Paskalya Adası’ndan sökülen dev taş heykellerden (moai), 2,4 metre boyutundaki Hoa Hakananai’a, British Museum, 2018. Fotoğraf: Dan Kitwood. Hoa Hakananai’a, “kayıp ya da çalınmış dost” anlamına geliyor.
Hoa Hakananai’a, Paskalya Adası’nın dev taş heykelleri arasında en önemlilerinden biri, ancak 150 senedir British Museum’da bulunuyor. Rapa Nui yerlilerinin yaşadığı Paskalya Adası valisi Tarita Alarcón Rapu’nun girişimleri başarıya ulaşırsa bu durum değişecek. Geçen hafta Ada’dan bir heyet Birleşik Krallığa gelerek British Museum’u ziyaret etti. “Siz Britanyalılar, ruhumuzu elinizde tutuyorsunuz,” diyen Vali Rapu, heykeli hayatında ilk defa görüyordu.
Hoa Hakananai’a heykeli etrafında dönen tartışmanın merkezinde kültürel mülkiyet meselesi yatıyor: Eski sömürgelerden ve dünyanın başka yerlerinden alınmış olan nesneler, eski emperyal devletlerin müzelerine mi aittir? Rapa Nui halkı bu soruya elbette olumsuz cevap veriyor. British Museum heykeli elinde tutmakla, kendisine ait olmayan bir kültürel, tarihsel ve manevi miras unsuruna sahip çıkıyor onlara göre.
Paskalya Adası sakinleri bu yaklaşımlarında yalnız değil. Adalıların heykelin iadesini talep etmesinden birkaç gün sonra, Senegalli ekonomist Felwine Sarr ile Fransız tarihçi Bénédicte Savoy, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un görevlendirmesiyle yazdıkları kültürel mirasın iadesi raporunu yayınladılar. Sarr ile Savoy’un değerlendirmesine göre, Afrika’ya ait sanat eserleriyle eski eserlerin yüzde 90’ı halihazırda Afrika’nın dışında bulunuyor. Rapora göre bu eser ve nesnelerden 69 bini British Museum’da tutuluyor. Afrika sanat eserlerinin çoğu sömürgecilik döneminde, 1885-1960 yılları arasında alınmış. Hoa Hakananai’a heykelinin ait olduğu yerden alındığı tarih de 1868; heykel Britanyalı bir savaş gemisi kaptanı tarafından alınıp Kraliçe Victoria’ya sunuluyor, Kraliçe de daha sonra heykeli British Museum’a bağışlıyor.
Paskalya Adası’ndaki maoi heykelleri
Eserlerin iadesiyle ilgili tartışmalar da, müzelerin iade taleplerine direnmeleri de yeni değil. 2002 yılında önde gelen 18 Batılı müze “Evrensel Müzelerin Önemi ve Değeri” başlıklı bir bildiri yayınladı. Bildirinin imzacılarından British Museum özelinde, bu belgeyi, kısmen de olsa Yunan hükümetinin Parthenon mermelerinin iadesi taleplerine bir cevap olarak okumak mümkün. Bildiri, “kati surette durdurulması” gereken yağma ve eski eser kaçakçılığını kınamakla birlikte, “bütün insanlığa hizmet eden” bir kurum olarak tarif ettiği “evrensel müze” kavramını diriltiyor.
Bildiri metnine göre, eserlerin alındıkları ülkelere iadesi, “çok çeşitli ve çokyönlü koleksiyonlara sahip müzelerin odağını daraltacak”tır. Başka kültürlerden alınmış sanat eserlerine ve eski eserlere ev sahipliği eden büyük müzeler, bildiriye göre, nesnelerini geri isteyen Rapa Nuilerin, Afrikalı veya Yunanların dar “korumacılık” anlayışına karşılık, hümanizm ve enternasyonalizm gibi Aydınlanma değerlerini temsil etmektedir.
“Evrensel müze” kavramı “küresel nesne” terimiyle benzerlik taşıyor; British Museum gerçi terimi özellikle kullanmıyor ama 2002 tarihli Bildiri metninde öne sürülen savların altında bu terimin yattığı söylenebilir. “Küresel nesne” demek, sözgelimi Hoa Hakananai’a heykeli gibi nesnelerin bir ülkeye veya bir halka ait olduğunun düşünülememesi demek. Bu tanım çerçevesinde “evrensel müze” de bu “küresel nesneleri” koruyor, bakımlarını üstleniyor ve onları küresel bir izleyici kitlesinin erişimine açıyor – tabii, ağırlıklı olarak Londra ve Paris gibi Batı kentlerini gezebilen bir küresel izleyici kitlesinin.
Böyle bir şeye inanmak çok zor tabii. Her şeyden önce, Bernard Cohn’un Kolonyalizm ve Bilgi Biçimleri: Hindistan’da Britanyalılar (1996) başlıklı kitabında öne sürdüğü gibi, sömürgelerdeki geleneksel veya dinî nesnelerin, hatta gündelik hayata ait sıradan nesnelerin, teşhir edilecek “sanat eserleri”ne dönüştürülmeleri, kolonyal tahakküm ve kontrol yapısının can alıcı bir unsuruydu. Cohn’un dediği gibi, bu dönüştürme, “Hindistan ile Batı arasında kalıcı bir yapısal ilişkiyi yerleştirdi. Avrupa ilerliyorken, Hindistan durağandı.” Hindistan daima ilkel geçmişi, Britanya ise daima gelişen geleceği temsil ediyordu.
İkincisi, “Evrensel Müzelerin Önemi ve Değeri” bildirisinin temel aldığı öncülleri, metinde ortaya konan evrensel Müze fikrini ve kimseye ait olmayan küresel nesne mefhumunu kabul etsek bile, bu sözümona evrensel müzeleri kimlerin gezebildiği hâlâ bir soru işareti olurdu. Örneğin Birleşik Krallık İçişleri Bakanlığı’nın son dönemde Afrika ülkelerinden, Hindistan alt kıtasından, Küba, Vietnam, Fiji ve Tayland’dan yapılan turist vizesi başvurularını geçerli olmayan sebeplerle reddettiği iddia edildi. Genel olarak bakıldığında, Güney Asya veya Afrika kökenli nesneler yüceltilirken, tam da bu coğrafyalardan gelen insanlar, kültür tarihlerini ellerinde bulunduran ülkelere girişte ayrımcılığa maruz kalıyor.
Arkasında yatan yanılsamaları kaale almadan evrensellik iddiasında bulunan müze, basbayağı bir tahakküm ve iktidar kalıntısı olma tehlikesi taşır. Eski sömürgelerin yurttaşları nezdinde bu tür teşhirler, yağma ve talana dayalı haksız bir ihtişamın göstergeleridir. Britanya İmparatorluğu uzun zaman önce tarihe karışmış olsa da, dünya mirasını yalnızca Batı’nın hakkıyla koruyabileceği düşüncesi, imparatorluğun ahlaki yapısına işlemiş bir fikre işaret etmektedir: “küresel nesne”ye bakan izleyicilerin, onu yapmış olanlardan daha üstün olduğu fikrine.
Rafia Zakaria’nın 28 Kasım 2018’de Frieze’de yayınlanan Looted Art and the ‘Universal Museum’: Can 21st-Century Collections Ever Escape Colonialism’s Violent Legacy? başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.