/ Çağdaş Estetik / Sanat Meleği: Gelenekten Kopuş ve Estetik

 

     

 Albrecht Dürer, Melankoli, 1514                                  Paul Klee, Angelus Novus, 1920

 

Geleneksel bir sistemde kültür sadece kendi aktarılma hareketi içinde var olur – yani, geleneğin canlı etkinliği içinde. Geçmiş ile gelecek, eski ile yeni arasında hiçbir kopukluk yoktur, çünkü her nesne, her an, geride hiçbir fazlalık bırakmadan, kendisinde ifade bulan inanç ve kavram sistemini aktarır. Daha kesin bir ifadeyle, bu tip bir sistemde kendi aktarımından bağımsız bir kültürden bahsetmek imkânsızdır, çünkü ayrı bir aktarım nesnesi oluşturan ve gerçekliği kendi başına bir değer olan, biriktirilmiş bir fikir ve öğreti hazinesi yoktur. […]

Aktarım hareketi ile aktarılan şey arasında bir kifayetsizliğin, bir uçurumun belirmesi ve ikincisinin ilkinden bağımsız bir değer kazanması, ancak, geleneğin hayatî kuvvetini yitirmesiyle gerçekleşir ve geleneksel olmayan toplumların kurucu özelliği olan bir fenomene zemin oluşturur: kültürün biriktirilmesi.

İlk bakışta düşünülebileceğinin tersine, geleneğin yıkılması hiçbir zaman geçmişin yok olması veya değer kaybetmesi anlamına gelmez. Geleneğin kaybı, geçmişin aktarılabilirliğini kaybettiği ve onunla ilişki kurmanın yeni bir yolu bulunmadıkça bundan böyle ancak bir birikim nesnesi olabileceği anlamına gelir. […] Geleneğin bu şekilde kesintiye uğraması (ki bizim için çoktan olup bitmiş bir olaydır), eski ile yeni arasında hiçbir bağın mümkün olmadığı bir çağı başlatır – tabii, eskinin devasa bir arşivde sonsuzca biriktirilmesini, ya da bizzat eskinin aktarılmasına yardımcı olması gereken araçlarla hayata geçirilen yabancılaşmayı saymazsak. Kafka’nın romanındaki, emirlerinin anlaşılmazlığı ve bürolarının çokluğuyla köyün üzerine çöreklenen şato gibi, biriktirilen kültür de yaşayan anlamını kaybetmiştir ve insanın üzerinde, kendisini tanımasına asla imkân vermeyen bir tehdit gibi asılı durur. Eski ile yeni, geçmiş ile gelecek arasındaki boşlukta kalan insan, sürekli elinden kaçtığı halde onu ileriye doğru çekiştirmekten geri kalmayan, ama kendi zeminini onda bulmasına da izin vermeyen yabancı bir şey gibi fırlatılır zamana.

Benjamin, “Tarih Kavramı Üzerine”de, geçmişiyle bağını kaybeden ve tarihte artık kendini bulamayan insanın halini tarif etmek için çok uygun bir imgeden yararlanır:

 

Klee’nin “Angelus Novus” adlı bir resmi vardır. Bir melek betimlenmiştir bu resimde; meleğin görünüşü, sanki bakışlarını dikmiş olduğu bir şeyden uzaklaşmak ister gibidir. Gözleri, ağzı ve kanatları açılmıştır. Tarihin meleği de böyle gözükmelidir. Yüzünü geçmişe çevirmiştir. Bizim bir olaylar zinciri gördüğümüz noktada, o tek bir felaket görür, yıkıntıları birbiri üstüne yığıp onun ayaklarının dibine fırlatan bir felaket. Melek, büyük bir olasılıkla orada kalmak, ölüleri diriltmek, parçalanmış olanı yeniden biraraya getirmek ister. Ama cennetten esen bir fırtına kanatlarına dolanmıştır ve bu fırtına öylesine güçlüdür ki, melek artık kanatlarını kapayamaz. Fırtına onu sürekli olarak sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler; önündeki yıkıntı yığını ise göğe doğru yükselmektedir. Bizim ilerleme diye adlandırdığımız, işte bu fırtınadır.[1]

 

Benjamin’in Klee’nin resmi hakkındaki yorumuyla bazı açılardan benzerlik gösteren meşhur bir Dürer gravürü vardır. Oturur vaziyetteki kanatlı bir figür, yüzünde dalgın bir ifadeyle, bakışlarını ileri doğru dikmiş, tefekküre dalmıştır. Yanında, yerde terk edilmiş duran, faal bir yaşamın alet edevatı bulunur: bir bileğitaşı, bir rende, çiviler, bir çekiç, bir gergi, bir kerpeten ve bir testere. Meleğin güzel yüzü gölgede kalmıştır; ışık sadece uzun giysisinden ve ayaklarının önündeki bir küreden yansır. Arkasında bir kum saati, bir çan, bir terazi ve bir sihirli kare, daha arkada da, fondaki denizin üzerinde, hiçbir parlaklık saçmadan ışıldayan bir kuyruklu yıldız görürüz. Tüm sahneye, ayrıntıların tümüne gayri maddî bir hava veren bir alacakaranlık atmosferi yayılmıştır.

Şayet Klee’nin “Angelus Novus”u tarih meleğiyse, sanat meleğini de Dürer’in gravüründeki kanatlı figür kadar iyi temsil eden başka bir imge daha yoktur. Tarih meleği geçmişe doğru bakar, ama sırtı dönük halde durmaksızın geleceğe doğru uçmaktan kendini alamaz; Dürer’in gravüründeki melankoli meleği de, kayıtsız bir halde ileriye bakar. Tarih meleğinin kanatlarına dolan ilerleme rüzgârı dinmiştir, sanat meleği ise zamandışı bir boyuta gömülmüş gibi görünür – sanki tarihin sürekliliğini bozan bir şey, etrafındaki gerçekliği Mesihçe bir durağanlıkta[2] dondurmuştur.

Ancak, nasıl ki geçmişin olayları tarih meleğine okunaksız bir enkaz gibi görünüyorsa, melankoli meleğinin etrafını saran, faal bir hayatın alet edevatı ve diğer nesneler de gündelik hayattaki kullanımlarının onlara bahşettiği anlam ve önemi kaybetmiş, onları ilelebet elden kaçan bir şeyin şifresine dönüştüren bir yabancılaşma potansiyeliyle dolmuşlardır. Tarih meleğinin artık anlayamadığı geçmiş, sanat meleğinin karşısında yeniden şeklini kazanır; ama bu şekil, geçmişin, hakikatini ancak onu yadsımak koşuluyla yeniden bulabildiği yabancılaşmış imgedir ve yeninin bilgisi ancak eskinin hakikatini yitirmesiyle mümkündür. O halde, sanat meleğinin geçmişe sunduğu kurtuluş, onu estetiğin Kıyamet Günü’nde kendi gerçek bağlamı dışında belirmeye çağırmaktan ibarettir ve bu kurtuluş, tam da geçmişin, estetik müzesinde ölmesi, daha doğrusu ölememesidir. Meleğin melankolisi de, yabancılaşmayı yegâne dünyası olarak benimsediğinin farkında olmasından kaynaklanır – yalnızca gerçekdışı kılarak sahip olabileceği bir gerçekliğe duyduğu nostaljidir bu.

O halde estetik, Batı insanının duyarlılığındaki gelişme sonucu sanat eseri için sakladığı o ayrıcalıklı boyut değildir; geleneğin ağır yara aldığı, insanın geçmiş ile gelecek arasında bugünün alanını bulamaz olduğu ve tarihin çizgisel zamanında kaybolduğu bir çağda sanatın yazgısıdır. Kanatları ilerlemenin rüzgârıyla dolan tarih meleği ile, geçmişin enkazına zamandışı bir boyuttan bakan sanat meleği birbirinden ayrılamaz.

 

The Man without Content, “The Melancholy Angel” başlıklı bölümden alıntılanmıştır.

 



[1] “Tarih Kavramı Üzerine”, çev. Ahmet Cemal, Pasajlar içinde, (İstanbul: YKY, 1995) s. 37

[2] Benjamin’in “Tarih Kavramı Üzerine” metninde kullandığı kavram. Benjamin burada, düşünme eyleminin sadece düşüncelerin akışıyla değil, aynı zamanda durdurulmasıyla da ilgili olduğunu anlatır – ç.n.

The Man Without Content , Benjamin, çağdaş estetik