Cenin, 1930.
1930’da, Filistin’deki İngiliz işgalinin on üçüncü senesinde, Eğitim Müdürlüğü tarafından kaleme alınan bir raporda şöyle deniyordu: “İşgalin başından bu yana yönetim, ülkede tek bir okul açmak için bile hiçbir mali kaynak sağlamamıştır”. Keza 1935’te, Filistinli Arapların okul için yer tahsis edilmesine yönelik taleplerinin yüzde 41’i reddedilmişti. Filistin’deki 800 köyde kızlar için topu topu 15 okul, erkekler için 269 okul bulunuyordu; ilköğretimde yedinci sınıfa kadar okuyan köylü kızların sayısı ise sadece 15’ti.
Filistin’deki 517 Arap köyünde ne kız ne de erkek çocuklar için ilkokul vardı; ortaokul ise köylerin hiçbirinde yoktu. Dahası hükümet “kitapları sansürleyip, Arap dünyasıyla kurulacak her türlü kültürel bağa engel oluyor, köylülerin eğitim seviyesini yükseltmek için hiçbir adım atmıyordu...”[1]
1931 yılı itibarıyla Filistinli Müslümanlar arasında okula gidenlerin oranı erkeklerde binde 251, kadınlarda binde 33’tü; Filistinli Hıristiyanlar arasında bu oran erkeklerde binde 715, kadınlarda 441’di (Yahudilerde ise, erkeklerde binde 943, kadınlarda binde 787).[2]
Fakat bu rakamlar sadece kırsal kesimdeki eğitim durumu hakkında fikir veriyor, Filistin’in tamamı hakkında değil. Filistin, 20. yüzyılın ilk yıllarındaki Arap uyanışının başından itibaren eğitimde öncü rol oynamıştı. İngiliz işgalinden önce Filistin’de çok sayıda matbaa kurulmuş, 1904-1922 yılları arasında 50 civarı Arap gazetesi yayınlanmaya başlamış, 1936 isyanı öncesinde gayet yüksek tirajlı en az 10 gazete daha kurulmuştu.
Burada uzun uzun ele alamayacağımız bazı etkenlerin sonucunda Filistin, Arap kültürünün önemli merkezlerinden biri olmuştu; Filistin’e gelen veya buradan başka ülkelere göçen aydınların ısrarlı çabaları, Filistin’in kültürel rolünün pekişmesini ve 20. yüzyıl başlarında kurulan edebiyat birliklerinin gelişmesini sağlamıştı.
Beyrut veya Kahire’de okuyup mezun olduktan sonra Filistin’e dönen Arapların da mütemadiyen beslediği bu kültürel gelişmenin yanı sıra, Fransızca ve İngilizce dillerinden yoğun bir tercüme faaliyeti sürüyordu. Esasen tarihî veya dinî ilgileri nedeniyle Filistin’e gelen yabancı misyonlar da, şehirlerde bir eğitim ortamının oluşturulmasına önem veriyordu.
Ancak bizi asıl ilgilendiren, Filistin’in genelindeki kültürel ortamdan ziyade, şiddetlenen ekonomik ve siyasi krizin edebiyat hareketi üzerindeki etkileri. Bir “halk kültürü”nün geliştirilmiş olması çok önemliydi. Kırsal alanda, okuma-yazma bilmeyenlerin sayıca hayli yüksek olmasına rağmen var olan bir bilincin –hızla kendini gösteren ekonomik ve siyasi gerçeklik karşısında uyanan bir bilincin– göstergesiydi bu kültür. Bilhassa halk şiiri, kırsal kitlelerde olayların seyri konusunda artan bir duyarlılığı yansıtıyordu. Bu kendiliğinden bilinç köylerde bir seferberlik ruhu yaratmıştı.
Kentli aydınların büyük kısmı ise sınıfsal olarak feodal veya tüccar küçük burjuvaziye mensuptu. Temelde şu ya da bu biçimde bir burjuva devrimini savunsalar da, nesnel koşullar böyle bir mücadeleye önderlik edecek bir sınıfın gelişmesine kesinlikle elvermiyordu. Dolayısıyla, siyaseten faal aydınlar, geleneksel liderlerin kontrolü altında kaldılar. Yine de eserleri, başka Arap ülkelerindeki aydınlarda rastlanmayan belli bir bilinci yansıtıyordu.
Kırsal alanlarda devrim taraftarları ile reaksiyonerler arasında, kentlerde ise devrimci militanlar ile yenilgici unsurlar arasında süren kavga, devrimden yana gelişiyordu. O dönem sömürgeci düşmana direnme çağrısına katılmamış tek bir Filistinli yazar veya aydın yoktu. Aydınlar, genel olarak devrimci bir partinin çatısı altında örgütlenmemiş olsalar da, ulusal mücadelede şüphesiz önemli rol oynamışlardı.
Vadi el-Bustani (1886-1954).
Filistinli aydınların konumu, başka yerlerdeki muadillerininkinden çok farklıydı. Okudukları okullardan mezun olup şehirlerine döndüklerinde, mensubu oldukları sınıfın ulusal mücadeleye önderlik etme kabiliyeti olmadığını görmüşlerdi. Ama aynı zamanda, esasen yabancı ve düşman bir topluluğun kontrolündeki endüstriyel kalkınma sürecine dahil olamamanın, bu süreçten faydalanamamanın sıkıntısı içindeydiler. Öte yandan, Filistin’in kırsal alanlarında asırlar boyu sınıfsal ve ulusal baskıya maruz kalmış olan köylüler, yerli feodal ve dinî liderlerin mutlak otorite sahibi olduğu, son derece arkaik bir toplumda yaşıyorlardı. Halk şiirlerinin çoğunda köylülerin itaatkârlığı ifade buluyordu, ki şairler başta olmak üzere Filistinli aydınların baş etmekte zorlandığı bir özellikti bu. Kırsal kitlelerdeki itaatkârlığı aşmaya çalışan kimi aydınların ilerici bir bilincin yayılmasında önemli payı olacaktı.
Beyrut Amerikan Üniversitesi’nden mezun olup Filistin’e yerleşen Lübnanlı şair Vadi el-Bustani, bu ilerici aydınlardan biriydi. Balfour Deklarasyonu’na, daha ilan edilir edilmez [2 Kasım 1917] karşı çıkanlar arasındaydı. Bustani’nin döneminde (Filistin’in silahlı ayaklanmanın eşiğine geldiği bir dönemde) ortaya çıkan öncü devrimci şairlerin eserleri, kitlelerin kültürel mirasının parçası olacaktı.[3]
İlerleyen dönemlerde, savunmasız kitlelerin duygularını her vesileyle ifade etmede şiirin rolü daha da arttı. [...] İbrahim Tukan, Ebu Salma (Abdülkerim el-Karmi) ve Abdurrahim Mahmud, 1930’ların başından itibaren Filistin’in dört bir yanında devrimci bilincin ateşini yakan ulusal şairler neslinin en etkili isimleriydi.
Semih el-Kasım (1939-2014), Fatva Tukan (1917-2003), Mahmud Derviş (1941-2008).
[...]
Şiirin ve halk şiirinin rolüne odaklanmış olmamız, Filistin’de başka kültürel faaliyetlerin rol oynamadığı veya önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Edebiyat dergileri, makaleler, öyküler ve tercüme hareketi de önemli ölçüde öncü role sahipti. Sözgelimi, Yusuf el-İsa’nın el-Nefais’te yayınladığı bir başyazıda şu satırları okuruz: “Filistin Arap’tır – Müslümanları Arap’tır, Hıristiyanları Arap’tır, Yahudi yurttaşları da Arap’tır. Filistin Suriye’den koparılıp Siyonizmin ulusal yurduna dönüştürülürse asla huzur bulamaz...” 1920’lerin başlarına ait bu ifadeler, 1930’lardaki bilinci uyandıran ve isyanı ateşleyen devrimci kültürel dalgaya şekil verecektir – Arif el-Arif, Halil es-Sekakini (bir marangoz ustasının oğlu, müthiş bir hiciv yazarı), Asaf en-Naşaşibi (Sekakini’nin görüşlerini benimsemiş, burjuva kökenli bir yazar), Arif el-Azzuni, Mahmud Seyfettin el-İrani ve Necati Sıdkı (İbn Haldun’un materyalizmini benimseyen ve idealizmi eleştiren ilk solcu yazarlardan biri), bu yazar kuşağındandır.
Filistin’in kültürel ortamında 1930’larda doruğuna ulaşan hareketlilik çeşitli biçimlerde ifade bulmuş olsa da, Arap edebiyatı tarihiyle ilgili birçok sebepten ötürü bu hareketliliğin en etkili unsuru şiir ve halk şiiriydi.
İbrahim Tukan (1905-1941). Lübnanlı müzisyen Muhammed Flayfel’in bestesiyle bir dönem Filistin ulusal marşı olarak kabul edilen, sonradan Irak, Cezayir ve Suriye gibi başka ülkelerde de marş olan Mavtini (Vatanım) şiirinin yazarı.
Sırf bu bile, o dönem doğrudan siyasi hitabet biçimini alan şiirin üstlendiği rolü açıklıyor. Mesela İbrahim Tukan, 1932’de Filistin topraklarının Siyonistlere satılmaması için kurulan “ulusal fon” (yoksul köylülerin topraklarının Siyonistlerin eline geçmesini engelleme bahanesiyle feodal-dinî liderlerin kurduğu fon) hakkında şöyle yazıyordu: “Fon projesinin sorumlularından sekizi, Siyonistlere toprak satmış komisyonculardır.”
Tukan, daha 1929’da, büyük toprak sahiplerinin toprak sorunundaki rolünü ifşa ediyordu:
Sırf paraya düşkünlüklerinden memleketi düşmana sattılar; halbuki sattıkları kendi evleri. Aç kaldıkları için bunu yapmış olsalar onları mazur görebilirdik, ama Allah şahit, hayatları boyu ne açlık çekmişlerdir ne susuzluk...[4]
Düşman üçlüsüne –Siyonist işgale, İngiliz mandasına ve Arap gericiliğine– karşı hem içerde hem dışarda hissedilen öfke, durumun vahameti arttıkça daha da büyüyordu. Fakat bu feveranın berisinde, bütün kifayetsiz liderleri, otoritesi ve geçmişe dayalı temelleriyle patriyarkal feodalizm kemikleşiyordu.
Giderek genişleyen ve derinleşen, esasen Arap köylüleri ile işçilerini etkilemekle birlikte taşradaki küçük ve orta burjuvazi ile orta sınıf köylüleri de zorlayan bu karmaşık ve hararetli çatışma ortamında, gittikçe artan kriz, yer yer silahlı isyanlarda (1929-1933) patlak veriyordu. Öte yandan Filistinli feodal-dinî liderler, İngiliz mandasıyla işbirliği içindeki Yahudi kapitalizminin giderek büyüyen ekonomik gücü karşısında kendi çıkarlarının tehlikeye girdiğini görüyorlardı. Fakat karşı taraf da bu liderlerin çıkarlarını aynı şekilde tehdit ediyordu: artık kimden medet umacaklarını bilemeyen yoksul Arap kitleleri. Zira kentli Arap burjuvazisi, eşi görülmemiş bir hızla devam eden ekonomik dönüşümün mevcut aşamasında liderliğe soyunamayacak kadar zayıf durumdaydı; bir bölümü bağımlı hale gelmiş, Yahudilerin kontrolündeki endüstriyel kalkınmanın kıyısına köşesine tutunmuştu. Dahası, hem öznel hem de nesnel koşulları, Arap toplumunun izlediği genel istikametle çelişen değişimlerden geçiyordu.
Taşralı zengin ailelerin çocukları olan genç aydınlar, halkı isyana sevk etmekte önemli rol oynadılar. Üniversitelerini bitirip geri döndükleri toplumun miadını doldurmuş ilişkilerini reddediyorlar, Siyonist-sömürgeci ittifakı doğrultusunda şekillenmeye başlayan yeni ilişki biçimleri de onları toplum dışı konuma getiriyordu. Dolayısıyla sınıf mücadelesi, olağanüstü bir kaynaşmayla, ulusal çıkarla ve dinî duygularla iç içe geçmişti; bu karışım, Filistin’deki Arap toplumunun yaşadığı nesnel ve öznel bunalım koşulları çerçevesinde isyanla patlak verecekti.
Saydığımız sebeplerle Filistin Arap toplumu, feodal-dinî liderlerin tutsağıydı. Köy ve şehirlerdeki yoksul Filistinli Arapların payına düşen toplumsal ve ekonomik zulüm göz önüne alındığında, milliyetçi hareketin ilerici mücadele biçimleri üstlenmesi, sınıf şiarını benimsemesi ve sınıf kavramlarına dayalı bir hareket hattı izlemesi kaçınılmazdı. Keza, Filistin’deki Yahudi yerleşimcilerin kurduğu işgalci toplum ile İngiliz sömürgeciliği arasındaki sıkı ittifakın her gün tecrübe edilen tezahürleri karşısında, bu mücadeledeki başat milliyetçi mahiyeti akıldan çıkarmak mümkün değildi. Ayrıca, Siyonist işgalin temelinde yatan ve tüm tezahürlerinin ayrılmaz parçası olan o dehşetengiz dinî şevk düşünülürse, Filistin’in gelişmemiş taşrasında Siyonist sömürgeci istilaya yönelik düşmanlığın dinî köktencilik biçiminde kendini göstermemesi imkânsızdı.
İbranice yayınlanan solcu Matzpen dergisinde, “İsrail”de ortaya çıkan Kara Panter hareketi üzerine bir yazıda şöyle deniyor:
İsrail’de sınıf çatışmaları yer yer inanç çatışmaları biçimini alıyor. Sınıf çatışmaları, mezhepçilik diliyle ifade edildiği durumlarda dahi, en baştan beri Siyonizmin merkezinde yer almıştır.[5]
Tel Aviv’de İsrail Kara Panterleri protestosu, 1971. İsrail Kara Panterleri, İsrail’e Doğu Avrupa ve Rusya’dan göç etmiş Aşkenaz Yahudileri karşısında ayrımcılığa uğrayan Mizrahi Yahudilerinin; çoğunluğu yoksul ve alt sınıftan Fas, Irak, Kürt ve Yemen kökenli “Siyah” Yahudilerin, ABD’deki Kara Panterler örgütünden ilhamla kurduğu örgüt (1971-1977).
Elbette bu iddia, hem ulusal hem sınıfsal bir zulüm biçimi olan Siyonist istila karşısında dinin oynadığı rol konusunda daha büyük geçerliliğe sahip. Sözgelimi:
Siyonizmin bir etkisi de, Hayfa müftüsünün ve şair Vadi el-Bustani’nin yönlendirmesiyle Mevlid Kandili’nin tüm Hıristiyan liderlerinin ve ileri gelenlerinin katıldığı milliyetçi mitinglere dönüşmüş olmasıydı; Yahudilerse davet edilmiyordu. Böylece hem Müslümanların hem de Hıristiyanların kandil ve bayramları Filistin şehirlerinde milliyetçi havada kutlanan halk şenliklerine dönüşmüştü.
Feodal-dinî liderler, kendilerini kitlelerin hareketinin önderleri olarak dayatmaya devam ettiler. Kentli Arap burjuvazisinin zayıflığından ve Siyonist hareketle ittifakı sayesinde nüfuzunu kuran İngiliz sömürgeciliği ile burjuvazi arasında bir dereceye kadar şiddetlenen çatışmadan yararlandılar; üstlendikleri dinî vasıflar, ayrıca Arap proletaryasının dar ölçeği ve Yahudi liderlerin kontrolünde olup 1920’lerin başından beri feodal liderlerin zulüm ve baskılarına maruz kalan Arap tabanını koruyamayan Komünist Parti’nin zayıflığı da bu liderlerin elini güçlendirdi. İşte 1936 isyanı, birbirine geçmiş tüm bu girift çatışmaların damgasını vurduğu bu karmaşık arka plan üzerinde, Filistin tarihindeki yerini alacaktı.
Gassan Kanafani’nin The 1936-39 Revolt in Palestine kitabındaki “Background: The Intellectuals” başlıklı bölümden seçilmiş pasajlar (New York: Committee for a Democratic Palestine, 1972) s. 26-34. Görseller ve resim altı yazıları dergimiz editörleri tarafından eklendi.
[1] Collection of Arab testimonies in Palestine before the British Royal Commission (Şam: el-İtidal, 1938) s. 52.
[2] Said Himadey (ed.) Economic Organization of Palestine (Beyrut: Beyrut Amerikan Üniversitesi, 1939) s. 45.
[3] İşgal altındaki Filistin’de (Nasıra) yaşayan direniş şairi Tevfik Zayed’in ifadesiyle: “Bizim, Mahmud Derviş’in, Samih el-Kasım’ın ve benim şiirimiz, İbrahim Tukan’ın, Abdurrahim Mahmud’un, Mutlak Abdulhalik’in vs. devrimci şiirinin devamıdır... zira kavgamız da onlarınkinin devamıdır.” (Halk Şiiri Üzerine, Darü’l Sevra, s. 15)
[4] Abdurrahman Yagi, Modern Filistin Edebiyatı, Beyrut, s. 283.
[5] Matzpen, sayı 5, Nisan 1971.