Nazilerin büyük kitlelere ulaşmak için kullandıkları en etkili propaganda araçlarından birisi filmdi: Hitler’in montaj ustası yönetmen Leni Riefenstahl’e sipariş ettikleri başta olmak üzere, uzun metrajlı filmler, kısa filmler, haber filmleri... 1934’te Nürnberg’de düzenlenen görkemli Nazi Partisi Kongresi’ni konu alan Riefenstahl’in Triumph des Willens (İradenin Zaferi, 1935) başlıklı filmi, hareketli kamera kullanımıyla, havadan çekimleriyle, miting konuşmalarıyla ustaca harmanlanmış fon müziğiyle ve etkileyici kurgusuyla Nazilerin iğrenç amaçlarına hizmet etmiş ama bir yandan da sinema tarihinde yerini almıştı.
Alexander Kluge ve Peter Schamoni’nin 1960 tarihli kısa belgeseli Brutalität in Stein (Taşa Sızan Zulüm), Alman toplumunun Nazi geçmişini unutmaya çalıştığı yıllarda yakın tarihe dair hafızayı uyandırırken, bir yandan da Genç Alman Sineması’nın yolunu açıyordu.[1] Adeta film şeridine kaydedilmiş bir başkaldırıydı. Belgesel, Hitler’in mimarlığa dair savını alıp, yarattığı dehşeti yansıtmak için kullanıyordu; konusu binalardı. Hitler’e göre her büyük dönem “değerlerinin nihai ifadesini” binalarında bulurdu.[2] Taşa Sızan Zulüm, kimisi inşa edilmiş kimisi tasavvur edilmekle kalmış Nazi dönemi binalarını yeniden ziyaret ediyor. Film kısa bir açıklamayla başlıyor:
Tarihten bize kalan her bina, artık eski işlevini göremez olsa bile, yaratıcısının ve döneminin ruhunu yansıtır. Nasyonal Sosyalist Parti’nin terk edilmiş binaları, taştan alametler olarak, Alman tarihinin en dehşet verici felaketine yol açan o devrin anılarını canlandırıyor.
Belgeselde Nürnberg’deki binalara ve Hitler’in Berlin için tasavvur ettiği devasa ölçekli binaların çizimlerine ve maketlerine ait görüntüler çarpıcı ses kayıtlarıyla eşleştiriliyor: Hitler’in konuşmalarından pasajlar, SS’lerin ayak sesleri, Auschwitz komutanı Rudolf Höss’ün anılarından tüyler ürpertici alıntılar, Nazi gençlik korolarının kayıtları, zamanında radyoda yayınlanmış bildirilerden parçalar, hatta İradenin Zaferi’nden alınma tezahürat. Bu fragmanlar toplumun yakın geçmişte yaşadığı kabusu diriltiyor. Unutmama, unutturmama iradesini ortaya koyuyor.
Alexander Kluge (d. 1932) aslında hukuk doktoru. Frankfurt Üniversitesi’nde öğrenimini sürdürürken Theodor Adorno ile tanışıyor; derken aynı üniversitenin bünyesindeki Frankfurt Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün hukuk danışmanı oluyor, devlete karşı açtıkları davalarda Adorno ve Max Horkheimer’i temsil ediyor. Bir yandan da hikâyeler yazmaya başlıyor, sinemaya ilgisi uyanıyor. Adorno her ne kadar Kluge’nin yeni meraklarını desteklemese de, 1958’de onu Fritz Lang’la tanıştırıyor.[3] Sonrası, bugünlere kadar süren canlı bir sinema, televizyon, edebiyat ve kuram üretimi...
Peter Schamoni ile kotardığı Taşa Sızan Zulüm Kluge’nin ilk filmiydi. Prömiyeri 1961’de Oberhausen Uluslararası Kısa Film Festivali’nde yapıldı. Kendi yazdığı bir hikâyeden uyarladığı Abschied von Gestern (Dünü Geride Bırakmak, 1966), yönetmenliğini yaptığı 15 uzun metrajlı filmin ilkiydi ve Venedik Film Festivali’nde ödül aldı. Kluge’nin iki romanı, yüzlerce hikâyesi ve eleştiri yazısı yayınlandı. 1986’dan beri film yönetmeyen Kluge haftalık televizyon programları yapıyor. [MY]
[1] Eric Rentschler, “Remembering Not to Forget: A Retrospective Reading of Kluge’s Brutality in Stone”, New German Critique, sayı 49 (Kış 1990) s. 23-41.
Kluge, 1962 tarihli Oberhausen Manifestosu’nun yazılmasında başı çekmişti. Manifesto geçmişle yüzleşmeyerek ticarileşen savaş sonrası Almanyası’nın yozlaşmış film endüstrisinden kopuşu ilan ediyor, bağımsız Genç Alman Sineması ya da Yeni Alman Sineması’nı başlatıyordu. Fassbinder, Herzog, Schlöndorff, Wenders gibi 1970’lerde küçük bütçeli filmleriyle uluslararası üne kavuşan Alman yönetmenler, bu grubun içinden çıkacaklardı.