Gus Van Sant, Elephant, 2003
1977 yılı Japonya’da gençler arasında kitlesel intiharın yaşandığı yıldı: resmî kaynakların verdiği sayı 784’tü. İnfial uyandırıcı olan şey, o sene yaz tatilinin bitiminde, hepsi de ilk öğretim çağında olan, daha kesin ifadeyle 13 yaşındaki çocukların peş peşe intihar etmiş olması. İnsanı asıl rahatsız edense, sayıdan ziyade, eylemin sebepsizliği ve anlaşılamazlığı: vakaların hiçbirinde, gerekçe veya sebep yoktu. Çocuklarla birlikte yaşayan yetişkinlerin nutku tutulmuştu; yaşanan şeyi öngörmekte, anlamak veya açıklamakta tamamen aciz kalmışlardı.
1983’te, Japonya’da bir grup ortaokul öğrencisi Yokohama’da bir parkta bir grup yaşlı evsizi öldürdü. Çocukların sorgu sırasında yaptıkları tek açıklama, öldürdükleri evsizlerin obutsu, yani pis olmalarıydı. 1970’lerin ikinci yarısından sonra geniş okur kitlesi kazanan manga çizgi romanlarında olduğu gibi, düşman kötü değil, pisti. Dünyayı belirsiz, karışık, tüylü ya da tozlu “atıklardan” arındıran temizlik, pürüzlerin olmadığı düzgün dijital yüzeylerin yolunu hazırlıyordu.
Avrupa ve ABD’de olduğu gibi Japonya’da da 1977 yılı modernliğin ötesine geçiş yılıydı. Avrupa’da Baudrillard, Virilio, Guattari ve Deleuze gibi yazarların felsefelerinde veya İtalya’da autonomia, Londra’da punk gibi kitlesel hareketlerin politik bilincinde bu geçişin ilk uyarıları verilmişken, Kuzey Amerika’da bu geçiş no wave adı verilen sanat ve müzik akımında ifade kazanan bir kentsel dönüşüm hareketi, bir kültürel patlama biçimini almıştı. Japonya’da ise aynı geçiş, hızla gündelik bir tecrübeye, kolektif varoluşun egemen biçimine dönüşen açıklanamaz bir gaddarlık olarak, dolayımsız biçimde kendini göstermişti bile.
1977’den itibaren Batı zihninin çöküşü, kesik kesik, alttan alta ve sinsi biçimde ilerledi ama milenyumun eşiğine gelindiğinde artık kontrol edilemez bir felaket gibi dosdoğru dibe vuran bir hız kazandı. 1977’nin bilincinin, üretim ve varoluş ritimlerindeki hızlanmada örtük bir tehlike ve bir olasılık olarak uyarıda bulunduğu şey, yeni binyılda vaka-i adiyeye dönüştü. Kopyalanan, çoğalan, toplumsal organizmanın tamamına bulaşan enformasyonları taşıyan birer virüse dönüşen belli olaylar bu geçişin işaretlerini veriyordu. On dokuz Müslüman gencin intihar eylemi sonucu bir toz bulutu içinde çöken İkiz Kuleler, yeni dönemi dev bir gösteriyle açan istisnai bir olay, en etkileyici imaj-olaydı kuşkusuz. Ama birkaç sene önce yaşanan Columbine Lisesi katliamı [1999] ondan çok daha tekinsiz bir mesaj veriyor olabilirdi, zira gündelik hayata, Amerikan hayatının olağan akışına işaret ediyordu: vaktiyle insanca olan her şeyle bağını kaybetmiş, ve artık tanımadığı duyguların yerini tutacak bir şeyler ararken tökezleyen bir insanlığın olağan hali.
Doğa bilimleri ve psikiyatri, psiko-bilişsel mütasyonun ilk video-elektronik nesli üzerindeki etkilerini hafife alıyor. Siyaset bu etkileri ya görmezden geliyor ya da siliyor; ama yeni milenyum toplumunda olup bitenleri bir nebze anlamak istiyorsak bakışımızı bu yöne, psikosfere odaklamamız gerek. Yirmi yıllık enformasyon istilası; sinirsel aşırı yüklenme; kitlesel psiko-farmakoloji; yatıştırıcı, uyarıcı ve öforik madde kullanımı; korkuya, yalnızlık ve endişeye çevrilen sosyal güvencesizlik, psikosferde belirginleşiyor. Bağlantılarla birleşmiş zihinde zaman ayarlı psiko-bombalar patlıyor. Etkileri öngörülemez.
Geç modernliğin kültürel fenomenolojisinde bu bahsettiğimiz mütasyon, 1960’larla 1970’lerden, 1980’lerle 1990’lara geçiş dönemine bağlanabilir. Hippi kültürüyle geçen yıllar toplumsalı erotikleştirme tasarısı, bedenler arasında bir evrensel temas projesi etrafında dönüyordu. Elektronik iletişim teknolojilerinin toplumsal dolaşıma dahil edilişine denk gelen geçiş döneminde punk fenomeni patladı. Punk, temasın yoğunluğunu kaybetmesi ve kentleşme sonrasının çölü karşısında ümitsiz bir haykırıştı, bir tür histerik özyıkımla tepki veriyordu. Postmodern ve hiperteknolojik boyuta geçiş ise, 1980’lerin başında new wave akımıyla ifade bulmuştu ki, bu akım en uç formunda no wave olarak tanımlıyordu kendini. No wave, hareketsizlik, veya dalgalanmanın olmadığı kesintisiz akış demek değil; tersine, dalganın bitimsizce parçalanması demek, nano-dalga demek, kas sistemindeki sonsuz küçük gerginlikler, algı altı ve kontrol edilemez mikro uyarılmalar demek. Sinir krizi. 1970’ler ile 1980’ler arasında kentleşme sonrası geçiş döneminin varoluşsal yaşantısını istila eden eroin, boşalamayan bu uyarılma durumuna uyarlanma sürecinin parçasıydı. Eroin, şalteri indirme, kesintisiz aşırı uyarılma döngüsüyle bağlantıyı koparma, gerilimi azaltma imkânı verir. Batı toplumunun kolektif organizması kitlesel eroin tüketimiyle bir yavaşlama yolu arıyor, ya da bunun tamamlayıcısı olan bir tarzda, hıza ayak uydurmak için kokaine bel bağlıyordu.
Burada yaşanan olgu, insan zamanını nörotelematik şebekenin mutlak ve kesintisiz sömürü rejimine –esnek çalışma rejimine– tabi kılmayı sağlayan infosfer hızındaki değişimdi.
Bifo’nun, Culture Machine dergisi “Biopolitics” dosyasında yayınlanan Biopolitics and Connective Mutation başlıklı yazısından seçilmiş pasajlar.