Hayat hakkında düşünüyorum. Ömrüm boyunca haykırışlarıma tercüman olacak bir sistem kuramayacağım: yaşamını sil baştan yaratmaya çalışan bir adamın haykırışları.
Bütün insanların dahil olacağı bir sistem hayal ediyorum: tenleriyle ve zihinlerinin tasarımlarıyla katılacakları bir sistem.
Kafamı en çok, insanın akıl sır ermez çekim gücü, daha uygun bir kelime bulamadığımdan mecburen yaşam gücü diyeceğim şey kurcalıyor.
Gün gelecek, aklım, beni allak bullak eden bu kalıba sığmaz güçlere razı gelmek zorunda kalacak. Gün gelecek, bir haykırışın şekline bürünmüş bu güçler üstün düşüncenin yerini alacak. Zihnin çığlıkları vardır, iliğin en ince yerinden yükselen çığlıklar. Ten’den kastım bu. Düşüncemi canımdan ayrı tutmam ben. Dilimin her titreşimiyle, düşüncemin tenimde yürüdüğü patikalardan bir daha geçerim.
Her türlü düşüncenin ardındaki Anlamın ve İlmin iliğin sinirsel diriliğinde saklı olduğunu, bir tek Zekâya ya da mutlak Düşünselliğe bel bağlayanların nasıl bir yanılgı içinde olduklarını fark edebilmek için insanın yaşamından, varoluşun sinirsel ışımasından, sinirlerin bilinçli sağlamlığından mahrum bırakılmış olması gerekir. Sinirlerin bağlılık ve bütünlüğü her şeyden önce gelir. Bir bütünlük ki, bilincin tamamını ve zihnin tendeki gizli patikalarını da içermektedir.
Peki bu Ten kuramı, daha doğrusu Varoluş kuramı karşısında ben neyim? Kaybettiği hayata kavuşabilmek için başvurmadık yol bırakmayan bir adamım. Bir anlamda, kendi dirimimin Dinamosuyum: benim için bilinçten çok daha kıymetli olan bir dirim bu, çünkü başkalarında İnsan olmanın yolundan ibaret olan şey bende Aklın ta kendisidir.
Bilincimin karanlık köşelerine yaptığım bu mahrem yolculukta görünmez taşların çarpışmasına ya da alevlerin aniden taşlaşmasına benzer patlamalar hissettiğimi sandım. Bu alevler ki, mucizevi bir şekilde ete kemiğe bürünen belli belirsiz hakikatler gibiler.
Ne var ki, insan, ölü taşlarla döşenmiş bu yolda ağır ağır ilerlemeli, bilhassa da kelimelerin anlamını unuttuysa. Zira, söz konusu olan tarifsiz ve ağır hamlelerle ilerleyen bir ilim. Ve onu haiz olanlar, onu anlamazlar. Melekler bile anlayamaz; çünkü belli belirsiz, uçucu bir kavrayıştan ibarettir anlamak. Berrak Zihin maddeye mahsustur. Daha doğrusu, belirli bir anda berraklaşan Zihin.
Yine de, tenin anlamını keşfetmeliyim; bana Varlığın metafiziğini ve Yaşamın kati anlamını verecek olan o.
Benim için Ten sözcüğünün anlamı kaygıdır, kaygılı bir bekleyiş: bütün tüylerim diken diken olmuş, bu saf ten görüntüsünün bütün düşünsel derinliğiyle tenim çırılçıplak açılmış, duyular ve dolayısıyla duygular üzerindeki bütün etkileriyle de…
Ve duygu demek önsezi demektir ... dolaysız kavrayış, içi dışına çıkarılıp içerden aydınlanmış temas. Tende bir zihin vardır, ama şimşek gibi hızlı bir zihin. Yine de, tenin coşkusu zihnin yüce tözünden nasibini alır.
Kim ki tenin peşinde koşar, duyumsamanın da peşindedir. Duyumsamak; yani, özümsemek. İliklerimde hissettiğim acının ve dolayısıyla bu acının bir tek bana ait, eşsiz bilgisinin içten, mahrem, derin ve mutlak özümsenişi.