Hem Türkiye'de hem de dünyadaki televizyon yayıncılığında, melez bir anlatı türü olarak karşımıza çıkan reality show'lar önemli bir yere sahiptir; bir grup insanın uzak diyarlara ya da "insan dışı doğa"ya götürülerek doğayla ve birbirleriyle yarış içine sokulduğu Survivor da bu programların başını çekmektedir. Bir televizyon anlatısı olarak Survivor programının, "gerçeklik" bağlamında doğayı nasıl sunduğu ise bu çalışmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır.
Popüler kültür çalışmalarıyla bilinen Nurdan Gürbilek, televizyon ve reality show’lar üzerine Tayfun Atay'a verdiği bir söyleşisinde, Türkiye'de 1980'lerde, daha çok meşhur insanlar üzerinden giden bir durumun söz konusu olduğuna dikkati çekerek, yakın zamanda bu durumun "sıradanın popülerleşme isteği" ile değiştiğini belirtmektedir.[1] Sıradan olanın da artık bu görüntü dünyasından payını istediğini dile getiren Gürbilek, mevcut durumu, "Sıradanın kamusal alanı istila etmesi" olarak tanımlamaktadır. Biri Bizi Gözetliyor, Gelinim Olur musun? gibi reality show'ları örnek gösteren Gürbilek, "Şimdi bu programlar üzerine konuşanlar bunların toplumu yansıttığını söylüyorlar. Ama ben toplumu yansıtmaktan çok, toplumu kurduklarını, sıradanlığın ya da bayağılığın bir şekilde kışkırtıldığını, kurgulandığını düşünüyorum," demektedir. Gürbilek, reality show'ların gerçeği yansıtıyor gibi görünse de, aslında gerçeği belli bir biçimde kurduğunu da savunarak, şunları dile getirmektedir:
İnsanlara bir format sunuyor, bir bağlam sunuyor. Sen böyle olursan, burada görünürsün, herkes seni seyreder, dolayısıyla da 'bayağılık üretim merkezi' gibi bir şey oluyor orası. Tamam; insanlarda bayağılığa bir yatkınlık olabilir, ama hiçbir insanın evinde o kadar bayağı olduğunu düşünmüyorum ben açıkçası. O tür programlarda özellikle skandal etkisi yapacak bir bayağılık ortaya çıksın isteniyor. Yani 'sıradanlığın skandallaşması' gibi bir şey söz konusu orada.[2]
Bu çalışma, Gürbilek'in, "Reality show'lar toplumu kuruyorlar," tespitinin, bu show'lar arasında en çok izlenenlerden olan Survivor için de geçerli olduğunu savunmaktadır. Öyle ki Survivor'daki doğa tasarımına ve insan-doğa ilişkisine odaklanan bu çalışma için, Gürbilek'in tespiti şu belirlenim üzerine düşünmenin önünü de açmaktadır: Survivor'da izleyiciye sunulan "doğa", bildiğimiz manada bir doğayı "yansıtmakta" mıdır, yoksa onu "kurmakta" mıdır? Bu çalışma, tam da bu soruya bir yanıt aramakta ve vermektedir.
Survivor çekim ekibi
Onlarca ülkede yayınlanan ve yayınlandığı her ülkede yüksek reyting oranları yakalayan Survivor isimli program, çıkış noktasını ya da öyküsünü Daniel Defoe'nun Robinson Crusoe ve Johann R. Wyss'in İsviçreli Robinson Ailesi adlı romanlardan almaktadır; zaten programın ilk adı da Expedition Robinson'dur. Wyss'in romanı, Defoe'nunkinin bir versiyonu olarak kabul görmektedir. Yani hikâyenin temeli ve orijinali Defoe'nun Robinson Crusoe'sunda bulunabilmektedir. Sonradan Survivor adını alan yarışmanın öyküsüne bakıldığında ise adalara "götürülen" yarışmacılarınkiyle ıssız bir adaya "düşen" Defoe'nun romanının baş kahramanı Robinson Crusoe arasında bir kader ortaklığı yakalamak mümkündür. Bu ortaklık, onların bir mekân olarak "vahşi doğa"da bulunmalarının da ötesinde, daha çok bu doğayla kurdukları ilişkide kendini açığa vurmaktadır. Çalışmada, Survivor'daki yarışmacıların doğayla kurdukları bu ilişki çerçevesinde doğanın nasıl tasvir edildiği incelenmektedir.
Sömürgeci için, "vahşi doğa" ve bu doğayı mesken edinen yerliler, uygarlık çürümüşse asildirler; yok eğer uygarlık değer âlemi olarak kurgulanıyorsa da düşük vahşilerdirler. "Vahşi doğa" ya da bir diğer deyişle aklın ve uygarlığın düşük karşıtı olarak görülen bu bölge, geleneksel olarak kültürden yoksun olan ve sömürgeciliği davet eden bir çorak ülkedir. Öyle ki ona "kimsesiz toprak" adı verilir ve hayvanların, kadınların, vahşilerin ve insan psişesinin düşük tarafının bulunduğu yabancı, ürkütücü ve düzensiz bir âlem olarak görülür.[3] Survivor söz konusu olduğunda, yarışmacıların götürüldüğü adalar (ya da "vahşi doğa") tam da bu haliyle sömürene açılan bir alan gibidir. Bu açıdan Survivor, "vahşi doğa" vurgusunu derinleştiren bir reality show olarak karşımıza çıkmaktadır.
Modern doğa anlayışı, her şeyden önce insan ve doğa arasına bir sınır çizmektedir; bu sınır doğrultusunda insan kimliği "doğanın dışında" kurgulanmaktadır. Doğa, aklın dışlanan ve değersizleştirilen karşıtı olarak anlam bulabilmekte[4]; daha doğrusu, bir anlam yitiminin kurbanı olmaktadır. Bu doğa anlayışı, doğayı insanın hizmetine koyarken, onu, amaçlarının aracı olarak görmekte, arka plana atarak da onu çöplükleştirmektedir; ve nihayet doğa, bu anlayışta, radikal bir dışlamaya maruz kalmaktadır.[5] Bu çalışma, Survivor'da tasvir edilen ve izleyiciye sunulan "doğa"dan yola çıkarak, onun da doğayı bu yönlü ele aldığını savunmaktadır.
Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. “Anlatı ve Gerçeklik İlişkisi Bağlamında Reality Show” başlıklı ilk bölümde, televizyonda bir anlatı türü olarak reality show'ları anlamak için anlatı konusu tartışmaya açılmaktadır. Anlatı kuramı ve televizyon anlatısının özelliklerinin ele alındığı ve medya ve anlatının olanaklarına değinildiği ilgili bölümde, anlatısını gerçeklik üzerinden temellendiren bir televizyon anlatı türü olan reality show'u daha iyi kavramak için gerçeklik ve belgesel ilişkisine ve devamla da melez bir tür olan reality show'lara bakılmaktadır.
“İnsan-Doğa İlişkisi Bağlamında Reality Show” başlıklı ikinci bölümde ise öncelikle felsefi bir sorun olarak "doğa" konusuna ilişkin yaklaşımlar sunulmaktadır. İlkçağ filozoflarından yakın dönem düşünürlerine dek ortaya atılan tartışmaların yer verildiği bölümde, "doğa"ya farklı yaklaşım biçimleri derinleştirilmekte; insan ve doğa ilişkisini anlamada kurucu bir unsur olan "rekabet" düşüncesi ele alınmakta ve buradan da reality show, doğa ve insan konusu tartışmaya açılmaktadır.
Çalışmanın son bölümü, “Survivor'da Doğa Tasarımı ve İnsan-Doğa İlişkisi” başlığını taşımaktadır. Çalışmanın bu bölümünde, Survivor isimli reality show'da nasıl bir doğa tablosu çizildiğine ve insanın tasvir edilen bu doğayla nasıl bir ilişki içinde resmedildiğine bakılmaktadır. Yine, Survivor'ın hikâyesini aldığı kült bir roman olan Robinson Crusoe da üçüncü bölümün odağında durmaktadır. Öyle ki Survivor ve Robinson Crusoe'daki doğa tasarımı ve insan-doğa ilişkisi tasviri, bu bölümde karşılaştırmalı bir şekilde ele alınmaktadır. Çalışmanın “Sonuç” kısmında ise Survivor özelinde yapılan incelemeler ile "doğa"nın ve nihayetinde insan-doğa ilişkisinin medyada nasıl temsil bulduğuna dair genel bir değerlendirme yer almaktadır.
Survivor programı –daha önce de belirtildiği üzere– onlarca ülkede yayınlanmaktadır. Ülkelere göre program formatında radikal değişiklikler söz konusu değildir. Türkiye örneğinde bu değişim, yarışmacıların adalarda kalıp kalmamasının önkoşulu olan oylama sistemindeki bazı değişikliklerde ve yarışlarda verilen ödüllerde kendini göstermektedir. Bunun dışında hemen her yarışmada yaşananlar bir tekrardan ibarettir: Adalara götürülen yarışmacılar büyük para ödülünü kazanabilmek için düzenlenen "ödül oyunları"nı kazanmaya ve elenmeden adalarda "vahşi doğa" koşullarında "yaşam mücadelesi" vererek kalmaya çalışmaktadırlar.
Çalışmada, anlatı ve tür konusuna, yine insan-doğa ilişkisine dair literatür taraması yapılmıştır. Çalışma özelinde Survivor'ın 2013 yılında yayınlanan "Survivor Ünlüler Gönüllüler 3" adlı sezonu ele alınırken; bu sezondaki 7 bölümün detaylı incelemesi yapılmış̧ ve ilgili bölümlerin videolarına bakılmıştır. Gerekli görüldüğü yerlerde programın diğer sezonlarındaki farklı bölümlere de bakılarak örnekler alıntılanmıştır. Yine, Survivor ile ilgili çıkan haber, yazı ve makalelere de başvurulmuştur.
Bu çalışmada, Teun Van Dijk'in medya metinlerinin yapılarını açıklama amacı taşıyan eleştirel söylem analizi kullanılmıştır. Söylem analizi, dilin incelenmesine dayalı bir yöntemdir ve sadece dilin biçimsel yönüne odaklanmaz. Teun Van Dijk, dil çalışmalarında ağırlığı sözcüklerin incelemesinden, yapıların ve işlevlerin çözümlemesine, yani söyleme kaydıran bir yaklaşım sunmaktadır. Ona göre eleştirel söylem analizi içinde medya söylemlerine bakıldığında, cinsiyetçi, ırkçı vb. imajlar, metinlerde, fotoğraflarda veya görüntülerde ortaya çıkabilmektedir. Çalışmada, Survivor'ın ilgili bölüm incelemeleri, yine yarışmaya ilişkin çıkan haberler ve yarışmacıların verdikleri demeçler bu yöntem ile incelenmiştir.[6]
Yazar: Ebubekir Avcı
Danışman: Doç. Dr. Mehmet Özçağlayan
Yer Bilgisi: Marmara Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Gazetecilik Anabilim Dalı / Genel Gazetecilik Bilim Dalı
Türü: Yüksek Lisans
Yılı: 2015
[1] Tayfun Atay, “Arzu ve Hınç: Popüler Kültürün İki Yüzü”, Nurdan Gürbilek ile söyleşi, Picus Dergisi, Panzehir Eki (Aralık 2004).
[3] Val Plumwood, Feminizm ve Doğaya Hükmetmek, çev. Başak Ertür (İstanbul: Metis, 2004), s. 221.
[6] Tezin “giriş” bölümü için yazara teşekkür ederiz – e.n.