/ Sürrealizm 1924-2014 / Gerçeküstücülüğün Kökenleri ve Başlangıcı

 

Philippe Soupault. Fotoğraf: Man Ray

 

Gerçeküstücülüğün etkisini yargılamak da, ölçmek de bana düşmez. Ben yalnızca tanıklık edebilirim. Daha başka? André Breton ve ben işareti verdiğimizden bu yana yakında elli yıl geçmiş olacak. Ve, Guillaume Appolinaire’in söylediği gibi, “anılar gürültüsünün rüzgârın içinde can verip yittiği av borusudur…”

Bir yandan belleğim güçlü değil, beri yandan da artık tıpkı küçük bir tarihî anıt gibi görülür olmaktan sık sık rahatsız olur oldum.

1968 yılında 1918’in “iklimini” anımsamanın çok zor olduğunu biliyorum. Savaş… yoğun propaganda… “Toprağın edebiyatçıları”… Eski muharipler… Zafer baba… Versailles antlaşması… Milyonlarca [sic] ölü… Sakatlar… Gazla zehirlenmişler… Yaralılar… Unuttuklarımı geçiyorum. Ama her şeyi unutamadım. Ve sonra doğuda Ekim ihtilali vardı, özünde olup bitenleri öğrenmememiz için sürekli kafa patlatılsa da bizim için düpedüz ihtilaldi. Doğrusunu söylemek gerekirse sisler içinde yaşıyorduk. Bununla birlikte “gizlice” başkaldırmaya başladığımı anımsıyorum. Bilinçsiz bir başkaldırı, eğer bu şekilde ifade edecek olursam. Burjuva çocuğu, torunu, küçük torunu olan benim için, başkaldırmanın bir yolu burjuvazi tarafından küçük görülerek aşağılanan şiire vermekti kendimi. Saflıktan mıydı acaba? Büyüme yaşlarımın sonuna doğru keşfettiğim Rimbaud’nun şiirleri belirleyici oldu. Sonra Guillaume Appolinaire’in ve beni derinden etkileyen Pierre Reverdy’nin şiirlerini okudum. Biraz daha sonra Isidore Ducasse’ın Maldoror’un Şarkıları ve Şiirler’i beni allak bullak etti. İşte o dönemde, Appolinaire sayesinde, André Breton’u tanıdım, benim dostum oldu ve beni Louis Aragon’la karşılaştırdı. Şiire olan tutkumuz –tutku en hafif tanım– karakterlerimizin ve kökenlerimizin farklılıklarına karşın aynı şairlere hayranlık duyuşumuz bizi birbirimize “yaklaştırdı”. İki yıl boyunca şiirin alanını çözümledik, tartıştık, araştırdık. O denli çok ve öylesine ki, Louis Aragon’un Lettres Française’de anımsattığı gibi, André Breton’la ben bir uçurumun kenarına kadar geldik. Umutsuzluk karşısında tek başımızaydık. Ve haklı olduğumuz için de, bizimle alay ediyorlardı. Bizim için her şey yitirilmiş görünüyordu zira şiiri bize önerilmiş veya kabul ettirilmiş haliyle bile kabul edemiyorduk. Bir zamanlar sevdiğimiz şairlerin girişimlerini yararsız buluyorduk.

Akşamdı. André Breton ve ben bu karanlıklardan ancak düşlerimiz sayesinde kurtuluyorduk. Düşlerimiz ve karabasanlarımız, belirgin hale getirmeye çabaladığımız anlatılara dönüşüyordu. André Breton’un bu dönemden birkaç yıl sonra Gerçeküstücülük Manifestosu’nda ifade ettiği gibi, o da ben de işte o sırada düşlerimizi yazmaya değil de birer kaçış olarak gördüğümüz şeyleri “yeniden üretme”ye kapıldık. Bizim için gerçek bir “aydınlanış” olan şeyi anımsıyorum. Deyimin olanca gücü içinde, o sözcüğün önerebileceğim bütün anlamları içinde tek sözcüktü bu. Bununla birlikte, kabul etmek gerekir ki bu bir deneyim oldu. O dönemden başlayarak otomatik yazı haline gelmiş olan yazının yalnızca deneme olduğunu asla unutamam. Ve daha sonraki bütün tanımların ötesinde gerçeküstücülük adı verilen şey başlangıçta yalnızca bir denemeler dizisiydi. Manyetik Alanlar adını verdiğimiz (neden o adı verdik şimdi anımsamıyorum) şeyin ilk sayfaları yazıldığında, André Breton ve ben, şaşkındık. Bir parça küçümseyerek ve sahte bir alçak gönüllülükle didinişler diye adlandırdığımız şeyi yüksek sesle tekrar tekrar okuyorduk.

Oysaki bu denemelerin geçerli olduğuna emindik. Bununla beraber kimseye de güvenimiz yoktu. Yine de André Breton’un bir tür kurtulmuş olduğu izlenimi içindeydim. Jacques Vaché’nin intiharı ve Guillaume Appolinaire’in ölümünün onu çok “sarsmış” olduğunu iyi biliyordum. Değişime uğradığını gördüm. Ama bu değişim onun için ızdıraplı oldu. Kuşku duyuyordu. Yadsımak zorunda olduğu ve yadsımak istediği geçmişi, hâlâ sırtında taşıdığı bir cesetti. Kopuş ve kopuşlar. Tek başımızaydık ve bu yalnızlığı görmezden gelmeye de kalkışmıyorduk artık. Yeni bir şiirsel tavır olduğunu varsaydığımız şeyi tanımlamak ve adlandırmak için çabalıyorduk.

Bilgi dağarı ve belleği beni hayrete düşüren André Breton referanslar öneriyordu. Manyetik Alanlar’a “benzeyen” Onirocritic[1] bir metnini hayranlıkla okumuş olduğumuz Guillaume Appolinaire’i yâd etmek amacıyladır ki Alcools şairinin “gerçeküstücü” oyunu Tiresias’ın Memeleri’ne yazdığı önsözde önerdiği gerçeküstücülük sözcüğünü kabul ettik. Hiçbir art düşünceye dayanmayan bir saygı ifadesiydi bu. Böylece, 1919’da bu sözcük André Breton ve benim sevmiş olduğumuz bir şairin anısını saygıyla yâd etmek için seçilmiştir yalnızca. O gün bugün, eğer böyle söylemek gerekirse bu sözcük “çok tuttu” ve André Breton’un 1924, 1930, 1934, 1935, 1938, 1945 yıllarında yaptığı tanımlamaların kesinliğine karşın, yalan yanlış, her önüne gelen yapıt veya ortak anlayışı şaşırtan herhangi bir gösteri için kullanılır oldu.

1919’da, André Breton ve ben, yasaklılardık. Köprüleri atmıştık (ve bunu isteyerek yapmıştık). Biraz da çekinerek, André Breton Manyetik Alanlar’ı, Louis Aragon’a ve eleştirel zekâsı ve doğuştan gelme alaycılığı bizim açımızdan gerekli olan Theodore Fraenkel’e okumaya karar verdi (Aragon bu okumayı örnek bir sadakatle anlatmıştır). Tepkileri belirleyici oldu. Hatta coşku demeye cesaret edemediğim tepkileri karşısında şaşırdık. Güvenimiz yerine geldi. Şunu da yazmalıyım ki buluşumuzun kapsamını ölçebilen asıl André Breton oldu ve, esasen, yaşamı boyunca onu genişletti, gerçek boyutlarını ve devamlarını kabul ettirdi.

Louis Aragon ve Theodore Fraenkel’in beğenilerinden aldığımız güçle Manyetik Alanlar’ın ilk bölümlerini, yönetmekte olduğumuz Litterature dergisinde yayınlamaya karar verdik. Bu yayın tümüyle görmezden gelindi. Anımsamak gerekir ki –bu da ufak bir edebiyat tarihi– o dönemde Zürih’ten gelmiş ve bizim temenni ettiğimiz şeyi haykırmaya cesaret eder görünen bir adamın çağrılarını dinlemiştik. Ama Tristan Tzara henüz bize katılmamıştı. André Breton’un, ölümünden kısa bir süre önce Bay Sanouillet’ye yayınlama izni verdiği mektuplarına göre, Tristan Tzara ile Manyetik Alanlar yazarları arasındaki yakınlaşma Paris’te Dada’nın patlayışını haber veriyordu. Tristan Tzara’nın Paris’e gelişini beklerken, André Breton ve ben, deha sahibi bile olsa hiçbir tiyatro yöneticisinin sahneye koymayı düşünmeyeceğini iyi bilerek Lüften adında dört sahnelik bir “piyes”le otomatik yazı denemelerimizi sürdürüyorduk. 1920’den bu yana daha başkaları da görüldü. Bununla birlikte dört sahneden biri Theatre de l’Oeuvre’de gösterildi. Başrol, Dada’nın ilk gösterilerinden biri sırasında, André Breton tarafından canlandırıldı. Öngörmüş olduğumuz ama öngörümüzü de aşan tam bir başarısızlıktı. Tek bir tepki bile vermedi salon. Sessizlik. Korkunç üzüldük.

O yıl boyunca Louis Aragon, André Breton, Paul Éluard ve benim, Tristan Tzara’nın şemsiyesi altındaki faaliyetimiz Dada gösterilerine, kışkırtma ve skandallara hasredildi. Yalnızca manifestolar ve rastlantısal “skeçler” yazıyorduk. Gaveau salonundaki Dada gösterisi için André Breton’la birlikte yazıp oynadığımız bir skeçe Beni unutacaksınız adını vermiştik yalvaççasına…

Dada gösterilerinin başarısızlığından, Maurice Barres davasının tartışmalarından ve sınıflandırılamaz “karıştırıcı” Francis Picabia’nın entrikalarından sonra, kopuşlar ve benim dostlukların can çekişmesi adını taktığım şey meydana geldi. Dada’nın gürültülü ve çok sık yinelenen gösterilerinden yorgun düşen André Breton isyan etti. Bana garip ve, bir bakıma,  daha önceki isyanlarımıza ters görünen bir “kongre” düzenleme düşüncesi geldi aklına.

Benim öngörmüş olduğum bir başarısızlıkla sonuçlandı. Ama benim için bu tartışmalar, bu kavgalar, bu entrikalar beni bu faaliyetten uzaklaşmaya itti. Olaylara benden daha berrak bakabilen ve daha az densiz olan André Breton vazgeçmek istemedi ve, “Dada’dan sonra” bir dergi adı olarak da seçilen gerçeküstücü devrim diye adlandırılan şeyi önerdi. Bir süre sonra bu ad değiştirildi ve devrimin hizmetindeki gerçeküstücülük haline geldi.

Ancak benim dışımdakiler, daha yeterli olanlar, bu devrime etkin biçimde katılanlar, benden daha iyi tanıklık edeceklerdir. Başka arzularım, başka tutkularım olduğu için hatalı mıydım? Bunun yanıtını vermek bana düşmez.

 

Gergedan Dergisi no 6, Gerçeküstücülük Özel Sayısı, Ağustos 1987, s. 118-119.



[1] Düşlerin yorumlanmasına dayanan – skop.

Jacques Vaché, Tristan Tzara, Sürrealizm 1924-2014, Dada, sürrealizm yaşıyor, sürrealizm, Breton