Néstor García Canclini
Tarihimizde popüler sıfatı dışlananlara atfedilir: ata mirası olmayanlara ya da muteber sayılmayı ve bozulmadan kalmayı başaramayanlara; sanatçı olmayan, bireyleşemeyen ya da “tasdiklenmiş” sembolik mal piyasasına katılamayan zanaatkârlara; üniversite ve müzelerin dışında kalan, bilgi ve stil tarihinden bihaber oldukları için yüksek kültürü okumaktan ve ona bakmaktan “aciz” olan kitlesel medya izleyicilerine.
Zanaatkârlar ve izleyiciler – modernlik tiyatrosunda popüler gruplara ayrılan yegâne rol bunlar mı? Popüler sıfatı, genellikle, modern-öncesi ve tali olanla ilişkilendirilir. Sanayileşme öncesinden kalma üretim biçimlerini (atölyeler), yerel eğlence ve dinlence biçimlerini (yöresel müzik biçimleri, mahalle eğlenceleri) tanımlamak için kullanılır. Tüketim alanında ise, popüler kesimler [halk kesimleri] her zaman sürecin sonunda yer alırlar – sermaye döngüsünü ve egemenlerin ideolojisini yeniden üretmeye mecbur muhataplar ve seyirciler olarak.
Modernliğin kurucu süreçleri, Manişeist tarzda yan yana sıralanan karşıtlık zincirleri olarak düşünülür:
Modern = kültürlü = hegemonik
↓ ↓ ↓
Geleneksel = popüler = madun
Kültür hakkındaki yazın, hegemonik kesimlerin modernliği teşvik etmekte doğal çıkarı olduğunu, popüler kesimlerin [halk kesimlerinin] ise geleneğe gömülü kalmaya yazgılı olduğunu varsayma eğilimindedir. Modernleşme taraftarları, bu karşıtlıktan, tarihin ilerlemesine ve vaatlerine yaptıkları yatırımın, hegemonik konumlarını meşrulaştırdığı sonucunu çıkarırlar: bu arada, halk sınıfların geri kalmışlığı onları maduniyete mahkûm eder.
Gerçek şu ki, gelenekçilik günümüzde pek çok hegemonik toplumsal katmanda moda haline geldi ve neredeyse hiçbir çatışma yaşanmaksızın modern olanla kaynaştırılabiliyor – yeter ki geleneklerin yüceltilmesi kültür düzeyiyle sınırlı olsun, modernleşme ise toplumsal ve ekonomik olana mahsus kalsın. Bu noktada sorulması gereken soru şu: Halk kesimlerin modernliğe ayak uydurması, modernliğin peşine düşmesi ve onu kendi gelenekleriyle harmanlamaları nasıl ve hangi amaçlarla gerçekleşir?
Popüler kültürlerin tanımında temel alınan klasik karşıtlığı çürütmek için bu kültürlerin halihazırdaki durumuna odaklanmak yetmez. Popüler olanı sahneye koyan bilimsel ve politik işlemleri de yapıbozuma uğratmak gerekir. Bu sahnelemede üç akım rol oynar: folklor, kültür endüstrisi ve siyasi popülizm. Üç durumda da, popüler olanın baştan verili bir şey olmaktan ziyade kurgulandığını göreceğiz. Popüler olanı anlamamızı ve sorunsallaştırmamızı engelleyen etkenlerden biri de, etik ve politik nedenlerle popülerin a priori bir kanıtmış gibi sunulması: kim, bir halkın var olma tarzına itiraz edebilir ya da varlığından şüphe edebilir ki?
Fakat, popüler kültürü konu edinen çalışma ve politikalar oldukça geç bir tarihte ortaya çıktı. Bu da, bu kültürlerin yalnızca son 30-40 yıl içinde görünürlük kazandığı anlamına geliyor. Oluşumunda etkisi olan kavramsal stratejileri ve bu stratejilerin hegemonyanın kuruluşundaki çeşitli aşamalarla arasındaki ilişkileri incelediğinizde, “popüler”in kurgulanmış karakteri iyice ayyuka çıkıyor. Latin Amerika’da popüler sıfatının içeriği, kim tarafından ve kim ya da ne için sahnelendiğine göre değişir: Halkbilimcilerle antropologların müzeler için sahnelediği “popüler” ile iletişim uzmanlarının kitle iletişim araçları için sahnelediği "popüler", veya siyaset sosyologlarının devlet ya da muhalefet partileri ve toplumsal hareketler için sahnelediği “popüler” bir değildir.
Folklor: Melankolik Bir Gelenek İcadı
Modern düşünüş, çok yakın zamana kadar, popüler olan hakkında bilimsel bir söylem geliştirme gereği duymamıştır. Bahtin ve Ernesto de Martino’nun çığır açıcı çalışmalarını saymazsak, özel olarak popüler kültürlere adanmış, bu kültürleri titiz teknik işlemler uygulayarak karmaşık ve tutarlı bir toplum teorisinin içine yerleştiren bilgi, topu topu 30 yıllık bir olgudur.
19. yüzyıldan bugüne kadar halk âdetleri ve folklor üzerine yapılan sayısız çalışmayı hatırlayanlar, bu iddiayı haksızlıkla suçlayacaklardır. Elbette ki bu çalışmaların, popülerlik meselesini görünür kıldıklarını ve bu mefhumun günümüzde hâlâ yaygın olarak kullanılan anlamlarını oturtmuş olduklarını teslim ediyoruz. Fakat bu yazarların epistemolojik taktikleri, kesin çizgilerle sınırlandırılmış bir çalışma nesnesi ya da konuya özel olarak geliştirilmiş yöntemlerle değil, ideolojik ve politik çıkarlarla yönlendiriliyordu.
“Halk”, 18. yüzyılın sonları ile 19. yüzyılın başlarında, Avrupa’da nüfusun her kesimini kucaklamak isteyen ulus-devletlerin oluşmasıyla beraber, bir gönderge olarak modern tartışmadaki yerini aldı. Fakat, Aydınlanma, seküler ve demokratik yönetime meşruiyet kazandırmak için müracaat edilmesi gereken bu halkın, aynı zamanda, aklın ortadan kaldırmak istediği her şeyin –batıl inanç, cehalet ve kargaşanın– taşıyıcısı olduğuna inanıyordu. Bu duruma çare olarak oldukça karmaşık bir mekanizma icat edildi: Martin Barbero’nun ifadesiyle, bir “soyut içerme ve somut dışlama” mekanizması. Halk, burjuva hegemonyasına meşruiyet kazandıracak taban olarak önemliydi ama pek çok konuda eksikleri olan kültürsüzlerin mahalli olarak bir hayli de tedirgin ediciydi.
Romantikler bu çelişkinin farkındaydı. Politika ile gündelik hayat, kültür ile yaşam arasındaki kopukluğu gidermekle meşgul olan çeşitli yazarlar, “halk âdetlerini” öğrenmeye koyuldular ve halkbilimi çalışmalarını teşvik etmeye başladılar. Renato Ortiz, bu yazarların çığır açıcı katkılarını üç noktada topluyor: kültürel süreçleri seçkinlere mahsus düşünsel faaliyetler olarak gören Aydınlanma’nın aksine, duyguları ve onları ifade etmenin popüler yollarını yüceltme; klasik edebiyatın kozmopolitliğinin tersine, tikel durumlara yoğunlaşma ve yerelin fark ve değerlerini vurgulama; “irrasyonel” olanı hor gören klasik düşünce karşısında, toplumsal uyumu sarsan ve bozan şeyleri, “düzgün insanların” düzenini ihlal eden tutkuları, başka halkların ve köylülerin egzotik alışkanlıklarını sahiplenme.
Jacob ve Wilhelm Grimm
Grimm kardeşler ve Herder gibi yazar ve filozofların, popüler kültürlere dair ampirik bilgi edinme merakı, 1878 yılında Folklor Cemiyeti’nin kurulmasıyla resmiyet kazandı. Fransa ve İtalya’da, bu terim, daha sonraları, alt tabakaların bilgi ve ifadeleri konusunda uzmanlaşan disipline göndermede bulunmak için kullanılır oldu. Yeni halkbilimcilere rehberlik eden pozitivizmin gereklilikleri yanında, Romantik yazarların eserleri, popüler geleneklerin lirik kullanımları gibi kalıyordu. Popüler olan hakkındaki bilgi, modern bilgiyi harekete geçiren “bilimsel tin”in dünyasına kabul edilmek istiyordu artık. Bunu yapabilmek için, halkbilimcilerin amatör “meraklılar”la aralarına mesafe koymaları ve popüler bilgiyi eleştirmeleri gerekiyordu. Bilimsel projeyi, bir toplumsal kurtuluş girişimiyle birleştirme arzusu pozitivistlerde de gözlemlenebiliyordu. Rafaella Corso’ya göre halkbilimi, “ısrarlı propagandalarıyla halkı içinde bulunduğu cehaletten uyandırmaya ve aydınlatmaya çalışan seçkin adamların başlattığı bir hareket”ti. Artık yalnızca kendi içinde bütünleşmiş modern uluslar oluşturmak için değil, zulmedilenleri kurtarmak ve sınıflar arası mücadeleyi çözüme bağlamak için de popüler dünyanın bilgisine vâkıf olmak gerekiyordu.
Pozitivizm ve sosyo-politik mesihçilikle birlikte, halkbilimi girişiminin bir diğer ayırt edici yönü de popüler olanı gelenek olarak, yani, övgüye layık kalıntı olarak kavramasıdır: Köylü yaratıcılığından, yüz yüze iletişiminin sözde şeffaflığından, modernliğin getirdiği “dışsal değişim”lerle beraber ortadan kaybolacağı düşünülen hikmetten geriye kalan tortudur popüler. Folklorun öncüleri, günlük gazete ve kitap okuma alışkanlığıyla beraber etkisini yitirmeye başlayan sözlü iletişimi; doğayla sembolik bir antlaşma yapma peşindeki kadim topluluklar tarafından kurulan ve bu doğa güçlerini tahakküm altına almanın yollarını öğreten teknolojinin ortaya çıkmasıyla beraber yok olan inanışları nostaljiyle yad ediyorlardı. Pozitivistler bile, popüler’in geleneksel’le eşanlamlı tutulmasına yol açan Romantik huzursuzluktan pay almışlardı. Böylece “popüler”, tükenmekte olan ve güncel çatışmaların dışına çıkıp, olmuş olmamız gereken şeye yönelik arzumuzun peşinden giderek yeniden icat edebileceğimiz şeylere mahsus o dilsiz güzelliğe büründü. Antikabilimciler, nesneleri toplayarak kayboluşa karşı mücadele ettiler; halkbilimciler, halk geleneği müzeleri kurdular.
Halkbilimcilerin metodolojik taktiklerini ve teorik başarısızlıklarını anlamamıza yardımcı olabilecek başlıca mefhumlardan biri “yadigâr”dır [survival]. Halk tabakaları içinde üretilen ve dolaştırılan nesneleri, halka özgü âdetleri, yok olup gitmiş bir toplumsal yapının kalıntıları olarak algılayan halkbilimciler, böylece, bağlamdan kopuk analizlerini de mantıki olarak meşrulaştırmayı başarmışlardır. Bu “yadigârları” dünyaya getiren üretim tarzı ve toplumsal ilişkiler ortadan kalktığına göre, bu nesnelerin sosyo-ekonomik anlamlarını araştırmanın ne âlemi vardır? Yalnızca idealist tarihselciliğe yürekten bağlı olan araştırmacıların, gelenekleri daha geniş bir çerçeve içinde anlamlandırmak gibi bir derdi vardır; ama onlar da bu nesne ve âdetleri, tarihsel sürekliliği güçlendirmeye ve çağdaş kimlikleri pekiştirmeye yarayacağını düşündükleri bir hafızanın delillerine indirgerler.
Neticede, Romantikler, aydınlanmışların suç ortaklarına dönüşürler. Popüler kültürün alamet-i farikasının kırsal geçmişe sadakat olduğuna hükmeden Romantikler, endüstriyel ve kentsel toplumlarda bu kültürü yontmakta olan değişimleri göremezler. Popüler kültüre hayalî bir özerklik atfederek, popüler olanı, yeni hegemonik kültürle arasındaki etkileşim üzerinden açıklama ihtimalini ortadan kaldırırlar. Böylece, halk “kurtarılmış” olur; ama bilinmezliğini korumaya devam eder.
Klasik folklor çalışmalarının Avrupa’da izlediği yörüngeyi anımsatmamın sebebi, bu çalışmaların popüler olana, onun kullanımlarına ve çelişkilerine ilgi duymalarının altında yatan saiklerin bugün Latin Amerika’da da işleyişte olması. Arjantin, Brezilya, Peru ve Meksika gibi birbirinden çok farklı ülkelerde 19. yüzyılın sonlarından itibaren üretilen folklor metinleri, etnik gruplar ve bu grupların (dinsellik, ritüeller, tıp, festivaller ve el sanatları gibi) kültürel ifade biçimleri hakkında muazzam bir bilgi bütününe kaynaklık etti. Bu çalışmalardan birçoğunun, ulusal kültürde onlara da bir yer tayin etme gayesiyle yerli ve melezlerin dünyasıyla haşır neşir olduğu görülebilir. Fakat, bu metinlerin aktardığı bilginin değerini ciddi şekilde azaltan teorik ve epistemolojik sorunlar, güncel halkbilimi çalışmalarında da gözlemlenebiliyor. Popüler kültür analizi konusundaki en son gelişmelerden haberdar olan ülkelerde bile (yukarıda adı geçen dört ülke bu gruba giriyor) konu hakkında uzmanlaşmış kurumların ve yazınsal üretimin çoğu bu eğilimin egemenliği altında.
Halk bilgisinin önündeki ilk engel, çalışma nesnesinin tanımından kaynaklanıyor. Halk, Avrupa’da olduğu gibi Latin Amerika’da da, basit teknikler ve sınırlı toplumsal farklılaşma sayesinde modern tehditlerden kendini koruyabilen, yalıtılmış ve kendi kendine yeterli yerli gruplar ya da köylüler olarak tahayyül ediliyor. Kültürel mallara (nesneler, efsaneler, müzik biçimleri vs.), onları üreten ve tüketen faillerden daha çok önem veriliyor. Ürünlere duyulan bu hayranlık –bir başka deyişle, onları üreten toplumsal süreç ve faillere ve onları dönüştüren kullanımlara karşı bu kayıtsızlık– bu nesnelerin, geçirdikleri değişimlerden dolayı değil, bilakis, hiç değişmeden kendilerini tekrar etmelerinden ötürü değer görmelerine sebep oluyor.
İkinci olarak, Latin Amerika’da halkbilimini doğuran itkiler Avrupa’dakilerle aynı: bir yanda, yeni oluşan ulusları, geçmişlerinin kimliğine dayandırma ihtiyacı; öte yanda, Aydınlanma ve liberal kozmopolitlik karşısında popüler duyguları kurtarmaya yönelik Romantik eğilim. Durum buyken, politik milliyetçilik ve Romantik hümanizm tarafından koşullanan popüler kültür çalışmalarının bilimsel bir bilgi bütünü oluşturması kolay değil.
Halkbilimi çalışmalarının en büyük eksiği, toplum kitle esasına göre örgütlenmeye başladığında popüler kültüre ne olduğu sorusunu sormamalarıdır. Avrupa ve Amerika’da, popüler olana yönelik aristokratik körlüğe ve kültürü bir endüstri haline getirme yönündeki ilk hamlelere tepki olarak doğan halkbilimi, hemen hemen her zaman, melankolik bir girişim olarak kalmıştır: popüler olanı, kitle esasına göre yeniden örgütlenen toplumun dışına çıkarmaya; geleneksel iletişim ve el becerisine dayalı üretim biçimlerine hapsetmeye; milliyetçi politik söylemlerin hayalî rezervi olarak muhafaza etmeye çalışan bir girişim.
Néstor García Canclini, Hybrid Cultures: Strategies for Entering and Leaving Modernity içinde, çev. Christopher L. Chiappari ve Silvia L. López (Londra ve Minnesota: University of Minnesota Press), “Staging of the Popular” adlı bölümden seçilmiş pasajların çevirisidir.