[...] Kaçış çizgisine gelince, denebilir ki, bir insanın kendi hesabına kaçışı tamamen kişisel bir şey değil midir: “sorumluluklarından” kaçışı, dünyadan kaçıp tenhalara, veya sanata sığınışı, şahsi değil midir? Yanlış izlenim. Akışkan parçalılığın, imgelemle hiçbir ilgisi yoktur; mikropolitika da, hiçbir zaman, genişlik veya gerçeklik bakımından makropolitikadan aşağı kalmaz. Büyük ölçekli politikanın, molar parçalarını idare edebilmesi için, mutlaka, lehine işleyen veya önünde engel teşkil eden mikro-zerklerle veya sızmalarla da baş edebilmesi gerekir; nitekim, molar toplam ne kadar büyürse, devreye soktuğu faillerin molekülerleşmesi de o kadar artar.
Kaçış çizgileri, hiçbir zaman, dünyadan kaçmakla oluşmaz; tıpkı bir boruda delik açtığınızda olduğu gibi, sızıntılar yarattığınızda oluşur; bütün toplumsal sistemler, kaçış çizgilerini tıkamak için parçalarını ne kadar sağlamlaştırsalar da, her yanlarından sızdırırlar. Bir kaçış çizgisinde muhayyel, sembolik hiçbir taraf yoktur. İnsanlarda da, hayvanlarda da, bir kaçış çizgisinden daha etkin hiçbir şey yoktur. Tarih bile, “belirleyici kırılmalar”la ilerlemek yerine, bu yolu seçmeye mecburdur.
Devletin ağır silahlarına karşı doğrultulacak yeni silahlar, kaçış çizgileri üzerinde icat edilir. "Kaçıyor olabilirim, ama koşarken bir silah aramayı da ihmal etmiyorum” (George Jackson). Göçebeler, önlerine çıkan her şeyi, kaçış çizgileri üzerinde silip süpürdüler ve yeni silahları öyle buldular, böylelikle Firavun’u şaşkına çevirdiler.
Tek bir grubun veya tek bir kişinin bir kaçış çizgisi işlevi görmesi, en sık rastlanan durumdur; o grup veya kişi, çizgiyi takip etmez, yaratır; bir silahı ele geçirmez, bizzat kendisi silahtır. Kaçış çizgileri birer gerçekliktir ve toplumlar için son derece tehlikelidirler...
Deleuze ve Guattari, A Thousand Plateaus içinde, İngilizce’ye çeviren Brian Massumi (University of Minnesota Press, 11. baskı 2005) s. 204.