'Yer'i Savunmak (2): Los Angeles'ta Planlama, Kim Kaybediyor?

 

Son yıllarda Amerikan şehirlerinde birçok mahalle ‘konut hakkı’ temalı örgütlenmelere ve protestolara sahne oldu. Los Angeles, yerel yönetim ve yatırımcıların işbirliğiyle sakinlerini mülksüzleştirerek ‘geliştirilen’ şehirlerin belki de başında geliyor. Şehirde başlayan protestolar son günlerde giderek büyüdü ve kent hareketlerinin bu gösterilerde başı çektiğini söyleyebiliriz.

Soylulaştırma kavramının nasıl ve nerede ortaya atıldığına önceki yazıda kısaca değinmiştim. Orta sınıfların düşük gelirli mahallelere kâr için yatırım yapma ya da yerleşme arzusuyla başlayan bir süreçti. Bu klasik soylulaştırma süreci temelde; yatırımdan uzak alanlardaki konut stokunun rehabilite edilmesi, emlak fiyatlarının artması ve mülkiyetlerin bir bir el değiştirmesi gibi dönüşümlerle tanımlanabilirdi. Ancak neoliberal yeni kentte, soylulaştırmanın aktörleri sadece eski, köhnemiş işçi konutlarını satın alan ve restore eden orta sınıf ailelerle ve sanatçılarla mı kısıtlı?

Mahallede gördüğümüz birkaç yeni sanat galerisi, butik ve kafeterya belki de gelen daha güçlü bir yerinden edilme dalgasının sinyalleridir. Yerel marketlerin, dükkânların bir bir kapanmaya başladığı Dolapdere’de, oto tamircisine komşu açılan bir müzayede salonu: Kim kaybedecek dersiniz? Muhtemelen gelecek ikinci ve üçüncü soylulaştırma dalgalarını düşündüğümüzde bu savaşın pek de adil olmadığını söyleyebiliriz. Hemen yakınında başlayan bir kentsel dönüşüm projesi, yatırımcı şirketlerin yeni plazaları… Sermaye ve devlet eliyle gelen soylulaştırmanın bireysel ataklardan çok daha hızlı sonuç vereceği açıktır.

Soylulaştırma süreçleri, büyük ekonomik ve politik yeniden yapılanmalarla birlikte şekil değiştirdi. Bu değişiklikler arasında devlet müdahalesinin şiddetli bir biçimde geri dönüşü de var. Sosyal/refah devleti (wellfare state) yani kamusal yatırımlarla sosyal mekân eşitliği sağlamakla yükümlü olan modelin yerini girişimci devletin (workfare state) aldığı bu yeniden yapılanmayı neoliberalizmle birlikte ele alabiliriz.

Kent toprağını bir yatırım aracı olarak gören ve sermayenin birikimini kente aktaran bu model, kentleri yeniden-yıkarak yapma dönüşümlerini başlattı. Kamu ya da özel geliştiriciler tarafından hızla inşa edilen yenileme ve dönüşüm projeleri ikinci ve üçüncü dalga olarak tanımlanmaktadır. Böylece soylulaştırma tehlike altında olmadığı düşünülen bölgelere dahi sıçramıştır.[1]

 

Yaftalanmış Mekânlar

Merkezî ve yerel yönetimler, arazi sahipleri, yatırımcılar ve kimi meslek insanları… ittifak oldukça güçlü. Söylemlerse her bölgede neredeyse aynı; asayiş sorunları, doğal afet tehdidi ve çarpık kentleşme…

Yoksul mahalleler için sunulan kamu hizmetlerinin planlı daralması hatta çekilmesi, bunun yerini cezai uygulamaların almasıyla başlayan süreç; kent içinde artık ‘istenmeyen’ alanlar üretmektedir. Suç oranlarının arttığı, fizik mekân şartlarının kötüleştiği bu yaftalanmış mekânlarda aynı zamanda sistem için sorun teşkil edebilecek sosyal bir birikme de yaşanmaktadır.

Fransız sosyolog Waquant’ın “kent paryaları” olarak da tanımladığı bu yaftalanmış mekanlarda ‘suç’ kendiliğinden mi üretilmektedir? Waquant ‘suç’un kaynağını; ekonomik ve sosyo-politik değişimlerin, Avrupa ve Amerikan şehirlerindeki mülksüz gençlere son yıllarda uyguladığı yapısal şiddetin sosyolojik bir tepkisi olarak açıklamıştır. Bu şiddet aslında ‘yukarıdan gelmekte’ ve işgücünün parçalanması, kitlesel işsizlik ve bunun geçici geri işleri beslemesi, yoksul mahallelere itilme, günlük hayatta yaftalama şeklinde bileşenleri bulunmaktadır.

Bu bileşenlerin belki de en önemlisi aynı bölgede yaşayan etnik gruplara uygulanan ayrımcı politikalardır. Etnik-ırksal tahakküm mekân üzerinden de şekillenir. Bulunulan ‘yer’; bir kimlik öğesi ve referans olmaya işaret ediyorsa bir ‘yer’de toplanan insan grubu, sadece mekânı değil aynı zamanda kimliği de savunmaya geçer.

 

 

Los Angeles: “No housing, no peace”

Amerikan şehirlerinde “black lives matter” sloganıyla bütünleşen ve gitgide büyüyen hareket; siyah ve Latinlere uygulanan polis şiddeti, büyüyen işsizlik, sağlık sistemindeki çöküşle alevlenmiş olmakla birlikte aslında 1960’lardan süregelen bir mekânsal ayrımcılık üzerinden de ilerliyor. Son yıllarda Amerikan şehirlerinde birçok mahalle ‘konut hakkı’ temalı örgütlenmelere ve protestolara sahne oldu. Los Angeles, yerel yönetim ve yatırımcıların işbirliği ile sakinlerini mülksüzleştirerek ‘geliştirilen’ şehirlerin belki de başında geliyor. Şehirde başlayan protestolar son günlerde giderek büyüdü ve kent hareketlerinin bu gösterilerde başı çektiğini söyleyebiliriz.

Los Angeles’ta yerel yönetimler, genelde tarihî kent merkezlerinde ya da yakın çevresinde eskimiş ve köhnemiş alanları yenilemek, bu bölgelerde güvenliği sağlamak ve sosyo-ekonomik dokusunu iyileştirmek adına birtakım kentsel dönüşüm kararları üretmektedir. Sonuçlarının çarpan etkisiyle yayıldığı bu kararlar beraberinde karşılanamaz yaşam maliyetlerini ve kimlik kaybını getirir.

Los Angeles’ta birkaç konut ve mahalleyle başlayan bu sürecin giderek yayıldığı ve siyah, Latin topluluklar için bir adaletsizlik zemini inşa ettiği açık. Konut arzına yönelik kapsamlı politika değişiklikleri ve uygun fiyatlı konutları koruyacak dönüşüm kararları olmadığı takdirde eşitsizliğin tersine çevrilmesi pek de mümkün gözükmüyor. Echo Park, Highland Park, Boyle Heights ve şehir merkezi dahil olmak üzere Los Angeles’taki kilit alanlarda soylulaştırma bir salgın haline geldi. Yayılmaya devam ediyor.

 

‘Yer’i Savunmak: Boyle Heights

Los Angeles şehrinde son zamanlarda hiçbir planlama ve tasarım süreci soylulaştırma kavramı göz ardı edilerek konuşulamaz hale geldi. Yerel sakinlere hizmet etmeyen ve dışarıdan kullanıcı çeken her işletme boykot ve protestoların hedefinde. Tarihi mahallelerin çehresini sanat galerileri, müzayede salonları, bohem atölyeler ve duvar boyamaları ile değiştiren sanatçılar ‘soylulaştırma ajanlığı’ ile suçlanıyor. Artık artwashing de denilen bu kavram, 2016 yılında Boyle Heights’ta başlayan protestolarda üretildi. Protestocular, sanat galerilerinin gelmesinin yerel dükkanları ve hizmetleri zorladığını, emlak fiyatlarını artırdığını söyledi. Dahası bu, geliştirilmek üzere bir alanda ‘yıkama’ yapan emlak şirketlerinin kasıtlı bir politikasıdır. Yazının bu bölümünde; ‘yaratıcı sınıfın’, bölge sakinlerinin yaşam hakkını tehdit etmeden nasıl faaliyet göstermeleri gerektiğiyle alakalı rehberlerin dahi hazırlandığı bir mahalle olan Boyle Heights’ı ve ısrarlı mücadelesini ele almak istedim.[2]

Boyle Heights için belki de şehirde Amerikan ‘kara kuşağının’ kültürel değerlerinin mekânla en çok iç içe geçtiği mahallelerden diyebiliriz. Kültürel öneme sahip duvar resimleri siliniyor, yerel dans ve müzik mekânları birbiri ardına kapanıyor ve kiracılar zorla tahliye ediliyor. Defend Boyle Heights (DBH) ise bölgede sürekli artan bu dalgaya yanıt olarak kurulmuş bir dayanışma ağı olarak günden güne büyüyor.

 

 

Galeri açılışlarını yumurta atarak protesto eden DBH aktivistleri, yerel bir gazeteye röportaj veren ünlü gayri menkul yatırımcısı tarafından “beyaz ve sanat düşmanı” ilan edildi. Ancak Boyle Heights’ın 25 yıllık sakini, “Mahallemizin bazı bölümlerinin daha hoş görünmesini ve sanatsal faaliyetlerin artmasını seviyoruz. Ancak bu yeni ve parlak blokların arkasında, ailemizin ve arkadaşlarımızın artık yaşamadıkları konutlar var,” diyerek apaçık olan bu gerçeği özetliyor. Belki bizim de Tophane, Dolapdere, Yeldeğirmeni gibi bölgelerden pay biçebileceğimiz bu değişimler artık Boyle Heights için pek de göz ardı edilebilir durmuyor.

Yeni nesil kahve dükkânlarının boykotu, butiklere, galerilere yönelen protestolar: Boyle Heights’ta soylulaştırma ile mücadele bunlarla mı sınırlı?

Gayrimenkul yatırımcıları için bölgenin sürekli artan bir piyasa değeri olduğu çok açık. Dolayısıyla hareket; bireysel teşebbüslere olduğu kadar kamu-özel işbirliği ile gelen kapsamlı dönüşümlere de karşı durmaya çalışıyor.

Geçtiğimiz Aralık ayında diğer mahallelerde faaliyet gösteren anti-gentrifier hareketler ve DBH 75 yıllık Highland Park Noel Geçit Töreni’nde yürüdüler. Bu kitlesel yerel yönetim etkinliğine açıkça soylulaştırma karşıtı bir siyasi mesaj getirdiler. DBH, etkinlikte okuduğu açıklamada “Tek endişesi kazanabileceği para olan ve kimi kaldırıma savurduğunu düşünmeyen Charles gibileri mahallelerimizden bizi kendi başımıza gönderemeyecekler. Aldattığı kiracıların örgütlü olduğunu açıkça bilmelidir,”[3] diyerek bölgedeki konut projelerinin yatırımcısını da hedef almıştır.

Dayanışma ağının yerel sakinlerle haftalık düzenlediği toplantılara katılımın gün geçtikçe arttığını ifade eden komite temsilcisi E. Urribe, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Mahalledeki herkes, kendisinin, farklı renkteki ve paralı bir kiracıya verilmek üzere dairesinden çıkarıldığını bilir. Bu, adil konut hakkına aykırı. Birileri bu savaşa girmeli.”

‘Yer’in savunucuları bir yandan yerel yönetim ve şirketlerle mücadele ederken diğer yandan da konut projelerin yıldız mimarına karşı “Gil Cedillo put me out here!” isimli bir kampanya başlattı. Mimarın yenileyerek satışa sunduğu konutların karşı kaldırımlarına bırakılan eski mobilyalar yerlerinden edilmiş Latin ve siyah ailelere ait.

Gerek New York, gerekse Los Angeles’ta gelinen duruma bakılırsa, Birleşik Devletler’deki planlama sürecinde kimin kaybettiği açıktır. Kamusal mekânda adaletsizlikler, sosyal konut rezervlerindeki hızlı erime ve yaftalanmış mekânlarda yaşayan sınıflar ve kimlikler…

İşsizlik, evsizlik, zorunlu göçler ve işgallerle yerinden edilen toplulukların, mekân üzerine kurgulanan kolektif hafıza deneyimleri derinden sarsıldı. Barınması için gösterilen yeni yerlere ait olmayan bu sınıf ve kimliklerin yabancılaşma hissiyle baş başa kalması kaçınılmazdır. Butler ve Athanasiou, Mülksüzleşme kitabında bu itilmenin bir direnişe nasıl evrildiğinden bana kalırsa çok yerinde bahsetmişler: “Kişi gördüğü, hissettiği ve öğrendiği şeyin uyandırdığı duygularla hareket ettiğinde kendini hep başka bir yere, başka bir sahneye ya da merkezinde olmadığı bir dünyaya savrulmuş halde bulur. Mülksüzleşmenin bu türünü eyleme ve direnişe, ötekilerle birlikte görünür hale gelerek adaletsizliğe son verilmesini talep etmeye yol açan bir duyarlılık biçimi olarak değerlendiriyoruz.”

Bu, kaldırımlara mobilyalarımızın bırakıldığı ilk yer değil ve son olmayacak, biliyoruz. Meydanlarımız, parklarımız, mahallelerimiz; artık ait olduğumuz toplulukla buluşamadığımız tüm alanlarda soracağız, “kimin bu sokaklar, alanlar, kentler?’’…

 

politeknik.org.tr

 



[1] Devlet eliyle gelen soylulaştırma süreçlerine Türkiye’den örnek verecek olursak 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun ve 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’dan, yenileme yasasından söz edebiliriz. Bu yenileme yasasının uygulamalarına aşina olduğumuz yerler ise Sulukule, Tarlabaşı, Ayvansaray… Gerek fizik mekânda gerekse de sosyal yapıda ciddi hasarlara yol açan bu uygulamalar, tarihî kent merkezlerindeki düşük gelir grubunu kent çeperlerine itmekten ve kentsel dokuyu bozmaktan başka bir sonuç getirmemiştir.

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/05/20120531-1.htm

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2005/07/20050705-1.htm

[3] Charles Quarles, son 30 yıldır Los Angeles’ta lider gayrimenkul geliştirme firmalarından biri olan Bedford Şirketler Grubu başkanıdır.

Hukuksuz şekilde yerinden edilmeye çalışılan bir kiracının zorla tahliyesi sırasında Los Angeles Kiracılar Birliği (LATU) ile DBH örgütünün düzenlediği ortak bir eylem. Eylemciler ile polis karşı karşıya. https://tribuneofthepeople.news/2020/06/12/los-angeles-tenants-union-and-activists-stop-illegal-evictions/ 

kentsel dönüşüm, mimarlık ve suç