Kiev’den Humus’a, Batı Şeria’dan Paris’e: Daimi Bir Savaş Meydanı Olarak Şehir

 

 

 

Bir şehrin savaş meydanına dönüşme potansiyelini, yukarıdaki fotomontaj kadar iyi gösteren başka bir imge daha yoktur herhalde: Kiev Meydanı’nın işgalden önceki ve sonraki halini biraraya getiriyor bu montaj. Suriye’deki iç savaşın yarattığı trajik tahribatı gösteren benzer fotoğraflar da var. Burada, Suriye’nin veya Ukrayna’nın kendine özgü özellikleri üzerinde durmayacağım, zaten bu konuda yeterli bilgim yok. Ben daha ziyade, “barış” halindeki herhangi bir şehrin –ki bu barış kavramı başlı başına bir yanılsama– sadece savaş harekâtlarına sahne olma değil, aynı zamanda savaşın bilfiil aktörü olma potansiyelini vurgulayacağım.

Az önce de söylediğim gibi, bir şehrin “barış” halinde olduğu fikrinin kendisi, kimi zaman iç savaşa dönüşen bir sorunun parçası. Şehir, belirli bir toplum içindeki bedenlerin birbirleriyle arasındaki ilişkileri yoğunlaştırır. Bedenler arasındaki çatışmaları mikro düzeyde ayrıştırmak, bu çatışmaların aslında makro düzeyde ele alınması gereken, normalleştirilmiş, ideolojik ve kentsel bir bağlam içinde üretildiğini göz ardı etmek anlamına geliyor. Bir şehrin barış halinde olduğu fikri, genellikle, bu normalleştirilmiş, ideolojik ve kentsel bağlamda (isteyerek veya istemeden) hâkim konumda olan bedenlerin şehir hakkındaki fikridir. Dolayısıyla, barış halinde olduklarını sandıkları bir şehrin, iktidar ilişkilerinin tüm çıplaklığıyla hayata geçtiği bir savaş meydanına dönüştüğünü gördüklerinde en çok şaşıranlar da bu bedenler olur.

 

 

 

Yukardaki imajda görüldüğü gibi, bizzat şehrin dokusu açık bir silaha dönüşür. Kiev Meydanı’ndaki bütün kaldırım taşları yerden sökülmüş, ya polislere ve araçlara fırlatılmış ya da diğer taşınabilir nesnelerle birlikte savunma barikatları oluşturmak üzere kullanılmıştır. Caddenin genişliği, binaların yüksekliği, çeşitli giriş-çıkış noktaları, yani normalde politik bir kentsel antagonizma çerçevesinde düşünülmeyen –böyle bir antagonizma içermediği sanılan– bütün unsurlar, şehrin çatışma içinde tartışmasız bir aktör oluşundaki temel bileşenlere dönüşmüştür.

İç savaşlar bittiğinde, sonuç ne olursa olsun, şehrin yeniden inşasından sorumlu çeşitli aktörler ister istemez şehri bir savaş meydanı olarak tasavvur ederler. Alınan kararların, şehrin bir silaha dönüştürülmesi fikrini net biçimde içermesi bu yüzden şaşırtıcı değildir. Mohamed Elshaleh Cairobserver başlıklı blogunda, bu durumun halihazırda Kahire’de nasıl tezahür ettiğini anlatıyor. Avrupa kentlerinde kırma taşın yerini zamanla asfaltın  alması da buna bir örnektir; keza III. Napoléon’un talimatları doğrultusunda 1830 ve 1848 devrimlerinin ardından Paris’i baştan aşağı değiştiren, olası bir devrim kalkışmasında denetlenmesi daha kolay bir savaş meydanına dönüştüren Baron Hausmann da buna örnektir. Eyal Weizman, Hollow Land kitabında, Batı Şeria’daki Cenin mülteci kampı 2002’de İsrail ordusu tarafından yerle bir edildikten sonra burayı yeniden inşa eden UNRWA’nın (Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu), İsrail tanklarının geçişini kolaylaştırmak için kampın sokaklarını 4 metreden 6 metre genişliğe çıkardığını yazar (s.  204). UNRWA’nın iddiası şudur: Filistin binaları böylelikle tanklar yüzünden zarar görmeyecektir. Ama bu noktada niyetler anlamsız, sadece olgulara bakmak gerek: Cenin mülteci kampı şu anda İsrail Savunma Kuvvetleri tarafından daha rahat denetlenmektedir.

Şehrin yapısı gereği bir savaş meydanı olduğunu kabul ederken, bütün şehirlerin sadece birkaç gün içinde yüzlerce insanın öldüğü Kiev’e, veya Suriye hükümetinin talimatıyla üç yıldır bombardımanın sürdüğü Humus’a benzediğini öne sürmüyoruz. Hatta, bedenler arasında “zorunlu” olarak antagonizma olacağını da iddia etmiyoruz. Sadece, mimariden nesnelere, bedenlere ve davranışlarına kadar, bir şehirdeki hiçbir şeyin nötr olmadığını söylüyoruz. Savaş terimi bedenler arasında ölümcül bir şiddete atıfta bulunmuyor, iktidar ilişkilerinin yapılanma biçiminde bedenlerin karşılaşmak zorunda kaldığı sistemli şiddeti ifade ediyor. Şehir, bu şiddetin çerçevesini çizdikçe onu daha da yoğunlaştırıyor. İşte bu nedenle şehir, belirli bir anda, aniden bir savaş meydanı haline gelmiyor, sadece her zamankinden daha çıplak biçimde dışa vurulan bir çatışmayı çerçevelerken savaşın yoğunluk derecesini artırıyor – bunun en uç noktası da iç savaş ve kitlesel can kayıpları.

 

Léopold Lambert: Each City Has The Potential to Become a Battlefield

 

Baron Haussmann, kentsel dönüşüm, mimarlık