“Modern Harabeler”, Gebrueder Beetz film yapım şirketinin ZDF/Arte ortaklığıyla gerçekleştirdiği beş bölümlük bir belgesel dizisi. Çürümeye terk edilen bazı modern abidelerin doğuşunu ve yıkılışını; sömürgeci hırsların veya ölçüsüz düşlerin yol açtığı hasarı; hayalet kasabaları yutan doğanın gücünü belgeliyor. Aşağıda hikâyesi anlatılan Fordlândia, belgesel dizisinde işlenen beş modern harabeden biri. Metin, Roger Weber’in, Fordlândia: The Rise and Fall of Henry Ford’s Forgotten Jungle City kitabının yazarı tarihçi Greg Grandin’le, Henry Ford Müzesi’nden Matt Anderson’la ve 2009’dan beri Fordlândia’da yaşayan Ana Rita Souza’yla birlikte hazırladığı yayından alındı. “Modern Harabeler” belgesel dizisinin diğer bölümlerine konu olan yerlerle ilgili metinler de e-skop’ta önümüzdeki günlerde yayınlanacak.
Beş bölümlük "Modern Ruins" dizisinin tanıtım filmi
1920’lerin sonunda Ford Otomotiv Şirketi Brezilya’da milyonlarca metrekarelik arazi satın aldı. Gemilere yüklediği teçhizat ve malzemeleri Amazon yağmur ormanlarının derinliklerine taşıdı. İşçiler ağaçları kesip araziyi boşalttı ve yeryüzünün en el değmemiş yerlerinden birinin ortasında bir kauçuk plantasyonu inşa ettiler. Hedef, elde edilen kauçuğu Detroit’e göndermek, Ford otomobilleri için gereken lastik ve benzeri parçaları imal etmekti.
Fakat Henry Ford, “Fordlândia” adını verdiği yerleşiminin devasa bir plantasyondan ibaret olmasını istemiyordu; hayalinde endüstriyel bir ütopya vardı. Brezilyalı işçilerine, en azından o bölge için iyi denecek ücretler ödüyor; onlara, kendisinin de yaşamak isteyeceği türden bir yer inşa etmeyi planlıyordu: küçük bir Amerikan Orta Batı kasabası. Kasabada bir elektrik santrali olacak, evlerde telefon ve elektrik tesisatı bulunacak, ayrıca bir hastane, kereste fabrikası, kilise ve kauçuk işleme tesis olacaktı.
Sonunda projenin devasa, pahalı ve trajik bir hata olduğu anlaşılacaktı ama Henry Ford’un bunu kabul etmesi yirmi yılı bulmuştu. Tarihçi Greg Grandin, Fordlândia’yı “kibrin sonuçları konusunda ibret alınacak bir hikâye” diye tarif ediyor: “Ford’un kibiri Amazon’u ehlileştirip zaptedebileceğini düşünmesinden ileri gelmiyordu. Onun kafasında çok daha büyük bir hedef vardı: Endüstriyel kapitalizmi ehlileştirip zaptedebileceğini sanıyordu. Ama olmadı.”
1900’lerin başında, Henry Ford’un Fordlândia’yı inşa etmeye başlamasından 15-20 sene önce, kauçuk endüstrisinde geniş çaplı bir değişim yaşanmak üzereydi. Brezilya tarih boyunca dünya çapındaki ana kauçuk tedarikçisiydi ve kauçuk yetiştirme işlemi büyük emek gerektiriyordu. Yerliler sık ormanın derinliklerine girip kauçuk ağacı arar; kestikleri dallardan akan kauçuk sütünü toplar, sonra bunu kaynatarak satılmaya hazır kauçuk topları haline getirirlerdi. Hayli dağınık bir şekilde yürüyen bu sürecin sonunda kauçuk, imalathane depolarına ulaşırdı. Yerliler bu işi yılın belli bir kısmında yapar, sonra kendi ürünlerini yetiştirmeye devam ederlerdi. Fakat bu ekonomi, üretim zincirinin son halkasında yer alan işçiler açısından son derece zalimdi. Bazı kauçuk baronları yerlileri köleleştirip kauçuk sütü toplamaya zorluyordu. Ücretli işçiler bile çok az kazanıyordu. En tepedeki “kauçuk lordları” muazzam zenginleşmiş, ormanın derinliklerindeki saray gibi evlerde yaşıyordu.
Amazon’da servet peşine düşen Britanyalı kâşif Henry Wickham, bu sistemin tamamen değişmesine sebep olacaktı. Wickham 1876’da Amazon ormanlarından çaldığı binlerce kauçuk tohumunu kaçak olarak İngiltere’ye götürdü. Kendisi farkında olmasa da, bu biyolojik korsanlık eylemi dünya çapındaki kauçuk ticaretini kökünden değiştirecekti. Wickham’ın tohumları İngiltere’den Malezya, Sri Lanka ve Endonezya gibi başka Avrupa sömürgelerine taşındı. Bu tropik çevreler kauçuk ağaçları için adeta cennetti, zira buralarda kauçuk ağacını çürütecek mantar veya böcek türleri gelişmemişti; bulaşıcı bitki hastalıklarının olmadığı bu ortamda daha çok sayıda ağacı sık aralıklarla dikmek mümkün oluyordu. Dolayısıyla bu yeni kolonyal plantasyonlar, geleneksel Brezilya kauçuk üretiminden kat kat fazla mahsul çıkarıyordu; böylece Brezilya 1900’lerin başına gelindiğinde kauçuk piyasasındaki egemenliğini kaybetti.
Avrupa’daki kauçuk baronları dünya ticaretine egemen olunca, fiyatları da istedikleri gibi ayarlayabileceklerini fark ettiler. Bu gidişat, Amerikalı sanayici Henry Ford’u ziyadesiyle telaşlandırdı. “1920’lerde motorlu taşıt imalatı için gereken neredeyse bütün ham maddeler Ford Otomotiv Şirketi’nin elindeydi,” diyor Grandin: “cam, demir, ahşap, kereste, her şey – kauçuk hariç”. Avrupa kontrolündeki bu kauçuk karteli Ford’un ticari çıkarlarına büyük bir tehdit oluşturuyordu.
Bunun üzerine Ford kendi kauçuğunu kendi temin etmeye karar verdi – ancak ne yazık ki ABD’de kauçuk yetişmiyordu. Oyuna yeniden dahil olmak isteyen Brezilya ise, kauçuk plantasyonu kurması için Ford’a 8 milyon metrekarelik arazi satmaya dünden razıydı. Ford şirketi Tapajos Nehri üzerinden malzemeleri araziye taşıdı, işin başına Amerikalı yöneticiler yerleştirdi ve Brezilyalı yerlileri işçi olarak tuttu. Sonunda yağmur ormanının ortasında, ağaçlardan arındırılmış bir arazide, dört başı mamur bir Amerikan kasabası kurulmaya başlandı.
Ford’un bu kasaba için çok özel bir hayali vardı: Çocukluğuyla özdeşleştirdiği Orta Batı kasabalarına tıpatıp benzemesini istiyordu. Şirket, Güneydoğu Asya’daki kolonyal kauçuk plantasyonları gibi, çok sayıda ağacın birbirine yakın biçimde dikildiği plantasyonlar oluşturmaya başladı. Çevre bölgelerden yerliler, Ford’da çalışmak için buraya akın ediyordu, zira şirket onlara ücretsiz tıbbi bakım ve eğitim gibi imkânlar sunuyordu.
Ford, hayalini hayata geçirirken hem kültürel hem de iklime bağlı engellerle karşılaştı. Örneğin Brezilya’da insanlar sabah erken saatlerde çalışır, günün en sıcak saatlerini dinlenerek geçirir, sonra yeniden çalışmaya başlardı. Bu düzen Ford’un kafasındaki 9-5 mesai düzenine uymuyordu. Ayrıca, Ford’un ABD’de kurduğu endüstriyel sistemde işçiler kendi ürettikleri ürünleri satın almalarına imkân verecek kadar para kazanıyordu, ama Amazon ormanlarında satın alınacak pek bir şey yoktu. “Amazon’da tüketim toplumu var olmadığından, aslında işçilerin Ford’un onlara ödediği yüksek ücretlere ihtiyaçları da yoktu,” diyor Grandin. Bu yüzden “birkaç hafta veya birkaç ay çalışıp ormana geri dönüyor, kendi geçimlik ürünlerini yetiştirip sonra belki bir sonraki yıl işe dönüyorlardı. Bu da Ford yöneticilerini deli ediyordu”.
Kültürel uyumsuzluk çalışma âdetleriyle de sınırlı değildi. Henry Ford’un kafasında bir toplumun nasıl düzenlenmesi, insanların nelerden zevk alması gerektiği konusunda belli fikirler vardı. Mesela kendisi grup danslarını çok seviyordu; bu yüzden Fordlândia’da da büyük bir dans salonu inşa edilmesi gerektiğine karar verdi. Ama umduğunun aksine, yerliler salona pek rağbet etmedi. Ford içkiye de karşıydı; Brezilya’da içki yasal olmasına rağmen Fordlândia sınırlarında alkolü yasakladı. Ama kurnaz girişimciler kasaba yakınlarında “Masumiyet Adası” adını verdikleri bir adada bar ve genelev açtılar. Bir diğer hoşnutsuzluk sebebi de yemeklerdi. Ford vejetaryendi ve sağlıklı yemek akımının ilk savunucularındandı; Fordlândia sakinlerine de kendi beslenme alışkanlıklarını dayatınca işçiler isyan çıkardı. 1930’da, katı yemek düzeninden zaten memnun olmayan çalışanlar, yemekhanede daha verimli olması için lokanta servisinden self-servis düzenine geçilmesine karar verildiğinde ayaklandılar. Kasabanın altını üstüne getirdiler. Yöneticiler kayıklara binip kaçtı. Sonunda Brezilya emniyet güçlerinin yardımıyla düzen sağlandı. Ama Ford bu başarısız projeden vazgeçmek yerine daha da hırslandı.
Fordlândia deneyi daha ilk yıllarında başarısız olacağının emarelerini göstermişti. Ama şirket, projeden vazgeçmemek için sürekli gerekçe üretiyordu. “1920’lerde Fordlândia’nın, endüstriyel kapitalizmin geri kalmış Amazon’da neler başarabileceğini gösterecek bir emsal olması isteniyordu,” diyor Grandin. “Büyük Buhran’ın damgasını vurduğu 1930’larda ise burası gerileme döneminde ayakta kalmanın sembolüne dönüştü.” Tabii kimse Ford’a bunun ne kadar kötü bir fikir olduğunu söylemeye cesaret edemiyordu. Zengin ve başarılı olmasının yanı sıra, inatçı ve yolundan şaşmaz bir adamdı.
Ama Fordlândia’nın önündeki en büyük engel, mesai saatleri ve salon danslarından ziyade, Amazon’da kauçuk ağaçlarının doğal avcısı olan mantar ve böceklerdi. Ford, deneysel kasabasını kurmaya girişmeden önce botanik ya da tarımbilimi konusunda araştırma yapma zahmetine girmemişti. Nasıl bir işe kalkıştığı konusunda kendisini uyaracak uzmanlara da güvenmiyordu. Amazon’da hiçbir zaman Ford’un planladığı gibi, birbirine yakın dikilmiş ağaçlardan oluşan sık plantasyonlar halinde kauçuk yetiştirilmemişti. Bu yetiştirme tarzı Avrupalıların yönetimindeki Güneydoğu Asya plantasyonlarında tutmuş olabilirdi, çünkü orada böcekler kauçuk yiyecek şekilde evrilmemişti. Brezilya’da bu sık dikim yöntemi böcekleri büsbütün artırdı ve hastalıkların çok daha hızlı yayılmasına sebep oldu. Çürüyen ağaçların yerine durmadan yenileri dikildi, ama hastalıkların önü alınamadı. Yıllarca devam eden bu süreç sonunda plantasyon harap oldu.
Ford şirketi nihayet 1945’te Fordlândia’yı kapatma kararı aldı. Henry Ford artık şirketi, Fordlândia’yla birlikte, torununa devretmişti. Birkaç ay içinde arazi Brezilya devletine geri satıldı. Henry Ford birkaç sene sonra öldü. İlginçtir ki, onca para ve zaman harcadığı Fordlândia’yı bir kez bile ziyaret etmemişti. Bütün fiyaskoyu binlerce kilometre öteden, Michigan’dan yönetmişti.
Fordlândia bugün hâlâ, bir kasaba olarak ayakta. Eski yapıların hemen hepsi yıkılmış ve çürümüş olsa da, burada yaşayan insanlar var.