Bir yapıyı bozarken, kimi toplumsal koşullara dikkat çekmek istiyorum. Öncelikle de, bir kapalılık haline. Ama açmak istediğim yalnızca fiziksel gereklilikten ötürü oluşan bir kapalılık değil. Aynı zamanda kentte ve çeperlerinde inşa ettiği kutularda pasif ve yalnız tüketiciler –neredeyse tutsak bir izleyici kitlesi– yaratmaya girişerek serpilen sanayinin girişimlerinin sonucunda oluşan bir kapalılık. Yoksulların kapatıldığı mahallelerle, yüksek gelirlilerin pek de farkında olmadan kendilerini hapsettiği yerleşmeler arasında bir ayrım yapmasam da, müdahale ettiğim bazı yapıların siyahların yaşadığı mahallelerde bulunması bu düşünceyi güçlendiriyor. Tepkim, giderek zorakileşen bir mahremiyet, özel mülkiyet ve yalıtım durumuna.
Conical Intersect, Paris, 1975.
Tarihsel ve kültürel kimliğe sahip, tipik yapıların peşindeyim. Ancak, aradığım tür kimliğin fark edilebilir bir toplumsal karşılığı olmalı. Dert ettiğim niteliklerden biri Na.nıtsallık.[1] Yani mimariye özgü heybet ve debdebe ile onun müşterisi konumundakilerin kendi kendilerini yüceltme sevdasına karşı durabilecek, sıradan olanın ifadesi.
Toplumsal koşullardan ayrı durmayı değil, tam aksine, çoğu yapı işimde olduğu gibi, fiziksel emareler kullanarak, ya da doğrudan bir topluluğun katılımını sağlayarak bu koşullarla haşır neşir olmayı seçiyorum. Gelecekte de işlerimin bu yönde geliştiğini görmek istiyorum.
Bir mekânı katedip ötekine doğru devam eden kesik sayesinde, derinlik algısı da dahil, bir tür karmaşıklık yaratılmış olur. Beni ilgilendiren, eksiltilen parçaların yarattığı beklenmedik görüntülerden daha fazla, oluşan çok katmanlılık niteliği – yüzey değil, ince çizgi; biçilen yüzeyin kendi ayrılma sürecini açığa vurması. Aslında bir yapıya ait tamamen normal, alelade üstelik anonim olan bir durumu alıp onu yeniden tanımlamakla; onu geçmişe ve geleceğe dair koşulların üst üste binen çoğul okumalarına dönüştürmekle birlikte gelen bir tür karmaşıklık var. Her yapı kendi eşsiz durumunu doğurur.
Office Baroque, Anvers, Belçika, 1977.
Yaptığım işlerin, sürecin kendisinin bir teatral form oluşuyla yakından bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Burada gerek müdahalenin kendisi, gerekse yapının maruz kaldığı, yapıda gerçekleşen strüktürel değişiklikler performans. Benim teatralliği kavrayışımın içinde, hareketin serbest bir yorumu olarak jest var. Bu, hem metaforu hem de heykelsilik ve toplumsallığı içeriyor. İzleyici ise son derece tali. İşlerim yoldan gelip geçenler için süregelen bir oyun – tıpkı önünden hızla geçen yayalar için bir inşaat alanının oluşturduğu sahneye benzer bir etki yaratıyor. İnsanlar mekân yaratma etkinliklerinden hep büyülenirler. Sıradan izleyicinin hayalinde en çok yer bulan eminim yeraltının büyüsü; insanlar yeni bir inşaatın temellerini seyre dalmaktan kendilerini alamazlar. Tam tersi bir durum, benim binalarda yarattığım açıklıkların ortaya döktükleri de insanları durdurup baktırır.
Ben her işimi, sürekli bir metamorfoz halinin özel bir aşaması olarak görüyorum; insanların mekâna müdahalelerinin olduğu kadar, mekânda devinimlerinin bir tür modeli. Çoğu kişinin zihninde yapı sabit bir varlıktır. İnsanın kendi evi söz konusu olduğunda bile değişken mekân kavramı neredeyse tabudur. İnsanlar mekânlarında korkutucu bir cüretle yaşarlar. Ev sahipleri genellikle mülklerine bakımın ve sıradan onarımın ötesinde pek bir şey yapmazlar. Bir yapının bozularak değiştirilmeye kalkışılmasına şaşırtıcı denecek kadar seyrek rastlanır.
Office Baroque, Anvers, Belçika, 1977.
[...] benim derdim, bir mekânda ya da bir yerde derin metaforik yarıklar yaratmakla. Yepyeni bir görsel ya da bilişsel zaviye oluşturmakla ilgilenmiyorum. Eskiyi, var olan düşünce ve görüntü çerçevesini, yeniden kullanmak istiyorum. Dolayısıyla bir yandan normalde bir şeyin bütünlüğünü fark ettirmek için kullanılan mevcut algı birimlerini dönüştürüyorum. Bir yandan da yaşamımın enerji kaynaklarının çoğu, basitçe yapmak istediklerime karşı çıkılmasıyla ilintili. Toplumda bilinçli olarak men edilen nice şey var: girişi engelle, geçişi engelle, katılımı engelle vb. Eğer bazı toplumsal ve ekonomik engeller, alıkoymalar, kısıtlamalar alaşağı edilmemiş olsaydı, bugün hâlâ kulelerde ve şatolarda yaşıyor olurduk. Benim işim tam da bu durumu yansıtıyor.
İşlerimin ne yönde evrilmekte olduğuna dair bir düşünceyle bitirmek istiyorum. Yeni yaklaşımlar söz konusu olduğunda beni en fazla etkileyen, yakın geçmişte Milano’da yaşadığım bir deneyim oldu. ‘Kesip biçmek’ için bir fabrika yapısı ararken, karşıma çoktan terk edilmiş ve fakat bir grup radikal komünist genç tarafından coşkuyla işgal edilmiş, geniş bir alana yayılan bir fabrika yapıları kompleksi çıktı. Bir ayı aşkın süredir nöbetleşerek bir kısım yapıyı kendi denetimleri altında tutuyorlardı. Amaçları, her şeyi mübah gören emlak avcılarına karşı bu mülkü korumak, onu burada çok ihtiyaç duyulan bir halkevine dönüştürmekti. Onların karşı çıkışıyla yüz yüze gelmek beni, kendi işimi sanatsal bir yalnızlığa gömülerek gerçekleştirmek yerine, insanların kendi mahalleleri için kaygılarıyla fiili bir etkileşime girerek yapmak konusuna uyandırdı. Gayem, Milano deneyimini ABD’ye, özellikle de Güney Bronx gibi New York’un ihmal edilmiş bölgelerine taşımak. Kent yönetimi buralarda toplumsal ve fiziksel koşulların alabildiğine kötüleşmesine seyirci kalıyor ki, sonunda gönüllerinde yatan endüstri parkını inşa ederek tüm bölgeyi akıllarınca kalkındırabilsinler. Belirli bir projeden söz etmek gerekirse, mahalleli gençlerden bir grupla çalışarak, onların katılımıyla çok sayıdaki terk edilmiş yapıda toplumsal bir mekân yaratmak olabilir. Böylelikle gençler hem yapıların nasıl inşa edildiği konusunda fikir sahibi olur hem de, daha önemlisi, kendi mekânlarını dönüştürebilme olasılığına dair bir deneyim yaşarlar. Ben ise kendi işimi var olan durumun başka bir merhalesine daha uyarlamış olurum. Artık o yere bakışım sadece bireysel ya da metaforik olmaktan çıkar, sonunda orada ikamet edenlerin iradelerine bir yanıt olur.
“Gordon Matta-Clark’s Building Dissections”, Gloria Moure, Gordon Matta-Clark, Works and Collected Writings içinde (Barselona: Ediciones Poligrafa, 2006), s. 132-133. Yazarın Montreal’deki Canadian Centre for Architecture’da korunan Matta-Clark arşivinden alarak aktardığı, daktiloyla yazılmış tarihsiz metin.
[1] “Na.nıtsallık”, Matta-Clark’ın sıklıkla başvurduğu kelime oyunlarından biri olan ve “Monumental”dan türeterek kullandığı “Non.u.mental” sözcüğüne olabildiğince bir Türkçe karşılık - ç.n.