanların aynı mekânlarda iç içe olması değil. Bu tür karışımlar, gündelik hayat içinde birbiriyle karşılaşan bedenler arasındaki çatışmaların azalmasını sağlayabilir. Gelgelelim, bu nüfus karışımı mutenalaştırmanın amacı değil, geçici bir sonucudur yalnızca: sürecin sonunda mutenalaştırıcı bedenin toprağın yeni sahibi olduğu tescillenecektir. Mutenalaştırıcı bedenlerin kendi rahatlık ve hayat tarzı standartlarını da beraberlerinde taşımaları, mutenalaşmanın sömürgeci boyutunu oluşturur. Şimdilerde Avrupa’da bazı sağcılar, bu söylemi kendi ülkelerindeki göçmenler için kullanıyorlar. Fakat aradaki fark çok açık ve bu politikacıların durmadan besledikleri “işgal edilmişlik” duygusunun bununla en ufak bir ilgisi olmadığı ortada: Mutenalaştırıcı beden, göçmen bedenin tam tersine, hem toplumsal hem de ırksal açıdan, ayrıcalıklar bahşedilmesi gereken hâkim konumdaki beden olarak tanınmıştır. Bu bedenlerin her biri, istemeden de olsa dahil oldukları şiddet süreçlerindeki sorumluluklarını görmeli ve kabul etmelidir.
Léopold Lambert’in Colonial Architectures and Situated Gentrifying Bodies başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.