Mimarlık Yoluyla Toplumsal Şiddet

 

Hudson Nehri kenarına yerleşen One Riverside Park

 

Hudson Nehri kenarında, kötü şöhretli Trump Towers’ın devamında inşa edilen emlak projesi One Riverside Park, varlıklı ve düşük gelirli apartman sakinleri için iki ayrı giriş kapısı inşa etmeyi planlıyor. New York’daki benzer pek çok gayrimenkul girişimi gibi One Riverside Park da vergi indiriminden yararlanabilmek amacıyla bünyesinde lüks dairelerin yanı sıra düşük gelirli kiracılar için makul ücretli daireler bulunduruyor. Fakat, iki farklı gelir grubundan insan birbirleriyle karışmasın diye, söz konusu binaların yarı-kamusal, yarı-özel alanlarında çok sıkı yalıtma ve ayırma uygulamalarına gidiliyor. Sunulan hizmetin belirli ve dar bir grupla sınırlı kalması, lüks tüketimin temel mantığının gereği: lüks ürünlerin pahalılığı sadece üretim maliyetinin yüksek olmasına bağlanamaz: Yüksek fiyatlar ürünün ancak kısıtlı sayıda insan tarafından alınabilmesini de garanti ediyor. Burada işleyen sosyal şiddetin gizli saklı bir yanı yok, çünkü söz konusu stratejik engel lüks ürünlerin fiyatına içkin. Nüfusların sosyal statü temelinde ayrılmasına eşlik eden şiddetin aynısı düşük-gelirli ev sakinlerine ayrılan kapı uygulamasında da iş başında – ve bu uygulama asla One Riverside Park’a özgü değil.

Üstüne üstlük, söz konusu toplumsal şiddetin yegâne mimari semptomu ayrı kapılar değil.  Hizmetkârların iş gördükleri aristokrat ya da burjuva evlerinin ‘asil’ kısımlarında gereğinden fazla vakit geçirmelerine engel olan bir başka mimari icat da koridor. Dağıtım mekânı işlevi gören koridorlar hizmetkârların işlerini örgütlemeye yarıyordu; ve gerçekten de dar ve çoğunlukla penceresiz mekânlar olmaları dolayısıyla evin “asalet”ten en uzak alanlarıydılar. Mimari planda dahiyane bir yarık açması bakımından çok özel bir icattı koridor: duvarlar arasına saklı bir mekân gibiydi ve bu özelliği sayesinde hizmette arzulanır olan sessizlik ve görünmezliği mümkün kılıyordu. Demek istediğim, söz konusu mimari icatlar olmaksızın burada betimlenen sosyal ayrışmanın mümkün olmayacağı. Bu, sosyal ayrışmanın esasen mimari bir olgu olduğu anlamına gelmiyor; sadece, mimarinin desteği olmadan uygulama araçlarının pek çoğundan mahrum kalacağı anlamına geliyor.

Bir bina özelinde geçerli olan bu durum kent geneli için de aynı ölçüde geçerli: çoğu kentin emlak fiyatlarındaki dalgalanmalara ve arazinin (ya da mimarinin) değerine göre şekilleniyor olması kentsel mekânın sosyal sınıfları ve ırkları ayrıştırıcı ve yalıtıcı bir şekilde gelişmesine sebep oluyor. Kentlerin bir diğer özelliği de değişime açık olmaları, ki bu özellik, kentin düzenlenmesine eşlik eden toplumsal şiddeti iyice katmerlendiriyor. Yani, “bazı mahalleler zengin, bazıları fakirdir” deyip bırakamayız meseleyi; kimi fakir mahalleler konut fiyatlarında spekülatif artışlara sahne oluyor ve bu da yerli nüfusun kendi mahallesinde barınmasını imkânsız hale getiriyor – buna da mutenalaşma süreci diyoruz. Daha önce Funambulist’te yayınlanan bir yazımda, mimarinin dahli olmadan ve ilgili mahalle maddi bir dönüşüme tabi tutulmadan mutenalaşmanın neden mümkün olmayacağını anlatmaya çalıştım. Yine de, mutenalaşmanın ayrılmaz bir parçası olan toplumsal şiddete iyi bir örnek verdiği için Samantha Maldonado’nun The Awl’da yayınlanan yazısına değinmek istiyorum.  

Maldonado’nun yazısı yakın bir zamanda Brooklyn’in Bushwick mahallesinde inşa edilen bir rezidansı hedef alıyor. Söz konusu rezidansın, geçtiğimiz on yıllar içerisinde Brooklyn’de (özel olarak da Williamsburg, Bushwick ve Green Point mahallelerinde) inşa edilen çok sayıda benzerinden pek de bir farkı yok gibi duruyor. Maldonado’nun da tespit ettiği üzere bu binaya özgüllüğünü veren internet sayfasında kullanılan pazarlama söylemi. Binaya takılan ad, işlemekte olan toplumsal şiddeti anlatamaya yetiyor: “Colony 1209”. Ne ki, mesele bununla da bitmiyor. Bu ismi, Amerika’nın kuruluş anlatısını –bakir topraklara yerleşen Amerikalılar– tekrarlayıp pekiştirecek bütün bir “yerleşimcilik” retoriği takip ediyor; böylelikle bu yeni toplumun üzerinde yükseldiği soykırım hafızalardan siliniveriyor. Açılış sayfası “New York’un yeni sınır”ından dem vururken, diğer sayfalar mahalleyi tanıtıyor: “Sizin için bölgeyi çoktan ölçüp biçtik: Filizlenen sanat hayatını, son moda lokantaları, tarihi köşkleri, yoga stüdyolarını ve parkları keşfettiğiniz anda kendinizi Bushwick’in yerlisi gibi hissedeceksiniz. Brookly’in bu bohem mahallesinde, sanat yapmak, cemaat kurmak ve yeni bir yaşam tarzı yaratmak amacıyla geldikleri memleketlerin âdetleriyle New York City’nin en tarihi mahallelerinden birinin geleneklerini harmanlayan kafa dengi yerleşimcilerle karşılaşacaksınız.”       

 

 

San Francisco’nun paranoyak mimarisine bir örnek

 

Sömürgeci bir söylemin bütün özelliklerini taşıyan bir dil söz konusu – başlı başına eleştiriyi hak eden bir dil. Fakat, başvurduğu dilden dolayı özel olarak bu inşaat projesine saldırmak hata olur çünkü söz konusu dil daha kapsamlı bir sorunun görünür bir belirtisinden ibaret. Her ne kadar kendilerini tanıtırken Colony 1209’un yaptığı gibi ayan beyan şiddeti sahiplenmeseler de, diğer mutenalaştırma girişimleri de aynı toplumsal şiddeti uyguluyorlar. Bir kez daha, şiddet mimarlık yoluyla hayata geçiyor: mutenalaştırıcı bedenlerin diğerlerinin yerini almasının maddi koşullarını sağlayan ve verili bölgedeki varlıklarını billurlaştıran mimarlıktır. Aynı zamanda, San Francisco örneğinde gördüğümüz gibi paranoyak bir fanteziye defansif bir cisim kazandırır mimarlık, ki bu da mutenalaştırıcı bedenin, istilasının sonucu ortaya çıkan toplumsal karşıtlığın bilincinde olduğunu gösterir.  

Toplumsal şiddet, tanımı gereği, toplumsaldır. Bu da, mimarlık dışında daha pek çok uygulama yolu olduğu anlamına gelir. Ne var ki, “cüssesi” itibariyle mimarlık bu şiddetin sistematikleşmesini ve görünürlük kazanmasını sağlıyor – mimarlıktan başka pek az vasıtanın becereceği bir iş. Mimarlık ofislerinin titiz ve detaylı çalışmaları olmaksızın hayata geçemeyecek, akıllara ziyan toplumsal şiddet vakaları var. Suçu kâr-düşkünü komisyonculara atmakla iş bitmiyor. Kabul etmek gerekir ki, sorumluluk karmaşık bir şekilde dağılıyor – üniversite borçlarıyla boğuşan genç bir mimar bu tür projelere imza atan bir mimarlık ofisinden istifa mı etmeli? İşin sorumluluk boyutuyla ilgili benzer sorular mutenalaşma meselesinde de karşımıza çıkıyor – mutenalaştırıcı beden ve mercilerin çoğu beraberlerinde kırılgan ekonomik formları da getiriyorlar – yine de komisyonculardan başka sorumlu düşünememek yalıtma ve ayrıştırma sürecinin nasıl işlediğini ıskalamak anlamına gelir: Çeşitli derecelerde sorumluluk taşıyan çok sayıda failin gönüllü katılımı söz konusudur. Sürece ne şekilde katıldığımızın ve bu katılımın içerdiği toplumsal şiddetin farkında olmak bir karşı-strateji geliştirmeye giden yolun ilk adımıdır.   

 

Léopold Lambert’in Social Violence That Could not Exist without Architecture başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.    

 

 

 

kentsel dönüşüm, mimarlık