İletişim giderek çalışma hayatının başat bir bileşeni haline geliyor. Sanat ve kültür, başlangıçta karşısında örgütlendiği maddi üretimin özelliklerine bürünüyor. Prekarite konusundaki öncü düşünceleriyle tanınan Franco ‘Bifo’ Berardi bu dönüşümün yaşandığı sermaye bölgesini semiokapital olarak anıyor: “gösterge üretiminin üretim alanını kapladığı” zamanlarda ve dile, görselliğe, finansa ve enformasyona ilişkin anlamların değer üretimini etkilediği durumlarda semiokapitalden söz edebiliriz. İletişimin, sembollerin, gerçekleşmesinde etkili olduğu, kültür ve sanatla ilgili çalışmalarda, zaten post-Fordizmle baştan aşağıya esnekleşen ve güvencesizleşen koşulları yarattığı sömürü iyice şiddetleniyor: belirsiz, örgütsüz ve güvencesiz çalışma koşulları ve süreleri; tanımsız işler ve ücretler; sanat ve kültür yöneticilerinin keyfi yönetimi ve baskısı… Üstelik bütün bunlar, “yaratıcılık, sanatsallık, yardımseverlik, dayanışma” filan gibi kisvelerle meşrulaştırılabiliyor. Öyle ki, Pascal Gielen günümüzde “sanat ortamının, ekonomik sömürü için son derecede zeki bir model” oluşturduğunu söylüyor. Prekarite koşulları bugün, gayrimaddi, sembolik, enformatik, bilişsel emeğin yayıldığı birçok alanda hüküm sürüyor, ama bu alanların en önde geleni bienaller.
Aşağıda yayınladığımız yazışmalar, Burak Üzümkesici’nin 11. Uluslararası İstanbul Bienali’nde (2009) görev almak üzere İKSV’ye yaptığı başvurunun ardından, kurumla ve birlikte çalışma ihtimali olan sanatçılarla aralarında yaşananları anlatıyor. İlk mektup İKSV’nin Burak’ın başvurusuna verdiği yanıt. Ardından Burak’ın İKSV’nin bu yanıtına dayanarak kuruma yönelttiği birtakım soruların olduğu mektup geliyor. Burak, bu mektubuna İKSV’den bir yanıt alamaması üzerine, bu kez konuyla ilgilenebileceklerini düşündüğü çeşitli kişilere açık bir mektup yazarak yaşadıklarını anlatıyor. Ve işte ancak bu noktada bir tepki alabiliyor; ancak muhatabı olan İKSV’den değil de, birlikte çalışması söz konusu olan sanatçılardan. [AA, NÖ]
İKSV’nin Burak Üzümkesici’nin Başvurusuna Verdiği Yanıt
Tarih: 21 Ağustos 2009
Başlık: İşsiz İşçiler - Başvuru sonuçları
Merhabalar,
Sizlerle çalışmak istiyorlar. Öncelikle adayların seçimi ile ilgili sanatçıların görüşmeleri hala sürmekte, ancak sizinle yapılan görüşmede aşağıda belirten çalışma koşulları ile ilgili eksik kalmış olabilecek bilgileri size yeniden duyurmak istiyoruz. Bildiğiniz gibi 11. Bienal, 12 Eylül – 8 Kasım 2009 tarihleri arasında gerçekleşecek ve Bienal mekânları Pazartesi günü hariç her gün saat 10:00 ile 19:00 arası ziyaretçilere açık olacaktır. Bu doğrultuda bizimle çalışma zamanlarınız da aynı şekilde Pazartesi hariç her gün olacaktır, bu hafta sonlarını da kapsamaktadır.
Ayrıca 10 Eylül 2009, Perşembe günü saat 10:00 ile 11:00 arası Antrepo no:3’de Basın Toplantısı yapılacaktır ve sonrasında mekânlar basın mensuplarının ve özel misafirlerin gezmesi için açık olacaktır, bu sebepten bu günlerde de bizimle çalışmanızı istiyoruz. Ancak bunun öncesinde 6 ve 7 Eylül günlerinde sanatçılar sizlerle prova yapmak istiyorlar. Bienal süresince bizimle çalışmanız karşılığında sizlere yarım günlük 17,50 TL ; tam günlük ise 35 TL ücret verilecektir. Sizlerle shift’li çalışacağımız için 2 günlük çalışmanız 1 güne denk gelmektedir. Bu bilgiler ile ilgili onayınız aldıktan sonra en kısa zamanda size bilgi verilecektir.
Yakında görüşmek üzere,
Ayşegül Gülcü
Asistan Koordinasyonu
Uluslararası İstanbul Bienali
------------
İşsiz İşçiler - Başvuru sonuçlarına Burak’ın yanıtı
Tarih: 22 Ağustos 2009
Merhaba,
Ben çalışmaktan vazgeçtim. Sanırım en azından bir ya da birkaç kişiden bu yanıtı bekliyordunuz, çünkü 10 kişi ile çalışmak istediğinize karar vermiş olduğunuz ve bu mesajı 10 kişiye ilettiğiniz halde neden hala görüşmelerin sürdüğünü başka türlü açıklayamıyorum. Gelelim vazgeçmemin asıl nedenine: Evet ücretin çok olmayacağını bana söylemişti sanatçılar. Ancak bu kadarını beklemiyordum. Şöyle anlatayım: Fındık toplamanın günlük işçi yövmiyesi 30 TL'dir. Zeytin toplayan köylülerin günlük ücreti 20 TL, kadın ve çocuklarda 12 TL'dir. Ne kadar üzülüyoruz değil mi bu ücretlere? Ama sanırım siz değilsiniz üzülen? Ve bu kölelik düzenini değiştirmek isteyen...Bir de şöyle sorayım: Eve gelip 20 dakikada elektrik sorununuzu gideren elektrikçiye ne kadar para veriyorsunuz acaba? Belki size en yakın gelecek eşleştirme şudur: Leonard Cohen konserini orta karar bir yerden seyretmek için sizinle tam 10 gün çalışmam gerekiyor. Düşünün, konsere ancak girebiliyorum bu parayla...
Asgari ücretten de düşük bir ücrete insanları -üstelik sanat üretiminin bir parçası olmaları için- köle gibi çalıştırmak istediğinizin farkında mısınız? Değeri bu mudur sanatın? İlgili sanatçıların eserlerinde işçi sömürüsü yapıldığından haberi var mı gerçekten? 4,5 saat sanat icra edecek olan kişilere biçtiğiniz tutara bakın: 17,50 TL !!! Bu mudur sizin Brecht'ten anladığınız? Brecht, tek bir tane oyun kitabını alabilmem için sizin yanınızda 3 gün çalışmam gerektiğini bilseydi ne derdi acaba? Üşenmeyip, Mitos-Boyutu arayıp kitabın fiyatını sormaya ne dersiniz?
Ayrıca çalışma saatinin azalmasıyla ücretin düşmesi de nedir? Günlük iş, bir kişinin gününü başka bir işte çalışamayacak şekilde işgal etmek demektir. Yani benim 14:30-19:00 arası sizinle çalıştıktan sonra çıkıp başka bir işte çalışma ihtimalim nedir sizce? Yani bir saat bile çalıştırsanız, benim bir "günlük ücretimin" olması gerekir. "2 gününüz 1 gün eder" gibi kelime oyunları yapmak, dalga geçmekten başka bir şey değildir. Sendikalaşmanın gerekliliğini vurgular o kadar. Yeteri kadar aşağılanmış olduğumuzu düşünüyorum.
Bu emailinizi (sömürünüzü mü demeliydim bilemiyorum) ilgili bütün kurumlara iletip insanları kaç paraya nasıl çalıştırmak istediğinizi belgeleyeceğimden kuşkunuz olmasın. Belki bienal sırasında birileri gelip, çalıştırdığınız kişilere "ne kadar ücret veriyorlar?" diye sorarak etkinliğin yönünü bile değiştirebilirler.
Evet Brecht insan neyle yaşar diye sorar? İnsan onuruna yaraşır bir biçimde yaşaması gerekir diye de ekler değil mi? En azından bu işe Brecht'i bulaştırmasaydınız. Yazık!
Diğer arkadaşları da bu işte çalışmayı reddetmeye ve İKSV'yi ve Bienali çeşitli iletişim kanalları aracılığıyla protesto etmeye davet ediyorum.
Burak
------------
İKSV’den yanıt alamayınca Burak’ın konuyla ilgilenebilecek kişilere yolladığı mektup:
Tarih: 22 Ağustos 2009
Başlık: Brecht soslu Bienal'de işçi sömürüsü !
Merhaba arkadaşlar,
Sizi bir konuda bilgilendirmek istedim. Biliyorsunuz bir süredir işsizim. Bienal çerçevesinde gerçekleşecek "İşsiz işçiler! Sana yeni bir iş buldum!" başlıklı sanat etkinliğinde çalışacak birilerini arıyorlardı. İKSV'nin etkinliklerinde görev almak, hatta kimi zaman katılmak konusunda bile kaygıları olan biri olsam da, bu seneki bienal'de Brecht üzerinden temanın belirlenmesi, paraya ihtiyacım olması ve ilgili etkinliğin işsizlik konulu bir etkinlik olması dolayısıyla başvuru yapmaya karar verdim. Ve 19 Ağustos'ta görüşmeye gittim. Görüşme, doğrudan sanatçılarla, etkinlik üzerine yapıldı. Sizlerden aşağıdaki yazışmayı okumanızı istemeden önce, görüşmemizde edindiğim bilgiler ışığında gerçekleştirilmesi hedeflenen etkinliği olabildiğince kısa bir biçimde anlatmam gerekiyor: Fotoğraf sanatçılarının yaklaşık 20 yıl içerisinde çektikleri fotoğrafların bir sergisi yapılacak. Bir yandan da etrafını bu fotoğrafların çevrelediği mekanın ortasında bir bant sistemi döngüsel bir biçimde hareket edecek. Ve bu bandın üzerinde bulunan tişörtler, etkinlikte "Performans ve iletişim yeteneklerine güvenen, İngilizce bilen, üniversite mezunu ya da öğrencisi olma ön koşulu ile" istihdam edilecek görevliler tarafından katlanacak ve açılıp tekrar katlanacak. Ve sergiyi ziyarete gelen kişiler, bu görevliler tarafından tişörtleri katlamaya davet edilecek. Ve bir şekilde bu kişilerle bir tartışma ortamı kurulmaya çalışılacak. Bienal boyunca sanatçılar mekâna uğramayacak: Dolayısıyla tamamen görevlilerin inisiyatifine kalması anlamında serbest bir doğaçlama. Yalnızca görevlilerden her gün sonunda yaşadıkları deneyimleri yazarak özetlemeleri istenecek. Etkinliğin temel amacı iki odak arasında bir paralellik kurarak yabancılaşmayı yaşatmak. Nedir bu odaklar: bant sistemi ve sergi düzeni. Dramaturjik olarak da bir terslik yok benim için. Bunun için 5'erli iki ekip, iki vardiya olarak 10:00-14:30 ve 14:30-19:00 saatleri arasında çalışacak. Çok da heyecan verici bir etkinlik olmasa da, 4,5 saatlik bir çalışma süresi, sürekli insanlarla teatral bir formda ilişki içerisinde olma ve karşılığında da bir miktar gelir sağlama unsurlarını göz önüne alınca kabul edebilirdim. Ta ki aşağıdaki mail gelene kadar. Gerisini en alttan başlayarak okumanızı ve Bienal'e gitmeden önce bir kez daha düşünmenizi istiyorum.
Bu maili konuyla ilgileneceğini düşündüğünüz insanlara da iletebilirsiniz.
Sevgiler,
Burak
------------
Merhaba arkadaşlar,
Bienal ile ilgili yazdığım tepki mesajını hatırlarsınız. Bahsi geçen sanatçıların bu mesaja bir yanıt oluşturduklarını tesadüfen bir arkadaşımdan öğrendim. Bu mesajı altta görebilirisiniz. Bu mesaja istinaden yazdığım metni ben de bu sabah kendilerine ilettim. Bunu da en altta iletiyorum.
Bilginize...
Burak
------------
Aydan Murtezaoğlu ve Bülent Şangar’ın Yanıtı:
Bu gerçekten bir iş midir?
Burada çalışanlar gerçekten işçi midir?
Yoksa sanat mı icra ederler ?
Ya da onlar bu işin önceden angaje – organize izleyicisi midir?
Arkadaşlar Merhaba,
Burak Üzümkesici’nin sizlere ve başka oluşumlardan bizi haberdar eden arkadaşlara da gönderdiği mektupla ilgili birkaç düşüncemizi yazmak istedik. Dilerseniz dillendirdiği görüşlere birlikte bir bakalım. Öncelikle Burak’a teşekkürler, çünkü bienal başlamadan bizim iş, işler hale geldi. Hiç değilse tartışmaya başladık şimdiden. Sizlere de bahsetmeye çalışmıştık; sizlerin bizim ilk izleyicilerimiz olduğunu ve bu anlamda bir tartışma platformu açabilmenin bu işin en önemli ayağını oluşturduğunu, görüşmelerde her bir arkadaşa dillendirmeye çalışmıştık. Ama bir sorun var, sanırız Burak bunun sonuçta bir sanat projesi ve burada yapılacak işin de geçici ve aslında, bir iş metaforu olduğunu gözden kaçırmış?? Hem sizlerin gerçekleştireceği performansin tekdüzeliği, hiçbir donanım gerektirmeyecek kadar basit oluşu, hatta absürdlüğü ve sizlerin buna karşin gayet donanımlı oluşunuz hem de içinde topyekûn bulunacağımız bienalin, ticari olmayan bir sanatsal faaliyet olması gerçeği apaçık ortada iken, tüm bunları yeniden anlatmaya gerek duymadık doğrusu. Burak eleştirilerinde bazı şeyleri birbirine karıştırmış ve muhalif bir söylem olusturduğunu düşünürken; içinde bizim dışımızda pek çok sanatçının da işinin bulunacağı ve şehirde hayli ender rastlayacağımız türden tartışma ve ifade olanağı sağlayan, uluslararası bir etkinliğin önünü şimdiden kapatıp, bir dezenformasyonla herkesi boykota davet etme çabasına girismis(?) ayrıca bizim her zaman sakındığımız gayet toptancı ve indirgemeci bir dille, ifade etmekte görüşlerini.
Topyekûn bienali değil de; hiç değilse, sadece bizim işi boykot etmeyi önerseydi anlıyor olabilirdik ama belli ki bizim işi de pek anlayamamış. Burak ve meseleyi daha önceki yillarda farklı zihniyetlerden gelen bienal düşmanlığı benzer bir duruma evirmeye çalışmış söyleminde. Bazen salt kapitalist sisteme değil; anti-kapitalist söyleme de yenik düşebiliyor insan. Söylediklerinden ya da altını çizdiği hususlardan farklı bir şey söylediğimizi ve eylediğimizi düşünüyor olması da bunun bir göstergesi değil mi: bu iş zaten meseleyi tam da eleştirdiği koşullar içinden toptan görünür kılmak için yapıldı. Ancak kendisi bienal kapsamında değil de; dışında kalarak görünür olmaya çalışmış ki, bu da olabilir, neden olmasın, fakat üslubu hayli tehditkâr ve yoksayıcı olmuş ne yazık ki. Böyle bir üst perdeden eleştirellik değil de, olsa olsa eleştiricilik çıkıyor, maksatı kendinden menkul ve meçhul(?). İçerde kalıp, düşüncelerini etraflıca dillendirseydi yine de bize göre daha etkili olabilirdi, yanılıyor muyuz?
Sizlerin donanımınız, kentli bünyenizin bu tür faaliyetlerin niteliği hakkında zaten önceden bir fikir sahibi olduğunuzu varsaymaz mı? Bu işe başvuranların genel profili eğitimli, içinde bulunduğu gerçekliğin farkında ve bu farkındalık için gerekli iletişim olanaklarına sahip, bir sözü olan ancak bu niteliklerini, önümüzdeki iki aylık bu süre içinde kullanabileceği uluslararası bir platform arayışındaki kişilerdi. Başvurular, başka işlerle hayatını sürdürürken, kendini ifade etmek ve burada geleceğe yönelik kendi oluşumunda bir deneyim de edinmek üzere idi çoğunlukla. Tahmin edersiniz ki bienal hakkında hiçbir fikri olmayanlardan sadece gerçek anlamda çalışma koşulları ile ilgili sorular aldık; sigorta yapıp yapmadığımızı soran arkadaşlar da oldu ama hiçbiri Burak gibi doğrudan ithamlarda bulunmadı. Hemen herkesle aynı görüşme süresi olan yaklaşık 10-15 dakikada her şeye bu denli vakıf olup sırf paraya- ücrete indirgeyerek bienal düşmanlığı yapmak ya da itham etmek bu kadar kolay mı, biz de Burak aracılığıyla bir kez daha öğrenmiş olduk. Hatırlarsanız görüşme sonunda bir sorunuz var mı diye sorduk herbirinize, keşke Burak gayet olumlayıcı davranmak yerine aklına düşen bu koşullara dair önce bizimle paylaşsaydı görüşlerini.
Bizimle görüşmeye gelen arkadaşlardan sadece üç kişi, gelmeden önce nasıl bir aktivitenin ya da gerçekliğin içinde olacağını önceden araştırmış. Bizlerin önceki işlerini ve bu işin daha önce üzerine çıkan metinleri okumuşlar. Araştırmadan gelenlerden pek çoğu da düşük ücret uyarımız (meblağı da söylemiş olmamıza rağmen) ve diğer çalışma koşullarını da ısrarla belirtmemize rağmen; kendilerinin zaten başka işler de beraberinde yaptıklarını, bu işten bir gelir sağlamayı beklemediklerini ancak uzun vadede kariyerleri açısından iyi bir deneyim olacağını düşündüklerini belirttiler. Ve buradaki emek- mesai makasının sanat söz konusu olduğunda piyasa koşullarının dışında işlediğini zaten tahmin ederek geldiklerini vurguladılar.
Görüşmelerin sürüyor olmasını da kendince tamamen yanlış anlayarak yorumlamış Burak. Sizlere gönderilen koşullara dair teyit mektubundaki “sizlerle çalışmayı düşünüyorlar” ibaresi asistan arkadaşın yanlış anlaması sonucu yazılmış, yüzlerce CVnin organizasyonu ile uğraşırken bir hata olmuş belli ki.
Durum hepimiz için netleşse, görüşmeler niye sürsün ki? Burada henüz hiç kimse seçilmemişti çünkü yurtiçinden ve yurtdışından sadece bizim bu işe 247 kişi başvurdu. Ayşegül Hanım tüm bu CVleri ve mektupları bize ulaştırıp sizlerle buluşmamızı sağladı. Tüm CV’leri etraflıca okuduk. CVlerin yanı sıra bize gönderilmiş mektuplar da vardı. Onların da tamamını okuduk ve gruplayarak görüşmelere başladık. Tahmin edersiniz ki bu görüşmeler sırasında pek çok arkadaşımız bu işin kendisine uygun olmadığını içtenlikle bize ifade etti. Bazıları zaman açısından ders, prova vs. gibi diğer faaliyetleri ile çakışmasını düşünerek daha sonra cevap vermek üzere süre istedi. Dolayısıyla görüşmelerin sürüyor olması, durumun netleşmemesi ile ilgilidir.
Size göndermelerini istediğimiz teyit mektubu da, sadece görüşme esnasında çalışma koşulları ile ilgili sizlere söylemeyi unuttuğumuz bir detay olur endişesiyle hazırlandı. Bilgileri yeniden teyit etmenizi rica ettik. Bu bir seçim mektubu değildi. Takdir edersiniz ki bu sayıda bir başvuruyu kimseyi kırmadan organize etmek hayli zor, ayrıca hiçbirimiz bu konuda tecrübeli değiliz; sonuçta ne sizler işsiz işçilersiniz ne de biz işveren ya da patronluk yapan kişileriz.
Bir de hatırlatma yapmak isteriz, Burak sömürü ve kölelik kelimelerini biraz da desteksiz sarf ederek içini boşaltmış gibi?? Kişinin kendisini ifade etmesinin tek beklenti olduğu ve bunun için sembolik de olsa, büyük şehir koşullarında ancak yol giderini karşılayacak bir de ücret verme durumunu, piyasa ortamındaki iş koşulları, mevsimlik işler-kiralık işçi ve işveren pozisyonları, artı-değer üzerinden okumuş.
Yarım gün çalışma düzenine gelince, bu işin aynı anda hem zihinsel hem de fiziksel aktivite gerektirdiğini ve yorulacağınızı özellikle ilk birkaç hafta yoğun olacağınızı söyledik ve buna rağmen yaparım diyor musunuz diye de sorduk ısrarla. Bu anlamda, shiftli çalışmanın daha az yorucu olabileceğini düşünerek sabah ve öğleden sonra olarak iki grup oluşturulduğunu belirttik.
Burak sanat icra etmekten de söz etmiş. Tam da bu noktada belirtmek isteriz ki biz görüştüğümüz hiç kimseden sanat icra etmesini istemiyoruz. Doğrudan sanatçı aramıyor- gerektirmiyor bu iş; sanat öğrenimi yapmış kişilerle bir denge tutturabilmek için, çok farklı disiplinlerden, başvuran kişilerle de görüşme ve çalışma talebimiz oldu sadece. Her hangi bir mesleki formasyon gerekmiyor burada, kişinin kendisi olması yeterli. Dolayısıyla aslında herkes bu işin bir parçası olabilir ancak öncelikleri hayatını sürdürmek olan kişilerin ihtiyacını burada gideremeyeceği daha baştan belli değil mi? “Insan neyle yaşar?”
Bizler sanatçı olarak tanımlansak bile, sanat icra etmekten imtina etmeye çalışmaktayız. Sanatın ve sanatçının tarifi olumsal bir nitelik taşır, önceden belirli değildir, süreç içinde gelişen talepler doğrultusunda üretir, geçmişteki üretimi geleceği ya da varlığının bir teminatı değildir. En azından Bülent ve Aydan olarak biz böyle tarif ediyoruz, kendi varoluşumuzu. Dolayısıyla, sizlere görüşmelerde de ifade etmeye çalıştığımız gibi bu bir deneysel süreç olacaktır ve ucu açıktır, sizlerin performansı ve farkındalığı meseleyi görünür kılacaktır. İzleyicinin nasıl bir tutum içinde olacağını hiçbirimiz kestiremeyiz dolayısıyla tahamüllü olmak ve durumu yönetmek gerektiğini de belirttik. Sanat icra etmek ne demek, Burak bizlere bir anlatsın öncelikle, çok kibirli görünmüyor mu bu ifade sizlere de? Tekdüze, hiçbir kalifiye durum gerektirmeyen bir performans sonuçta yapılacak olan iş. Bir izleyici olarak kendini temsil edecek kişilerdi metaforik olarak işe alınma süreci. Ve bu, sanat tarihine bakıldığında ilk bizim keşfettiğimiz bir durum da değil elbette. Birçok farklı örneği var. Bizi bu sürece taşıyan kendi işlerimizi sorgulama ve yeniden dönüştürme kaygısıdır. Sonuçta Burak’ın dillendirdiğinden daha farklı bir şey söylemiyoruz ki, dahası bunun da ötesinde bu meselenin nasıl evrildiğini, temsil, mesafe üzerinden kültürel alandaki çarpık mümessillik mekanizmasına oradan otosansüre oradan da etno-milliyetçiliğe, paryaya, prekaryaya nasıl dönüştüğünü fotoğraflarla, oklarla, zihin kutucuklarındaki kısa metinlerle, yazılı ve görsel şemalarla gösteriyoruz; bienale gelenler fazladan bunları da tartışmaya açabilirler, en azından biz öyle umuyoruz..!? Hatırlayacağınız gibi, görüşmelerde bizimle aynı fikirde olmanız gerekmediğini, doğal olarak, eleştirilerinizi dillendirebileceğiniz bir platform oluşturmaya çalıştığımızı, bizzat bizler, altını çizerek ifade etmeye çalıştık her bir arkadaşa..? Bunun içine kendi işlerimiz ve bu projenin de dahil olduğunu da söylemiştik.
Bir diğer konu da, bizim bir daha işimizin olduğu bu ortamda olmayacağımız söylenmiş?? Bu kanıya nasıl varılmış bilemiyoruz, orada olmak ve olmamakla ilgili, sizlere işi kısaca anlatırken şöyle ifade etmeye çalıştık, bu bir inisiyatif devridir. Ancak kendi 25 yıllık üretimimizi retro bir bakışla sorgularken bunun muhatapla olan ilişkisini ve bizlerin bu anlamdaki kaygılarını, zaten metinlerde yazdık, bizimle çalışmayı kabul edip toplantıya gelecek arkadaşlara daha ayrıntılı anlatacağımızı da söyledik. Bir daha hiç uğramamak gibi bir niyetimiz tahmin edersiniz ki hiç yok??!! Muhatap arayışındaki iki kişi, bir daha hiç işinin başında olmayacak ha, şaka gibi (!??)
Sonuç olarak belirtmek isteriz; öncelikler her kişi için farklıdır ve bu anlamda söylenen her söz bizim için önemli ve değerlidir, saygıyla karşılıyoruz.
Bir de not düşmek isteriz: burada dillendirmeye çalıştığımız düşünceler, salt işsiz işçiler- sana yeni bir iş buldum! la ilgilidir. Tekrarlamakta fayda var, bienalde bu işin dışında pek çok sanatçının işi bulunmaktadır. Boykot edilecekse Bülent ve Aydan’ın işi boykot edilmelidir!! Dezenformasyonlarla, asimetrik bilgi ile tutum–tavır alan izleyiciyi şimdiden haberdar etmek de boynumuzun borcudur.
Aydan Murtezaoğlu ve Bülent Şangar
iyi dileklerle,
------------
Burak Üzümkesici’nin Bülent Şangar ve Aydan Murtezaoğlu’na Yanıtı:
Tarih: 23 Ekim 2009
Bülent Şangar ve Aydan Murtezaoğlu,
İKSV’ye yönelik tepki mesajıma bir cevap yazma gereği duymuşsunuz. İyi de etmişsiniz. Ama keşke yazdıktan sonra bana da yollasaydınız bu cevabı. Yazınızdan tesadüfen dün (21 Ekim) haberim oldu. Üstelik orada bana bazı sorular yönelttiğinizi gördüm. E-posta adresim sizde olduğu ve bana cevap hakkı doğmuş olduğu halde neden haberim olmadı bilemiyorum. Yine de önemli değil. Gecikmeli de olsa şimdi yanıtlayabilirim. Yıllardır çektiğiniz fotoğrafların Bienal gibi, dev şirketlerin desteğiyle yürüyen uluslararası bir platformda sergilenmesi eminim sizi çok mutlu ediyordur. Her şeyin yolunda gitmesi için çok uğraşmışsınızdır. Öncelikle Bienal keyfinizi kaçırdığım için üzgünüm. Neden mi? Yazıyı eğer dikkatle okusaydınız, asıl keyfini kaçırmak istediğimin siz değil İKSV olduğunu anlardınız. Çalışanların ücretinin 17,50 TL olmasına sizin karar verdiğinizi zannettiğimi mi düşündünüz ki, kendinizi böyle neresinden tutsan elinde kalan bir yazıyla savunmaya kalktınız. Doğrudan bütün eleştirileri göğüsleme gereği duymuşsunuz. Üzgünüm ama içinde tek bir İKSV kısaltması geçmeyen, sanat-sermaye ilişkisi kurulmayan yazılarla bu konu tartışılamaz diye düşünüyorum. Sizin yaptığınız da ne yazık ki esas odakları ıskalamak (saklamak mı demeliydim?) ve okları tek bir kişiye yöneltmek olmuş. “Sanatçıyla sanatçı veya sanatçıyla katılımcı birbirine saldırır, sermaye reklamını yapar ve malı götürür” durumuna düşmemeyi tercih ederim. Bunun için size yazının sonunda bazı önerilerim olacak. Ama önce sanat tarifinize ve bu proje özelinde söylediklerinize itirazda bulunmak istiyorum. İkincisinden başlayayım... “Sanat projenizin” hakkını madem siz savunmuyorsunuz, en azından 17,50 TL’ye çalışmayı kabul eden arkadaşlar adına ben savunayım. Bu gençlerin yaptıkları iş, hiç de “tekdüze ve hiçbir donanım gerektirmeyen bir iş” değil. Sizin bir derdiniz var ve bunu anlatmanın en iyi yolunu bulmaya çalışmış ve bulmuşsunuz öyle değil mi? Bu gençleri de bu nedenle çalışmanıza dahil etmek istemişsiniz. Yine sizin sözcüklerinizle; “hem zihinsel, hem de fiziksel aktivite”de bulunacak bu arkadaşlar “performans ve farkındalıklarıyla meseleyi görünür kılacak” yorucu bir iş yapıyorlar. Buna mı tekdüze diyorsunuz? Pes doğrusu! Biraz haksızlık olmuyor mu? Bu tekdüze iş için 247 kişinin özgeçmişini okuyup, görüştünüz... Bu tekdüze iş için günlerce toplantı ve prova yaptınız... Merak ediyorum, acaba dönüp de şu yazdıklarınızı tekrar okudunuz mu?
Gelelim sanat hakkında söylediklerinize... “Bizler sanatçı olarak tanımlansak bile, sanat icra etmekten imtina etmeye çalışmaktayız” demişsiniz. Ne yüce gönüllü bir yaklaşım! Yazıda bolca sanat kelimesi geçse ve kullanıldığı yerlerde yer yer çelişkiler gözükse de, genel yaklaşımınızdan ya sanata yüce bir kültürel değer atfettiğinizi ve kendinizi sanatçı olarak tanımlamamak için tevazu göstermeye çalıştığınızı, ya da en hafifinden sanatı bir meslek olarak görüp, bu işin eğitimini alan insanlara sanatçı denmesini istediğinizi anlıyorum. Ne yazık ki, kurucu bir sanat tanımı yapmadığınız için bunlar da yanlış olabilir. Ama “olumsal” kelimesinin seçimi bir ipucu veriyor, şöyle diyebilir miyiz: Sanat oluş halindedir, belirlenip sabitlenemez ve biz, bir kimlik olarak sanatçılığı reddediyoruz? İzin verirseniz, bu olumsal niteliği de içine dahil ederek size sanatçı, ürettiğinize de sanat demek istiyorum... Yalnız “talepler doğrultusunda ürettiğiniz” şeye her zaman sanat denmeyebilir, çünkü bakarsınız talepler azalır ve sizin de ‘önce ekmek’ diyeceğiniz günler geliverir... Diğer yandan buna sanat da denebilir, nihayetinde Moliére de bazı metinlerini kralın siparişi üzerine yazmamış mı?
Sanat, tarifi ne olursa olsun, toplumsal hayatın yaşamsal işlevi olma temelinden koparıldığı yerde biter. Hele de sermayenin gövde gösterisi yaptığı, sponsorların logosuyla dolu broşürlerin elden ele dolaştığı kapatılmış mekânlardan bahsediyorsak. Kravatlı abiler ellerinde şampanya kadehleri ile gezinirken, o Bienal’i var eden emekçiler meteliğe kurşun atıyorsa, kusura bakmayın ama paryadan, prekaryadan bahsetmek ikiyüzlülüktür. Emekçi ile sadece sizin projenizde çalışan gençleri kastetmiyorum elbette, süpervizörler de, servis elemanları, vs. de buna dahildir. Örneğin, İKSV çalışanı Ayşegül Hanım’ın 200 küsur CV ile uğraşırken bize yolladığı mesajdaki hatadan bahsetmişsiniz. Orada çalışan gencecik insanların, tıpkı diğerleri gibi her daim işsiz kalma korkusuyla canı çıkarcasına çalıştırıldığını tahmin etmek zor değil. Ne de olsa güvencesiz, sözleşmeye bile gerek olmadan çalışmaya dünden razı öğrenciler ve işsizler kapıda bekliyor, sıkıysa çalışma! Biz bu masalları çok dinledik, ancak bu sefer ki biraz farklı sanki, bu işte trajik bir terslik var: “kendinizi ifade edeceksiniz, özgeçmişinize yazacaksınız, daha ne parası, ne sigortası istiyorsunuz, size bundan daha iyi ödül mü olur?” diye sömürü taktiği kullananların siz sanatçılar değil, patronlar olması gerekirdi.
İşte o Bienal’i boykotla filan zerre alakası olmayan mesajımın sizi ilgilendiren tek tarafı buydu. Sizin bu emek sömürüsünden haberinizin olup olmadığını sormuştum. Meğer varmış ve bunu da gururla söylüyorsunuz: “... yorulmasınlar diye çift vardiya yaptık”! Eksik olmayın!
Brecht sanatçının tavır alması gerektiğini söyler. Görkemli sanat projenizin genel çerçevesi Brecht olduğu için (bu arada Brecht’i de çerçevelediniz ya, alacağınız olsun!), sizden Brechtyen bir tavır görmeyi istemek çok mu büyük bir beklenti? En azından sizinle çalışan kişilere karşı hiç mi sorumluluğunuz yok? İşinize geldiğinde patron değiliz deyip, patron edasıyla konuşmayı sürdürürken altı boşalan şeyin ne olduğunun farkında mısınız siz?
“Kendi işlerinizi sorgulama ve dönüştürme kaygınız” olduğunu söylüyorsunuz. Size naçizane önerim bu kaygılarınızı, birilerinin ceplerine bakarak ayakta kalan kültür-sanat(!) kurumlarını karşınıza almama kaygısından arındırın ve lütfen dürüst olun. Eğer mevcut sanatsal pratiklerinizin görünür olma yolunun yalnızca bu tarz organizasyonlara katılmaktan geçtiğini düşünmüyorsanız, alternatif tahayyüllerle, alanınızdaki diğer sanatçılarla dayanışmacı bir ilişki kurmak için mücadele etmeye değmez mi? (Bu konuda size Burak Delier’in Bienal ile ilgili yazdığı, üstüne bir şeyler söylemenin gereksiz olduğu yazıyı tavsiye ederim: ne-yapmali.blogspot.com) İşte o zaman, “insan neyle yaşar?” sorusu 3 kelimelik bir soru olmanın ötesine geçebilir.
Walter Benjamin’in “Brecht’i Anlamak” kitabından bir Brecht alıntısıyla bitiriyorum: “ Müzikçilerin, yazarların ve eleştirmenlerin kendi durumlarına ilişkin kafa karışıklıkları, pek az önemsenen korkunç sonuçlar doğurmaktadır. Gerçekte kendilerine sahip olan bir aygıtın sahipleri olduklarını sanırlar ve üzerinde artık hiçbir denetimlerinin kalmadığı bu aygıtı savunurlar. Hâlâ inandıklarının aksine bu aygıt, üreticilerin yanında değil karşısında yer alan bir araçtır artık.”
Saygılarımla,
Burak Üzümkesici – 23.10.2009