Ernst Bloch
Ernst Bloch’u şahsen tanıma fırsatım oldu. 1974 yılında Tübingen’deki evinde buluştuk. Bu ev, 1789 yılında genç Hegel, Schelling ve Hölderlin’in devrim anısına bir özgürlük ağacı diktikleri okulun pek de uzağında değildi. Bloch, yazılarında bu olayı anmaktan hoşlanırdı. Tanıştığımızda 89 yaşındaydı, neredeyse tamamen kör olmuştu ama sezgileri şaşırtıcı derecede kuvvetliydi.
Sohbetimiz sırasında yaptığı yorumlardan biri beni derinden etkiledi. Öyle ki ütopya fikrine adanmış bir ömrü özetler mahiyetteydi bu yorum.
Mevcut haliyle dünya hakiki değildir. Pozitivist olmayan, gerçeklik beyanına dayanmayan [...]; onun yerine değer-yüklü (wertgeladen) ikinci bir hakikat kavramı vardır. “Hakiki bir dost” kavramının, veyahut Juvenal’in Tempestas poetica tabirinin işaret ettiği gibi – bir kitabın yaşatacağı türden, şiirsel bir fırtına; gerçekliğin hiç görmediği, aklın ve mantığın sınırlarını ihlal eden, kökten ve dolayısıyla hakiki bir fırtına. Kitap örneğinde, estetiğe, şiire ilişkin bir hakikat; “hakiki bir dost” tabirinde ise ahlak alanına ilişkin bir hakikat. Ve bu hakikat olgulara tekabül etmiyorsa eğer –ki biz Marksistler için olgular, bir sürecin şeyleştirilmiş uğraklarından ibarettir– geç yaşında Hegel’in dediği gibi “olgulara yazık” (um so schlimmer für die Tatsachen).*[1]
Yukarıdaki göndermeler Latince ve Almanca olsa da bu satırları okuyan birinin aklına ister istemez eski bir Yahudi özelliği gelir; İbranice ve Yiddiş bir terimin mükemmelen karşıladığı bir sıfat: chutzpah (cüretkâr). Şiirsel hakikate “gerçek olgular”dan kat kat üstün bir güç bahşeden bu tavrın sürrealistler açısından yabana atılır bir tarafı olmadığı ortada.
Bloch’un umut felsefesi, her şeyden önce çeşitli tezahürleriyle Henüz-Varlık-Olmayan’ın kuramıdır. Henüz-Bilincine-Varılmamış insan, Henüz-Gerçekleşmemiş tarih, dünyada Henüz-İfşa Edilmemiş Olan. İnsan ruhunun ileriye yönelik işleyişi üzerine araştırmalarında, gündüz düşlerinden (arzu imgelerinden ilham alan) “ileriye dönük düşlere” her tür düş, önemli bir yer kaplar.
En önemli eseri Umut İlkesi, çeşit çeşit –toplumsal, tıbbi, teknik, felsefi, dinî, coğrafi, müzikal ve sanatsal– ütopya arasına dağılmış arzu imgelerinin ve umut manzaralarının peşinden, geçmişe yapılan muhteşem bir yolculuktur.
Geçmiş ile gelecek arasındaki bu çok özgül ve Romantik diyalektik kipinin vaat ettiği şey geçmişin özlemlerinde gerçekleşmemiş bir vaat olarak geleceğin keşfedilmesidir: “Dolayısıyla, gelecek ile geçmiş arasındaki katı ayrımlar yıkılır; henüz olmamış gelecek geçmişte, öcü alınan ve tevarüs edilen, dolayımlanan ve gerçekleştirilen geçmiş de gelecekte görünür hale gelir”[2]. Mesele, hülyalı ve melankolik bir şekilde geçmişi temaşaya dalmak değil, onu, devrimci eylemin, ütopyayı gerçekleştirmeye yönelik bir praksisin yaşayan kaynağı kılmaktır.
Gelecek olan dünyaya odaklanan ileriye dönük düşüncenin zorunlu tamamlayıcısı, bu dünyaya yönelik eleştirel bir tutumdur: Endüstriyel/kapitalist uygarlığı ve zararlarını hedef alan ateşli bir sorgulama, Umut İlkesi’nin başlıca (ve çoğunlukla gözden kaçırılan) izleklerinden biridir. Bloch, halihazırdaki iş dünyasının kepazeliğini ve insafsız rezilliğini teşhir eder – kâr-düşkünlüğünün geri kalan bütün insani duyguları boğduğu, üçkâğıtçılığın hüküm sürdüğü bir dünyadır bu.[3]
Umut söylemi zaman zaman aşırı iyimserliğe kaçıyorsa da, Bloch’un “o banal, otomatik ilerleme-iyimserliği” tabir ettiği şeyi açıkça eleştirdiğini akılda tutmak gerekir.[4] Bu sahte iyimserliğin halkların yeni afyonu olmak gibi bir tehlike arz ettiğini savunan Bloch “eser miktarda kötümserliğin, olduğu şekliyle ilerlemeye duyulan banal ve otomatik inançtan iyi” olduğunu düşünür. “En azından kötümserlik, gerçekçi bir yaklaşım benimsediği müddetçe, hatalar ve felaketler karşısında o kadar çaresizce hayrete düşmez.”[5] Bundan dolayı, ütopyacı umudun “nesnel teminatsızlığında”[6] ısrar eder.
Bloch, 1928 civarında sürrealizmle daha yakından ilgilenmeye başlar. O sıralarda, “Sürrealizmleri Düşünmek” başlığı altında, daha sonraları Heritage of our Times’da (Bu Çağın Mirası, 1935) yayınlanacak birtakım notlar derler. İşin aslı, sürrealizme oldukça sınırlı bir aşinalığı vardır: bir tek Chirico’nun metafiziksel resimlerine, Max Ernst’in kolajlarına ve Aragon’un Paris Köylüsü’ne atıfta bulunur. Manifesto’dan, Breton’un yazılarından ve hareketin kolektif bildirilerinden ve dergilerinden bihaber gibidir. Walter Benjamin’in Tek Yönlü Yol (1928) başlıklı kitabını hatalı olarak “sürrealist tarzda felsefe yapmanın” bir ifadesi olarak niteler ve bu kitabın birbirine bağlı olmayan “fragmanların cilası ve montajı” yöntemine dayandığını ileri sürer.[7] Benjamin’in 1929 tarihli, sürrealizm üzerine yazısını okumadığı anlaşılmaktadır; oysa okumuş olsa, hareketi daha doğru anlayabilirdi. Hareketin doğasını sezgisel olarak kavradığına dair birtakım emareler vardır: mesela, sürrealizmden hem “rüya-stillerinin bir karışımı” hem de “bu karışımın hiyerogliflerinin pekiştirilerek tuhaf bir önem kazanmalarının”[8] yolu olarak bahsettiği yerlerde. Bu satırlar gerçek bir duygudaşlığa tanıklık etmenin yanı sıra ciddi bir anlama eksikliğine de işaret eder: öyle ki bu pasajlarda, sürrealizmin doğasını tanımlamak maksadıyla sık sık “montaj” kelimesine başvurulur; ki bu da sürrealizmi “hüküm süren kaos üzerinde bir tür billurlaşma”[9] yaratan bir tekniğe indirger. Ayrıca Bloch sürrealizmi “dünyanın boşluklarını çürümekte olan maddelerle, rüya maddeleriyle doldurmayı” hedefleyen “estetik olarak istisnai ve münferit bir dinamit” olarak tanımlar.[10] Büyük filozof, en hafif tabiriyle, 1924 yılında Breton ve arkadaşları tarafından kurulan hareketin hakiki amacını anlamamıştır.
Dolayısıyla, Ernst Bloch’un eserini sürrealistler açısından ilginç kılabilecek şey sürrealizm üzerine yaptığı yorumlardan ziyade kavramlarının yıkıcı ve yaratıcı gücünün düşünceye sunabileceği olasılıklardır.
Bu, özellikle, tüm külliyatını baştan sona kat eden fikir için geçerlidir: ütopya. Guy Girard bu manzaraya sürrealist bir pencere açar: “Ütopya, tarihin ve politikanın logos’una altüst edici oyuncul bir boyut katar. Bu, logos’a ne bir ayrıcalık tanır ne de zorunluluk bahşeder. Hayal gücünün Umut İlkesi’nin (Bloch) coğrafyasını kurduğu zihinsel yok-yerdir burası; düşsel falansterlerin hayalî çocuklarının, ütopyacıların, toplumsal yeniden doğuşun şairlerinin kendi çocuklukları kadar dünyanın mitleşmiş çocukluğunun da boyun eğmez hatırasıyla buluştukları oyun alanıdır.”[11]
Ütopik artık kavramı bu tahripkâr gücün mahiyetini açıklığa kavuşturur: Bloch’a göre bu kavram, ideolojilerde, sembollerde, arketiplerde ve alegorilerde yerleşik düzen tarafından konmuş sınırları aşan, ihlal eden, bu sınırların ötesine taşan ve Henüz-Olmayan’a doğru meyleden her şeye işaret eder. Elbette bu, basit birer metadan ibaret olmadıkları müddetçe her zaman ütopyacı bir “pencere” barındıran sanat eserleri için de geçerlidir. Bloch, simya analizinde bu bilişsel aracı oldukça ilginç bir şekilde devreye sokar: Ona göre felsefe taşı, “kimyasal Binyılcılık” sayesinde, tarihsel değişim ile dünyanın tecellisinin sıkı sıkıya birbirine karıştığı “ütopik bir mücevherdir”.[12]
Sürrealizm açısından Bloch’un en zengin kavramlarından biri gündüz düşüdür: bulutların arasında sarayların serbestçe inşası, apaçık gözlerle arzu imgelerinin ve arzu manzaralarının yaratılması. Bloch’a göre, gündüz düşlerinin krallığı, “gerçeklik ilkesinden koparılmış bir koruma alanı”dır.[13] Bu tür gündüz düşleri ile gece düşleri arasında karşılıklı alışverişler, rahatsız edici ve tuhaf bir şekilde sezgisel iç içe geçişler vardır. Bu ilişkide, birleşik kaplarla koşutluklar vardır. Guy Girard’ın gözlemlediği gibi, gündüz düşleri “somut olarak gerçekleşme ihtimalini aşar, bu ihtimale indirgenemez; tıpkı aşkta arzulama arzusunun, arzunun kendisini aşması ve diri tutması gibi”.[14]
Felsefe, Harikulade’nin doğasına yönelik soruşturmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Sürrealizm, Herakleitos, Novalis ve Hegel’le çok yakından ilgilenmiştir. Geçtiğimiz yıllarda ise Ernst Bloch’la aramızda gönül yakınlıkları keşfettik. 2002 yılında, Paris Sürrealist Topluluğu’nun katılımcıları, Umut İlkesi adlı kıtada kolektif bir gezintiye çıkmak, bu toprakların verimli ormanlarını keşfetmek ve karşılaştıkları epistemolojik meyveleri toplamak maksadıyla Marie Dominique Massoni’nin evinde birkaç kez buluştular. Amaç, Bloch’un eserinin, sürrealist düşünce ve etkinlik için ne derece önemli olduğunu test etmekti – kısaca “Ernst Bloch’u devreye sokmaktı”.
Bloch’un fikirlerini “uygulamanın” en iyi yolunun, yeni sürrealist oyunların icadında onlardan ilham almak olduğunu düşündük. Aşağıda bu ludik eylemler (acta ludica), kaynakları, kuralları ve oyun oynandığı sırada orada bulunan üyelerin verdikleri cevaplardan derlemeler var.
I) Hayvanat Felsefesi
(Michael Löwy’nin önerisi)
1974’teki sohbetimiz sırasında Ersnt Bloch, Georg Lukàcs’la 1912 ile 1917 yılları arasında paylaştıkları olağanüstü arkadaşlığı anımsadı: o kadar benzer fikirlerimiz vardı ki, fikir ayrılıklarımızın soyu tükenmesin diye bir “doğal hayatı koruma alanı” kurma ihtiyacı hissediyorduk.[15] Bahsi geçen doğal hayatı koruma alanında türüne ender rastlanan veya soyu tükenmekte olan hayvanların barındığını hayal ettim. Bu hayvanların her biri genç “yoldaş-filozoflar” arasındaki fikir ayrılıklarını temsil ediyordu.
Oyunun Kuralları: İyi bilinen felsefi bir eserden –mesela Kant’ın, Hegel’in ya da Merleau-Ponty’nin eserlerinden birinden– rastgele bir pasaj seçilir ve pasajda geçen felsefe terimlerinin listesi yapılır. Terimler oyuncular arasında paylaştırılır. Oyuncular terimleri istedikleri bir hayvan ismiyle değiştirir. Ebe, hayvan isimlerini toplar ve orijinal metindeki terimleri hayvan isimleriyle değiştirir. Ortaya çıkan metin, bir hayvanat felsefesi metnidir.
Örnek:
1. Orijinal metin:
“Felsefi incelemenin yegâne ereği, olumsalı saf dışı bırakmaktır. Olumsallık, dışsal zorunlulukla, yani dış koşullardan başka bir şey olmayan sebeplerden kaynaklanan zorunlulukla aynı şeydir. Tarihte öznel tinin ya da aklın tikel ereğini değil, genel bir ereği, dünyanın nihai ereğini aramalıyız.”[16]
2. Hayvanat Felsefesi versiyonu:
“Felsefi örümceklerin yegâne yaprak biti, sinekleri saf dışı bırakmaktır. Tosbağa dışsal piranhayla, yani dış kırlangıçlardan başka bir şey olmayan tavuklardan doğan piranhayla aynı tapirdir. Yılanın yuvasında öznel lamanın ya da ahtapotun tikel yaprak bitini değil, genel bir yaprak bitini, dünyanın nihai bitini aramalıyız.”
II) Gündüz Düşü oyunu (bir imgeden ilhamla)
(Michael Löwy’nin önerisi)
Gördüğümüz üzere, Ernst Bloch’a göre gündüz düşleri, uyanık haldeki kişinin düşüncelerinin, arzu imgelerinin, veya ileriye yönelik tasarılarının bir derlemesidir. Bloch, gündüz düşlerini ütopya ruhunun barınabileceği bir tür koruma alanı, Umut Tini’nin gündelik yaşamdaki doğum yeri olarak görür.
Bu oyundaki gündüz düşü biraz daha farklı özelliklere sahip, daha özgül, ve gece düşlerine daha yakın. Önceden seçilmiş bir resim oyunculara dağıtılır. Oyuncular bu resimde geçen bir rüya uydururlar. Cevaplar karşılaştırılır ve tartışılır.
Önceden seçilmiş imge belirli kısıtlamalar dayatır; buna rağmen yine de, tıpkı Rorschach testinde olduğu gibi katılımcılara geniş bir yorum ve yaratım serbestisi tanır. Bu tür bir “sürrealist Rorschach”, oyuncuların, arzularını, narsisizmlerini, (eleştirel ya da değil) paranoyalarını ve saplantılarını serbestçe dile getirmelerine olanak sağlar.
Yaratım esnasında sıradan anlatı kurallarına –realizm, mantıksal tutarlılık, sebep-sonuç ilişkisi, vs.– tabi tutulmadıkları müddetçe gündüz gözüyle görülen bu tür rüyalar düşsel evrenle yakın bir ilişki içerisindedir. Bu tür kısıtlamaların yokluğunda hayal gücünün etkinlik alanı muazzam bir şekilde genişler ve tıpkı uyku sırasında görülen rüyalarda olduğu gibi bilinçdışı libidoyla yüklü imgelerin üretilmesinin önü açılır. İmgeler tıpkı bir otomatik metinde olduğu gibi akar ve birleşir; fakat “anlatısallık” –daha doğrusu “sahte-anlatısallık”– asgari seviyededir.
Elbette, gündüz düşleri gece düşlerinden son derece farklıdır: Aynı şekilde “işlemezler” ve bilinçdışıyla kurdukları ilişki bambaşkadır. Bu, bir gece düşünün “simulakrı” değil, başka türde bir hayalî inşadır. Hem düşsel dünyayla hem de “sıradan” günlük dünyayla temas kurar; söz konusu temasın gerçekleşme şekli ise daha detaylı bir araştırmayı hak eder.
Bizi ilgilendiren, gündüz düşlerinin analitik yorumundan ya da sezgisel değerinden ziyade şiirsel nitelikleridir: imgelerin gizemi ve muamması, durumların mizahı ve saçmalığı, Harikulade ve masalların büyüsü.
Örnek:
Aşağıdaki resimden yola çıkarak bir gündüz düşü kurun:
Sabine Levallois’nin gündüz düşü:
Mavi ateş fırtınası ahşap geminin direğini parçalıyor; gemi paramparça oluyor. Kumsalda ölü bir çocuk yatıyor – kötü bir ruh gökyüzünü tehdit ediyor.
Michael Löwy’nin rüyası:
Brezilya’da terk edilmiş bir kumsaldayım. İlk defa kullanacağım olağanüstü bir yeteneğim var: Yağmurun yağması da güneşin açması da benim elimde. Sol elimin bir hareketiyle şimşekler çakıyor ve gök gürlüyor; sağ elimin ufak bir hareketiyle doğuda bir kasırga kopuyor ve yoluna çıkan her şeyi dümdüz ediyor. Keyfimce bulutları çağırıp dağıtmaktan deli gibi zevk alıyorum ve güneşi geri döndürmeden evvel birtakım doğal afetlere sebebiyet vermeye kararlıyım.
Başka bir versiyon: anahtar kelimeler eşliğinde gündüz düşleri
Oyunda resim yerine rastgele seçilen on civarında anahtar kelime kullanılır. Herkese aynı kelime “kümesi” dağıtılır. Oyuncular, bu kümeyi kullanarak hayalî bir rüya uydurmalıdır.
Örnek:
Anahtar kelimeler: ingiliz anahtarı, nehir, gündönümü, kireçtaşı, keyif, haz, yaklaşmak, ah, alev, inanılmaz.
Marie Dominique Massoni’nin gündüz düşü:
Madam İngiliz Anahatarı kumsalda yürüyor. Kış geçtikten sonra şehrin sokaklarına dökülebilsinler diye etek kıvrımlarına saklanan ince kumları çiğneyen ayakları onu nehirdeki donanmadan uzaklara götürüyor; eski bir yanığın hatırası canlanıyor. Aynı kumsalsa bir yaz ikindisi ilk öpücüğün beklentisiyle titreyen bedenini taşıyan ayakları olmuştur yine, kumun açtığı yaraların acısına rağmen. Gündönümü sabanında kış alevi, yerden aldığı deniz kabuğu götürüyor onu Fécamp ve Pearl Sokağı’ndaki kireçtaşı hissine,11 Ocak’taki randevu. Gidecek mi? Titreyerek süzülüyor denizin kıyısından, aşkı öylesine yakın ki, işte başının üzerinde ışık saçan bir hale, havayla suyun ateşli dansı. Işığın verdiği keyif, varlığın tüm zaman dilimlerinde aldığı haz. Şimdi güneş doğduğu evi aydınlatıyor, üç gündönümü gecesi boyunca doğmuştu. Körfezin ve ufkun sonluluğunda beliriyor sahiller, tıpkı yetmiş yılda bir görünen o serapta olduğu gibi. Su toplamış ayaklar, ilk öpücük, yine mi. Adam yaklaşıyor, kumsal yerini çakıl taşlarına bırakıyor, adamın açtığı yaralar can yakıyor. Ah! Nasıl da canı yanıyor küçüğün! İnanılmaz bir dilsiz karşılıyor onu, gözlerine inanamıyor. Alttan alta bir açgözlülük, güneş dağdaki karın üzerinde. Ona Kara Martısı ismini takan adama ve arkadaşı Alice Massénat’a işaret gönderiyor. Limanın ağzı uyanmakta olan şeye, denizin kumsalda bıraktığı şeye, yeni yıl için okunan ilahiye benzer denize açılırken giriyor Lorient limanına kızıl ve siyah bir gemi. Suyun eteklerindeki Madam İngiliz Anahtarı gülümsüyor boynunun etrafına doladığı Amazon tüylerine. ADAM yaklaşıyor. KADIN, sudan bir alev.
III) Orplid oyunu (Michael Löwy’nin önerisi)
“ORPLID”, Umut İlkesi’nin birinci cildinde geçen bir kelimedir.
Oyunun Kuralları: Oyuncuların çoğu kelimenin kökenini bilmez. Her oyuncudan, kelimenin anlamını tahmin etmesi istenir.
Cevaplardan bir derleme:[17]
Sıcak ve yumuşak bir battaniyeye sarılmanın özlemini duyan kimsesiz öksüzün acısını tanımlayan eril isim. (Anny Bonnin)
İnsanın gözlerinin kapalı olduğu, ortamdaki ışığı parlak bir altın şeridi olarak algıladığı uyku öncesi kısa an. Orplid, uyuyan insanı altından kıvrımlarla doldurur. (Bertrand Schmitt)
Gündüzleri eril, geceleri dişil olan cins isim; çoğulu yoktur. İnsanın gerçekleşeceğinden emin olduğu ama hangi koşullarda ve ne şekilde gerçekleşeceğini bilemediği gelecekteki bir karşılaşmadan şimdiden aldığı hazzın betimlediği ruh hali. Bu isme renklerle ilgili ya da duyulara dair kelime dağarcığından ödünç alınmış sıfatlar eklenirse, söz konusu ruh haline eşlik eden haleli titreşimi tarif etmek mümkün olur. Örnekler: Baskın bir kırmızı ve siyah orplide esir düşen Marie Dominique, gün ağarana kadar Saigon Limanı’nın leş gibi batakhanelerini silip süpürdü, ama nafile. Misk kokulu bir orplid Charles’ın adımlarını Sahte Hareket Barı’na doğru yönlendirdi. (Joël Gayraud)
Çok yorgunken rüyalarımıza sızan akışkan müzik. Gündüz dinlediğimiz seslerden ve egzotik meyvelerin suyundan yapılmıştır. Orplidden daha yüksek sesli bir müzik yoktur ama yine de uyanır uyanmaz unuturuz onu. (Galini Notti)
Liberter komünist inancın korsanlarının İspanyol savaş gemilerinden topladıkları ganimetleri aralarında paylaştıkları bir Karayip adası. Altın külçeleri ısıtılıyor, kıvrılıyor ve eşit parçalara bölünüyordu. Adanın adı da buradan gelir. (Michael Löwy)
Sıtma sivrisineklerinin kuruma safhası. (Marie Dominique Massoni)
“Çarşaf İçlerinin Özgür Ovalarının Devrimci Orkidesi”nin [“Orchidée Révolutionnaire des Plateaux Libres de l’Interieur des Draps”] kısaltması. (Dominique Paul)
Altın külçelerini bükme yeteneğine sahip yeşil kılçıklı balık. (Guy Girard)
Kâr amacı gütmeyen anonim bir derneğin kısaltması: Yirminci yüzyılın sonunda enternasyonal münevver ütopyalar topluluğu tarafından kurulmuş “Evrimin Keşfedilmemiş Labirentlerinin Geçici Gerçekleri Gözlemevi” [Observatoire de la Realité Palliative des Labyrinthes Inexplorés du Devenir”]. (Michèle Bachelet)
Michèle Bachelet’in Orplidi temsilen yaptığı resim
İngilizceye çeviren Merl Fluin
* Olgular düşünsün, geçmiş olsun olgulara – ç.n.
[1] Michael Löwy, “Interview with Ernst Bloch”, çev. Vicki Williams Hill, New German Critique, 9 (1976), s. 37-8.
[2] Ernst Bloch, The Principle of Hope: Volume 1, çev. Neville Plaice, Stephen Plaice ve Paul Knight (Cambridge ve Massachusetts: MIT Press, 1995), s. 8-9. Türkçesi Umut İlkesi: Cilt 1, çev. Tanıl Bora (İstanbul: İletişim, 2007), s. 26. Tanıl Bora’nın çevirisinden faydalanılmış ama yer yer ufak değişikliklere gidilmiştir.
[3] Ernst Bloch, The Principle of Hope: Volume 1 ve Volume 2, çev. Neville Plaice, Stephen Plaice ve Paul Knight (Cambridge ve Massachusetts: MIT Press, 1995). Türkçesi Umut İlkesi: Cilt 1 ve Cilt 2, çev. Tanıl Bora (İstanbul: İletişim, 2007 ve 2012).
[4] The Principle of Hope: Volume 1, s. 198. Umut İlkesi: Cilt 1, s. 248.
[6] Ernst Bloch, The Principle of Hope: Volume 3, çev. Neville Plaice, Stephen Plaice ve Paul Knight (Cambridge ve Massachusetts: MIT Press, 1993), s. 1372.
[7] Ernst Bloch, Heritage of Our Times, çev. Neville ve Stephen Plaice (Cambridge: Polity Press, 1991), s. 337.
[11] Guy Girard, Hommage à Fourier, doktora tezi, Université de Paris I, 2004, s. 70-1.
[12] Principle of Hope: Volume 2, s. 641-2. Umut İlkesi: Cilt 1, s. 773-5.
[13] Principle of Hope: Volume 1, s. 97. Umut İlkesi: Cilt 1, s. 129.
[14] Hommage à Fourier, s. 88.
[15] Löwy, a.g.e., s. 36.
[16] G.W.F Hegel, Lectures on the Philosophy of World History, çev. Hugh Barr Nisbet (Cambridge: Cambridge University Press, 1980), s. 28. [Oyun Fransızca, dolayısıyla pasajın Fransızca çevirisiyle oynanmıştır. Bunun da ortaya çıkan nihai metin üzerinde çeşitli etkileri olmuştur. Bu etkiler, İngilizce ve Türkçe’de kaybolur – ç.n.]
[17] Orplid kelimesi, Fransızca altın (or) ve kıvrım (pli) kelimelerini içerir. Oyuncuların çoğu buna istinaden kelime oyunları yapar. Aslında Orplid, Pasifik Okyanusu’nda Yeni Zelanda ile Güney Amerika arasında bir yerlerde bulunan hayalî, ütopik bir adadır. Alman Romantik yazar Eduard Mörike’nin buluşudur; Maler Nolten (Ressam Nolten) adlı romanında geçer. Bloch, Orplid’den edebiyatta ütopyacı imgelemin bir örneği olarak bahseder.