Svetlana Boym Hayatını Kaybetti

8/8/2015 / skopbülten

 

Svetlana Boym (1956-2015)

 

Harvard Üniversitesi’nde Slav Dilleri ve Karşılaştırmalı Edebiyat profesörü olan Svetlana Boym, 5 Ağustos günü, elli altı yaşındayken hayatını kaybetti. Svetlana Boym, özellikle Vladimir Tatlin, Kazimir Maleviç, İlya Kabakov, Viktor Şklovski, Osip Mandelştam ve Joseph Brodski’nin eserleri üzerinden sanat ve politika ilişkisine odaklanan çalışmaları ve kendi geliştirdiği off-modern [sapa-modern, modern-civarı] kavramıyla tanınıyordu. Boym’un, akademik çalışmalarının yanı sıra, Lenin’i Vuran Kadın başlıklı bir oyunu ve Ninoçka adlı bir romanı bulunuyor. Boym ayrıca, aralarında kendi fotoğraflarının da bulunduğu pek çok sergi düzenlemişti. Türkçede yayınlanmış eserleri: Tırnak İçinde Ölüm ve Nostaljinin Geleceği.

Aşağıda, Svetlana Boym’un mimarlıkta off-modern kavramı üzerine yazdığı bir metinden pasajlar sunuyoruz. Kaynak: “Architecture of Adventure and the Off-Modern”, Architecture of the Off-Modern içinde (Buell Center / FORuM Project ve Princeton Architectural Press ortak yayını, 2008) s. 4-6.

 

Maceranın ve Sapa-Modernin Mimarisi

Şu tuhaf kent peyzajına bir bakalım: St. Petersburg’un nehir kenarlarında, tarihî Petropavlovskaya Kalesi’nin kuleleri, Vladimir Tatlin’in Üçüncü Enternasyonal Anıtı’yla (İnsanlığın Kurtuluşu Anıtı veya sadece Tatlin Kulesi olarak da bilinir) ahenkli bir bütün oluşturuyor. Bu, eski memleketimin –St. Petersburg, Petrograd, Leningrad– kusursuz bir görüntüsü: kentin gerçekte olduğu değil, olmuş olabileceği hali. Bu, avangard projelerin, tarihsel kent peyzajını dönüştürdüğü alternatif bir modernlik görüntüsü. ...

 

Takehiko Nagakura’nın Tatlin Kulesi (1999) adlı filminden bir kare. Yönetmenin izniyle, Svetlana Boym tarafından rengi değiştirilmiştir.

 

Modern mimarlığın asla gerçekleşmemiş farazi bir tarihini hayal etmek ne anlama gelir? Bu yamuk hamle, sanata ve teknolojiye, nostaljiye ve ilerlemeye, mimari hayal gücünün geleceğine dair anlayışımızı nasıl sarsar? Bunu anlamak için, Rus avangardının ikonlarından birinin, Tatlin’in dillere destan Kule’sinin geçirdiği mimari ve felsefi başkalaşımı inceleyeceğim; Tatlin Kulesi, modernliğin entelektüel tarihiyle ilgili sunmaya çalışacağım bu alternatif, “üçüncü yol” soykütüğünün temel taşı olacak. Bu yolu, postmodern yerine, “sapa-modern” olarak adlandırıyorum: “Sapa-modern”, kriz ve ilerleme mantığını takip etmektense, eleştirel modernlik projesinin yan yollarını ve yanlardaki potansiyellerini içeriyor. “İçerde” kalmak için can havliyle çabalayan post-eleştirinin “post”larından, “neo”larından, “avan”larından ve “trans”larından usandım.

20. yüzyılın başlarında pek çok kuramcı, ilerlemenin düz anlatısını “atlatıp” üçüncü yolları keşfetmenin hayalini kurmuştu: zikzaklar, sarmallar, çaprazlar, satrançtaki atın hamleleri. Sigfried Kracauer, Walter Benjamin, Hannah Arendt, Georg Simmel, Franz Kafka ve daha nicelerinin yazılarında, modernlik üzerine felsefi söyleme mimari biçimler nüfuz etmiştir. Tutulmamış bir yol vardır ki, bilhassa önemlidir: Rus formalist kuramının yolu, Viktor Şklovski’nin “atın hamlesi” diye ayrıksı bir tabirle söz ettiği, sanatsal yeniliğin yanlamasına yolu. Şklovski’ye göre, üçüncü yol düşüncesi ve atın hamlesi, bir uzlaşma olmak şöyle dursun, “cesurların azap yolu”dur; kullanım ve işlevle ilgili politik, teknolojik ve ekonomik anlayışlardan uzaktır ve mimari uzam ile edebiyat uzamı arasında ilginç bir ilişki önerir.

20. yüzyılın başlarında mimarlık, kimilerinin –Vladimir Mayakovski ve David Burliuk’un Halkın Beğenisine Şamar’daki sözlerini açarsak– “modernlik gemisinden” atmak istediği, çekişmeli bir kavram haline gelmişti. Sürrealist hareketten aforoz edilmiş mitograf George Bataille “mimariye karşı”ydı. Bataille, mezbaha gibi yarı-mitsel şiddet mekânlarını tercih ediyordu. Ona göre mimarlık, toplumların ve toplumsal hiyerarşilerin ifadesiydi; bu nedenle de, Bastille’de yapıldığı gibi, devrimci baskına maruz bırakılmalıydı.

Bataille’ın heretik modernist coşkusunu paylaşan biri olarak, ben “şeytanın avukatlığını” yapıp tam tersini savunacağım. Mimarlık, tam da toplumun maddi ifadesi olduğu için, Kracauer’in “varoluşsal topoğrafya” dediği, veya benim kültürel  bellekbilimi dediğim şey çerçevesinde incelenmelidir. Mimarlığın bir poiesis olma potansiyeli vardır – salt hiyerarşileri şeyleştirmekten ibaret olmayan, insan emeğini ve yapıtlarını yâd eden, kendi dolaysız işlevinin ötesine geçen, dünya kültürünün oluşumunda katkısı olan bir yaratım.

Mimaride beni ilgilendiren, sembolik formlar değil, üçüncü yol düşüncesinin anlatısal ve mekânsal yapılanışı: mimariyi, kuramı, modernist kurmacayı, felsefeyi, genelde entelektüel türlerin, düşünce sistemlerinin ve disiplinlerin çatlakları arasında kendine yer bulan kuramsal hikâye anlatıcılığının başka ayrıksı ve deneysel biçimlerini içeriyor bu. Bu düşünce biçimi sistem kurmakla ilgili değil, tasarı ve macera olarak hayatla ve sanatla ilgili. Edebiyat ve felsefe, potansiyel mekânlara dair pek çok model sağlıyor – ütopyalar değil, gelecek için modeller sunabilecek hayalî topoğrafyalar. Edebiyat ve felsefe, “kâğıt üstünde mimarlık” biçimleri olabilir.

Sapa-modern mimarlığı, bana göre, macera mimarlığıdır. Macera, adventure, kelimenin gerçek anlamıyla, meydana gelmek üzere olan bir şeyi ifade eder: à venir. Ama yıkıcı ya da mesihçi bir gelecektense, şimdinin görünmeyen zamansal boyutlarına götürür.

 

Svetlana Boym, Karma Ütopyalar (Kelebekle Tatlin), 2002-2007

Modernizm, mimarlık