Aşağıdaki pasajlar, Ernst Bloch’un 1938’de Georg Lukács’la ekspresyonizm üzerinden girdiği “realizm-modernizm” tartışması çerçevesinde yazdığı metinden seçilmiştir. [Ernst Bloch, “Ekspresyonizm Tartışması”, Estetik ve Politika: Realizm-Modernizm Çatışması içinde, çev. Elçin Gen, Taciser Belge, Bülent Aksoy (İstanbul: İletişim Yayınları sanathayat dizisi, 1. baskı 2016) s. 23-40.] Bloch-Lukács arasında başlayan tartışmanın, sanatın özerkliği/toplumsallığı, popüler sanat/elitizm, form/içerik gibi, 20. yüzyıl sanat kuramını belirleyen kavramlar bağlamında büyük etkisi olmuştur. İlerleyen yıllarda Brecht ve Adorno da bu tartışmaya katılmışlardır. Burada tartışmanın özellikle popüler sanatla ilgili bölümlerine yer veriyoruz. Lukács'ın makalesinden seçilmiş bölümler için bkz. Popüler Sanat Nedir? Brecht'in tartışma kapsamındaki metninden seçilmiş pasajlar da önümüzdeki günlerde yayınlanacak.
Ernst Bloch (1885-1977)
Ekspresyonistler, mümkün olan en sahici dili ararken, […] insana ve onun özüne odaklandılar. Bu belirsiz ve kolayca taklit edilebilen dolaysız üslubu istismar eden sahtekârlar da çıkmadı değil elbette; keza ekspresyonizmin haddinden fazla öznel çıkışlarının, muğlak sezgilerinin hepsinin de kalıcı bir etki bıraktığı söylenemez – hatta muhtemelen hiçbiri bunu başaramadı. Ama adil ve tarafsız bir değerlendirmede gerçek ekspresyonistlerin eserlerinin temel alınması gerek, sırf eleştiriyi kolaylaştırmak adına çarpıtmalara, hele hele yanlış beyanlara başvurmak doğru değil. Ekspresyonizm, eşi görülmemiş bir olguydu, ama gelenekten yana sıkıntı çektiği kesinlikle söylenemez. Tam tersi. Mavi Süvari örneğinin gösterdiği gibi, ekspresyonistler kendilerine yakın fikirleri bulmak için geçmişin altını üstüne getiriyor, Grünewald’de, primitif sanatta, hatta Barok’ta kendi benzerlerini bulabileceklerini düşünüyorlardı. Bu noktada ille bir eleştiri getirilecekse, geçmişle çok az değil çok fazla bağ kurdukları söylenebilir. 1770’lerin Fırtına ve Atılım hareketinde edebiyattaki öncülerini buluyor, Goethe’nin hem gençlik hem de olgunluk dönemine ait hayalci eserlerinde –“Gezginin Fırtına Şarkısı”nda, Harz’a Bir Kış Yolculuğu’nda, Pandora’da ve Faust’un ikinci bölümünde– el üstünde tuttukları modeller keşfediyorlardı. Dahası, ekspresyonistlerin kibirleri yüzünden halktan kopuk oldukları iddiası yanlıştır. Burada da tam tersi söz konusudur. Mavi Süvari akımı, Murnau köyünün[1] vitraylarına öykünüyordu; hatta bu etkileyici ve esrarlı halk sanatına ilk dikkat çekenler onlardı. Keza, çocukların ve mahpusların çizimlerine ilgi göstermiş, akıl hastalarının tedirginlik verici çalışmalarıyla ve primitif sanatla ilgilenmişlerdi. 18. yüzyıla kadar uzanan, köy evlerinin sandalye ve sandıklarında görülen olağanüstü girift oymaları, “Nordik süsleme sanatı”nı yeniden keşfetmiş, onu ilk “organik- psişik sanat” olarak yorumlamış ve gizli bir tür Gotik gelenek olarak tanımlayarak […] neo-klasizme tercih etmişlerdi.
Vasili Kandinski, “Murnau Köyünde Bir Sokak”, 1908.
Kandinski’yle birlikte Mavi Süvari (Der Balue Reiter) akımının kurucularından Franz Marc’ın İki Kedi adlı resmi, 1912
[…]
Formalizmin, ekspresyonist sanata atfedilebilecek en son kusurlardan biri olduğuna şüphe yok (kübizmle karıştırmayalım bu akımı). Bilakis, ekspresyonizmin bir kusuru varsa, tam da formu ihmal etmesi, kabaca, çılgınca veya kaotik biçimde dizgininden boşaltılan ifadeler bolluğundan oluşmasıydı; ekspresyonizme damgasını vuran kusur, biçimsizliğiydi. Ama bu kusurunu, halka yakınlığıyla, halk sanatını kullanma tarzıyla haydi haydi telafi ediyordu. […]
Tabii, kitsch’in de (kötü anlamda) popüler olduğunu hatırlatmak yeterli. 19. yüzyılda insanlar resimli dolaplarını atıp yerlerine fabrikadan çıkma vitrinler koyunca, eski, canlı vitraylarını renkli baskılarla değiştirince modaya uydukları için kendilerini iyi hissettiler. Fakat, kapitalizmin bu zehirli meyvelerini halkın hakiki ifadeleriyle karıştırmak büyük yanılgı olacaktır; bu meyvelerin bambaşka topraklarda yetiştiğini ve o toprakla birlikte yok olacaklarını göstermek zor değil.
[…]
Ekspresyonistler popüler sanatla fiilen ilgilendiler, halkın geleneklerine ilgiyle ve hürmetle yaklaştılar – hatta, resim söz konusu olduğunda halk sanatını ilk onlar keşfetti. Özellikle de bağımsızlıklarını yeni kazanan uluslara mensup ressamlar, 1918 dolaylarındaki Çek, Latviyalı, Yugoslav ressamlar, kendi popüler geleneklerine en yakın yaklaşımları diğer sanat üsluplarında değil –hele akademizmde hiç değil– ekspresyonizmde buldular. Ekspresyonist sanat çoğu zaman seyirciye anlaşılmaz geliyorsa (ki öyle olması da şart değil: Grosz’u, Dix’i, genç Brecht’i düşünün), bu durum hedeflerine ulaşma noktasında bir zafiyete işaret ediyor olabilir; ama seyircinin, eğitimin etkisiyle bozulmamış bir sezgi gücünden ve her türlü yeni sanatı değerlendirebilmek için gereken zihin açıklığından yoksun olduğunu da gösteriyor olabilir. Şayet asıl bağlayıcı olan, […] sanatçının niyetiyse, o zaman ekspresyonizm popüler sanatta gerçek bir dönüm noktası sayılmalıdır. Yok asıl bağlayıcı olan sonuç ise, o zaman da sürecin her aşamasının eşit derecede anlaşılır olması beklenmemelidir: “Acemice biraraya getirilmiş döküntüler”i ilk boyayan kişi Picasso’ydu, hem de aydın kesimin dehşet dolu bakışları altında. Daha alt düzeyde, Heartfield’in hicvî fotoğrafları halka o kadar yakın geliyordu ki, entelektüellerden pek çoğu bundan böyle montajın yanından bile geçmemeye karar verdi.
[1] Mavi Süvari akımının önde gelen üyelerinden Kandinski’nin evinin olduğu ve 1908’den savaşın başlangıcına kadar yaz aylarını geçirdiği Bavyera köyü – e.n.