Kurumları Özgürleştirmek

Neoliberalizm son kırk yıl boyunca kamusal kurumlarımızın içini boşalttı. Yasaların büyük şirketlerin çıkarlarına uyarlanmasından, okulların ve üniversitelerin içinin boşaltılmasına, kamuya ait arazi, varlık ve hizmetlerin en yüksek teklifi verene satılmasına kadar, neoliberalizm, devletin halka hizmetle yükümlü bütün unsurlarını kuruttu. Buna koşut olarak, neoliberal yönetişim [governance], polisi, orduyu ve gözetleme aygıtlarını güçlendirerek devletin baskı gücünü artırdı.

Neoliberal ideoloji, mevcut kurumları ele geçirip yeni işlevlerle donatarak hegemonya kazandı. Müze, kütüphane, meclis, park, okul gibi kamu kurumları, dünyaya dair ortak bir anlayışı yaratmak ve aktarmak için bir altyapı sağlarlar. Siyaset, kültür, doğa ve toplumla ilgili bakış açıları sunar, böylece düşünce ve eylemin sınırlarını çizerler. Bu bakış açıları iktidarın idamesi için vazgeçilmez olduklarından, kurumlar da birer ideolojik mücadele alanı haline gelir.

Kapitalist sınıf, ihtiyaç duyduğu özneleri üretmek ve yeniden üretmek için müze gibi ideolojik aygıtlara güvenir. Neoliberal kapitalizmin yoğunlaştırılmış rekabeti, şirketlerin kalpleri ve gönülleri fethetmeye yönelik bu savaşı daha da şiddetlendirmesine yol açıyor. Müzeler ve diğer kamu kurumları, ortak duyuyu kapitalist değer ve öncelikler çerçevesinde biçimlendirmeye yarayan birer kaynağa, birer halkla ilişkiler aygıtına dönüşüyor.

Kurumlar, uzun bir süredir kaynak kıtlığı yüzünden özel çıkarlara teslim oluyor. Ancak, neoliberallerin kurumları ele geçirme pratikleri artık bizzat neoliberal hedeflere karşı çıkmak için devreye sokuluyor. İsyankâr hareketin, kurumları kapitalizmin elinden kurtarmak için kullandığı taktik bu.

 

Decolonize This Place, “Anti-Kolomb Günü Turu: Bu Müzeyi Sömürgeleştirmeden Kurtarın”, 2016. Foto: Lyra Monteiro. Eylemle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Tabiat Tarihi Müzesi'nde Irkçılığa Karşı Protesto

 

Hem toplumsal formlarda, pratiklerde, imge ve fikirlerde hem de müze, kütüphane, meclis ve üniversitelerde kurumlaşmış kültürel müşterekler kolektiftir. Michael Hardt ve Antonio Negri’nin İmparatorluk üçlemesinin üçüncü cildi Ortak Zenginlik’te dedikleri gibi, “kurumlar, bir yaşam formunu tanımlayan kolektif alışkanlıkları, pratikleri ve kabiliyetleri bünyelerinde birleştirir”. Fakat bu birleştirme ayrımsız değildir. Hardt ve Negri, “kurumların çatışma üzerine kurulu” olduklarına dikkat çekerler. Kurumlar, neyin ve kimin önemli sayılacağı, kolektif varlığımızı nasıl görüp anlayacağımız konusunda süren mücadelelerin alanıdırlar. Hâkim iktidar biçimleri, iktidar sahiplerinin bizden istediklerini görmemiz için seferber edilir.  ABD’nin özünde yatan kolonyalizm ve kölelik kurumunun Amerikan hayatına ilişkin tasvirlerde arka plana itilmesi gibi, kapitalist sınıf iktidarı da müzelerin işleyişinde egemendir. 19. yüzyıldan beri haydut baronlar, bankacılar, petrol devleri ve fosil yakıt oligarkları, sömürüyü, hiyerarşiyi ve mülksüzleştirmeyi doğal süreçler gibi sunmak için kültür kurumlarını kendi silahlarına dönüştürdüler. Şimdi sanatçılar ve eylemciler, kültürel müşterekleri kapitalist sınıfa teslim etmeyi reddediyorlar. Kullandıkları taktikler, kurumları özgürleştirmeye yönelik isyankâr bir hareketin doğduğuna işaret ediyor.

Kurumları özgürleştirme hareketi, halihazırda kurumlarda toplanmış kolektif iktidarın varlığının teslim edilmesine dayanıyor. Kültürel müşterekler, çatışma halindeki farklılıklarımızla hepimizin eseridir. Kültürel bilgi, sembol, imge ve pratikler birer toplumsal üründür, %1’e ait bir mülk değil. Günümüzün sanatçı ve eylemcileri, yepyeni politik ve toplumsal formlar yaratmak gibi ezici bir yükün altına girmek yerine, kültürel müşterekleri geri almak için harekete geçiyorlar.

Art Not Oil, BP or Not BP, Gulf Labor, Liberate Tate, The Natural History Museum, Occupy Museums, Decolonize This Place gibi eylemci sanat kolektifleri ortak bir taktiği kullanıyorlar: müzelere el koymak. Bu gruplar, kapitalist çıkarların ele geçirdiği büyük müzelerde gerçekleştirdikleri stratejik müdahalelerle, kültürel müşterekleri geri almaya çalışıyorlar. Tate, Guggenheim, Amerikan Tabiat Tarihi Müzesi gibi kurumların isimlerini, sembollerini, bakış açılarını ve ideallerini politik mücadelenin alanı olarak kullanıyorlar. Hedefleri, retorikleri ve stratejik mevzilenişleri farklı olsa da, hepsinin ortak yanı, müzeyi bir isyan alanı olarak kullanmalarından kaynaklanan güçleri.

 

Liberate Tate, Time Piece, 2015

 

Kurumlar yekpare yapılar değildir. Kendi içlerinde ve kendi aralarında bölünmüş, karmaşık çoğulluklardır. Müzelerin bünyesinde bakım ve koruma görevlileri, idareciler, küratörler, bilişim personeli, fon bulma sorumluları, direktörler, bağışçılar, mütevelliler ve ziyaretçiler vardır. Ayrıca müzeler, güvenilir bilginin alanları olarak itibar görmelerinden kaynaklanan daha geniş bir kültürel konuma sahiptirler. Bu da onları ele geçirilmeye değer alanlar haline getirir. Sanat eylemcileri bir müzeye el koyduklarında onu içerden bölmüş olurlar. Kurumun kendi içinde halihazırda var olan ayrımlar devreye girer. Müzeyle bağlantısı olan herkes taraf tutmaya zorlanır: bir avuç azınlıktan mı kitlelerden mi, zenginlerden mi yoksullardan mı, geçmişten mi gelecekten mi yana olduklarına karar vermeleri gerekir. Eylemci sanat kolektifleri, müzeleri işgal ederek, içerden ittifaklar kurarak, çalışanları güçlendirerek, kurumun iç işleyişini ifşa edenlerle işbirliği yaparak, yasal gri bölgelerden yararlanarak, ve kilit çevrelerin sembolik gücünü stratejik biçimde seferber ederek, mevcut iktidar cephaneliklerine başka işlevler kazandırırlar. Kurum böylelikle özgürleşir.

Kurumları özgürleştirme hareketi, kurumların zaten sahip olduğu iktidarı stratejik biçimde seferber ederek karşı-iktidar oluşturur. Büyük kültür kurumları geniş çaplı politik, ekonomik ve kültürel nüfuza sahiptir. Görme biçimlerimiz üzerinde etkili olurlar. Belirli aktörlere meşruiyet kazandırırlar. Popüler değer ve idealleri etkileme güçleri vardır, ama bu güçlerini halkın yararına kullanmaya yanaşmazlar. Sanatçılar ve eylemciler bu kurumları hedef aldıklarında, bu geniş ölçekteki egemenliği kendi yararlarına kullanmış olurlar. Müzelerin bünyelerinde topladıkları kültürel sermaye ele geçirilir ve kamuya iade edilir. Artık müzeler şirketlere, fosil yakıt sektörüne veya kimi kolonyal tasarılara meşruiyet kazandırma işlevini üstlenemezler. Çünkü birer savaş alanı olarak tanımlanmışlardır.

Kurumların özgürleştirilmesi mesihçi bir olay değil, bir karşı-iktidar altyapısının inşasıdır. Kurumlar müştereklerle saf tuttuklarında, onları denetlemeye ve kullanmaya çalışan kapitalist çıkarların etkisinden kurtulacaklardır. Dolayısıyla kurumları özgürleştirmek, kurumları daha iyi, daha kapsayıcı, daha katılımcı hale getirme meselesi değildir; kapitalist devlete ve onun ırkçı, sömürücü, tahrip edici, sömürgeleştirici yönlerine karşı daha eşgüdümlü, incelikli ve etkili kampanyaların yürütüleceği politikleşmiş üsler kurma meselesidir.

 

Not an Alternative kolektifinin, Kasım 2016 tarihinde e-flux dergisinde yayınlanan Institutional Liberation başlıklı yazısında kısaltılarak çevrildi.

 

Gulf Labor, sanat ve direniş, kültürel aktivizm, sanat-politika, Decolonize This Place