Kamusal söylemin akışı, giderek, birkaç büyük şirketin elindeki özel yazılım sistemleri üzerinden işliyor. Google, Facebook, Twitter ve YouTube’un sosyal medya platformlarında milyarlarca faal kullanıcı mevcut; bu platformlarda, kullanıcıların içerik akışlarında hangi bilgilerin gösterileceğini belirleyen otomatik süzme algoritmaları devreye giriyor. Bir içerik akışı, tipik olarak, sıraya sokulmuş bir liste gibi düzenlenir. Süzme algoritmaları, listeye hangi başlıkların seçileceğini ve bunların nasıl sıralanacağını belirler. Bu algoritmalar, tarafsız veya nesnel olmak şöyle dursun, belli seslerin duyulmasına diğerleri karşısında öncelik veren etkili birer aracı işlevi görür.
Hangi verilerin en üste çıkacağını, hangilerinin geri planda bırakılacağını denetleyen bir algoritma, koduna yazılmış değerler çerçevesinde veri akışını yöneten bir tür geçit denetleyicisidir. Örneklerin çok büyük çoğunluğunda, platformlar kullanıcılara hangi süzme mantığını devreye soktukları hakkında bilgi vermez – kullanıcıya bu süzgeçler üzerinde denetim olanağı tanıyanların sayısı ise çok daha azdır. Yaygın, otomatikleştirilmiş ve son derece etkili olmasına rağmen büyük ölçüde gizli işleyen ve incelenmeyen bir bilgi kontrolü biçimi olan süzme işleminin üzerinde çok daha ciddi biçimde durmak gerekiyor. Yeni bilgi çağının politik seferberlikte önünü açtığı imkânlar konusunda yapılan aşırı iyimser değerlendirmelerin –Arap dünyasındaki “Facebook devrimleri”nden bahsedilmesi gibi– daha derinlemesine sorgulanması gerek.
Süzme algoritmalarının politik hedeflere ulaşmada etkili olabileceği muhakkak. 2013 yılında Facebook araştırmacıları, algoritma üzerinde yapılan oynamaların kullanıcıların ruh halini ve oy verme davranışlarını değiştirip değiştirmediğini test etmek üzere deney yaptılar; 689.003 kullanıcının içerik akışlarında, olumlu veya olumsuz duygu durumlarını ifade eden kelimeleri içeren bildirimlerin sayısını değiştirdiler.[1] Deneyin sonunda, “kitlesel ölçekte duygusal bulaşıcılık” kanıtları bulduklarını öne sürdüler; yani insanlar, okudukları bildirimlerin içinde daha fazla sayıda olumlu kelime geçiyorsa kendi yazdıklarında olumlu duygular sergilemeye, daha fazla sayıda olumsuz kelime geçiyorsa da olumsuz duygular sergilemeye yatkın oluyordu.
2010 Kongre seçimleri sırasında yapılan başka bir deneyde, Facebook, 60 milyon kullanıcının içerik akışlarına, onları oy vermeye teşvik eden bir başlık ekledi.[2] Daha sonra Facebook araştırmacıları, gerçek oy kayıtları ile kullanıcı isimlerini karşılaştırarak, üzerinde oynanmış içerik akışlarını alan kullanıcıların oy vermeye daha fazla eğilimli olduğu sonucuna vardı; hatta, oynama sonucunda seçimlerde 340.000 oy artışı olduğunu iddia ettiler. Şayet bu tür bir manipülasyon belirli toplumsal ve politik grupları hedef alırsa –ki süzme işleminde uygulanan ücretli sponsorluk sistemi buna halihazırda imkân veriyor– herhangi bir seçimin sonucunu bu şekilde değiştirmek mümkün olabilir. Bazı Latin Amerika ülkelerinde, sosyal medyayı kötüye kullanarak açıktan seçim sonuçlarını etkilemeyi hedefleyen girişimler tespit edilmiş durumda.
Bazı platformlarda, içerik akışını süzmede algoritmanın yanı sıra etten kemikten insanlar da kullanılıyor. Bu “küratörler”in tipik özelliği, düşük ücretli yükleniciler olmaları; son dönemde içerik akışlarının kontrolündeki bu insani unsur büyük bir tartışmaya konu oldu: Mayıs 2016’da, Facebook’un eski “haber küratörleri” –yönetim danışmanlığı şirketi Accenture üzerinden sözleşmeli çalıştırılan genç Amerikalı gazeteciler– anonim olarak yayınladıkları bir haberde, Facebook’u “en çok konuşulanlar” listesinde sağ cenahtan içerikleri sistemli biçimde geri plana itmekle suçladılar; “en çok konuşulanlar”, kullanıcının ana içerik akışından ayrı bir haber listesi olarak görüntüleniyor ve prensipte o günün en “popüler” haber başlıklarına öncelik vermesi bekleniyor. Tabii Amerikalı muhafazakârlar bu suçlamayı hemen fırsat bilip, Facebook’un liberal temayüllü olduğunu iddia ettiler ve Senato Ticaret Komitesi’nin Cumhuriyetçi başkanını derhal bir soruşturma açmaya çağırdılar. Facebook yönetimi ise, suçlamaya cevaben, “küratörler”in sadece “bir algoritma sonucunda ortaya çıkan” hikâyeleri “gözden geçirdikleri”ni belirtti – sanki algoritmik süzme tarafsızlığın otomatik güvencesiymiş gibi. Facebook yönetimi ayrıca, platformlarının “küresel bir topluluğu” temsil ettiğini, “bütün insanlara seslerini duyuracakları bir zemin” sunduğunu, “düşüncelerin ve kültürün ülkeler arasında serbestçe dolaşmasını” sağladığını ekledi.[3]
Facebook’un CEO’su Mark Zuckerberg, şirketin California’daki merkezinde düzenlenen “News Feed” rölensmanında. Fotoğraf: Alex Washburn/Wired
Bu tartışmada, gerek muhafazakârların suçlamasında gerek Facebook’un savunmasında çok ciddi hatalar var. Bir kere, “en çok konuşulanlar” listesi oluşturulurken temel alınan “1000 güvenilir kaynak” arasında sağ cenahtan çok sayıda haber kaynağı bulunurken, sol kaynakların sayısı çok düşük. Dahası, Facebook’un “içerik moderatörleri”nin, bundan çok daha vahim ve çok daha iyi belgelenmiş olup ana-akım basında büyük ölçüde görmezden gelinmiş sansür vakaları oldu. Örneğin 2012’de, eski bir moderatör, Facebook’un kötüye kullanım standartlarını dışarıya sızdırdı; şartların “uluslararası uyum” kısmında, Türkiye hükümetini veya Atatürk’ü eleştiren, ya da PKK’yı destekleyen içeriklerin yasaklanacağı yazılıydı.[4] Üstelik bu sansür vakası, “en çok konuşulanlar” gibi küçük ölçekli bir alanda değil, ana içerik akışında yaşandı. Dolayısıyla muhafazakârların suçlaması, sol muhalefetin geri plana itilmesiyle karşılaştırılığında, hem önem hem de maddi kanıt bakımından çok zayıf kalıyor. Facebook’un, konu başlıklarının seçiminde taraflı davranması meselesinin, editoryal sürece insanların dahil olduğunun ortaya çıkmasıyla gündeme gelmiş olması da ayrıca dikkate değer; tartışmanın başından sonuna kadar, süzme algoritmalarının kullanımının tarafsız ve nesnel olduğu gibi genel bir örtük kabul söz konusuydu. Fakat görüleceği üzere, algoritmik süzme, insan eliyle “editoryal” müdahaleden bağımsız olarak, bazı politik bakış açılarını sistemli biçimde geri plana itip bazılarını öne çıkarıyor.
Başka deyişle, internetin açıktan –örneğin, sunucuların devredışı bırakılması, alan adlarına el konması, hizmet reddi ve editoryal manipülasyon yoluyla– sansürlenmesi, politik saiklerle bilgi akışını kontrol etmenin yegâne yöntemi değil. Algoritmik süzme, öne çıkarma ve geri plana itme mantığı üzerinden aynı amacı gizliden ve ara vermeksizin yerine getirebilir. Bilginin algoritmik kontrolünde, açıkça tanımlanabilen sansürcüler veya açık sansür faaliyetleri yoktur: Süzme, karmaşık bir aktörler zinciri (bilgisayar uzmanları, kod satırları, özel şirketler ve kullanıcı tercihleri) aracılığıyla hayata geçen, otomatikleştirilmiş, fark edilmeden işleyen bir süreçtir. Bu karmaşık işlem, çevrimiçi ses çeşitliliğini sistemli biçimde sınırlandırır ve pek çok durumda belirli konuşma türlerini geri plana iter. Sonuçta ortaya çıkan durum sansüre denk gibi görünse de, çevrimiçi bilginin seçilme, dağıtılma ve sergilenme süreçlerine işlemiş özgül mantığı dikkate alabilmek için kavramsal çerçevemizi genişletmemiz gerekiyor.
İşitilebilirlik Politikası
Algoritmik süzme, kavramsal açıdan, Judith Butler’ın kullandığı anlamda bir tür “örtük sansür” gibi düşünülebilir.[5] Genelde devlet eliyle yönlendirilen, kişileri ve kişilerin sözlerini kısıtlamaya yönelik istisnai eylemler olarak anlaşılan sansür faaliyetiyle aynı olmadığı muhakkaktır. Bu süzme, kullanıcılar için sadece gizli –hatta görünmez– olmakla kalmaz, aynı zamanda aralıksız, otomatikleşmiş ve yaygındır. Bu özellikler, bilginin kurallara bağlanmasında kavramsal bir değişim meydana getirir. Açık bir sansür biçimi olarak kolaylıkla fark edilebilen internet süzmesinden farklı olarak, algoritmik süzme devlet eliyle düzenlemenin bulunmadığı platformlarda da işlemektedir çünkü bizzat yazılım mimarisinin bir parçasıdır. Her içerik akışı, şu veya bu ölçüt çerçevesinde başlıkları kendi seçim ve sıralamasına göre düzenlemek zorundadır, bu ölçütler de kimi seslere diğerleri karşısında öncelik verir. Algoritmik süzme bu anlamda kaçınılmaz, dolayısıyla serbest bilgi akışı fikri de fanteziden ibarettir. Bu nedenle, içerik akışlarının görünürlüğünü düzenlemek için aralıksız devam eden algoritmik süzme işlemleri, bilgi kontrolünü bir istisna değil kaide olarak ele alan yeni bir anlayışı gerektiriyor.
Sansür ile algoritmik süzme arasında önemli bir fark daha var: Sansür kavramı konuşma olanağı üzerine odaklanırken, algoritmik süzme bizzat konuşma edimini teşvik etmek veya bastırmakla değil, söylenmiş sözün işitilebilirliğiyle, bir dinleyiciye ulaşmasıyla ilgili. Sosyal medya platformlarının tamamında olmasa da çoğunda, internet bağlantısı olan herkes bir hesap açabiliyor, hesabı olan herkes de konuşabiliyor. Problem, algoritmik süzmenin, neleri duyabileceğiniz, hangi dinleyicilere erişebileceğiniz, sözün nasıl dolaşıma gireceği üzerinde kısıtlamalar yapmasında. Mevcut çevrimiçi bilgi kontrolü rejiminde, bu kısıtlamalar reklamcılığın ekonomi politiğiyle belirlenmiş durumda. Temel sorun, konuşma özgürlüğüne sahip olup olmamak değil, sözün nasıl dolaşıma gireceği ise, mevcut bilgi kontrolü rejimiyle mücadele etmek, konuşma özgürlüğünün ötesine geçen bir işitilebilirlik politikasını gerektirir. İşitilebilirlik politikası, hangi seslerin duyulacağını belirleyen otomatikleştirilmiş ve gizli düzenlemeye karşı çıkmak için gereklidir, ama yeterli değildir.
İşitilebilirlik politikası, algoritmik süzgeçleri yapılandıran normları ortaya çıkarmalı ve sorgulamalıdır. Şu veya bu biçimde bir süzme işlemi kaçınılmaz olduğuna göre, tarafsızlık ve nesnellik gibi imkânsız taleplerin ötesine geçilmeli. Mevcut süzgeçleri alt üst eden veya başka amaçlara uygun hale getiren stratejiler önermek, başka politik normlardan esinlenmiş alternatif algoritma mantıkları geliştirmek gerek.
Ticari platformların süzme sistemlerinde kâr amacına aykırı değişiklikler yapmaya yanaşmayacakları gün gibi ortada olduğundan, alternatif normları hayata geçirme olasılığı olan üç strateji önermek istiyoruz. İlki, mevcut platformların süzme algoritmalarını kamuya açıklamalarını şart koşan ve içerik akışında gizlice oynamayı engelleyen hukuki düzenlemeler getirilmesi. Bu bilginin kamuya açılması, söz konusu sitelerde bilginin ön plana çıkarılma veya geri plana itilme süreçlerini değiştirmeyecektir, ama en azından kullanıcılar süzme işlemi hakkında bilgi sahibi olur. İkincisi, mevcut platformların alt üst edilmesi. Bunun için, platformların, süzme teknolojilerinin atlatılıp ele geçirilmesi yoluyla hack’lenmeleri gerekiyor.
Önereceğimiz üçüncü strateji, daha demokratik ölçütlere göre örgütlenen yeni platformlar kurmak. Algoritmik süzgeçleri konusunda şeffaf ve hesap verebilir platformlar oluşturmak mümkün. Süzgeçlerin kaynak kodları yayınlanıp açıklanabilir, hatta ideal durumda özgür ve açık-kaynak yazılım kullanılabilir. Kullanıcıların, içerik akışları üzerinde oynanmadığını doğrulamak üzere şifreleme yöntemleri kullanarak bu süzgeçleri denetlemeleri bile mümkün.[6]
Patent kodlarda çıkarı olmayan kâr amaçsız kurumlar veya bağımsız kolektifler, yeni nesil sosyal medya platformları geliştirebilir. Daha demokratik ilkeler çerçevesinde örgütlenen platformlar, kullanıcıların, gördükleri bilgiyi süzgeçten geçiren işlemler karşısında özerklik kazanmalarına imkân verebilir. Süzme mantıkları üzerinde daha fazla kontrol sağlayan yeni kullanıcı arayüzleri tasarlamak pekâlâ mümkün. Platformlar, kullanıcı kararlarına göre kodlarını güncelleyebilir, hatta kullanıcıların içerik akışlarını kendi algoritmalarına göre düzenlemesine izin verebilir, böylece bilgiyi keşfetme ve dolaşıma sokmada katılımcı deneylerin önünü açabilirler.
Kullanıcılara, diledikleri çeşitlilikte bilgiye erişme imkânı verilebilir, halihazırdaki büyük platformların hiçbirinde böyle bir imkân yok.[7] Yeni iletişim teknolojileri, demokratik karar alma süreçlerinin ölçeğini ve niteliğini artırmak gibi bir vaat taşıyacaksa, algoritmik süzme işlemiyle ilgili yeni bir kavramlaştırmaya ve yeni bir yapılandırmaya ihtiyacımız var. Aslen kâr amacıyla reklama odaklanan mevcut sosyal medya platformları karşısında alternatifler geliştirilmeli. Burada yeni bir norm öne sürmek niyetinde değiliz, zira çeşit çeşit olanak mevcut. Sadece, halihazırdaki bilgi kontrolünün ekonomi politiğine karşı, daha doğrudan demokratik ilişkilerin önünü açan; şeffaflık, hesap verebilirlik, çeşitlilik, katılım ve özerklik ilkelerine göre işleyen alternatifleri destekliyoruz.
Rodrigo Ochigame ve James Holston’ın, New Left Review’un Mayıs-Haziran 2016 sayısında yayınlanan “Filtering Dissent: Social Media and Land Struggles in Brazil” başlıklı yazılarından seçilmiş bölümlerin çevirisidir.
[1] Adam Kramer vd., “Experimental Evidence of Massive-Scale Emotional Contagion through Social Networks”, Proceedings of the National Academy of Sciences, cilt 111, sayı 24, 17 Haziran 2014.
[2] Robert Bond vd., “A 61-Million-Person Experiment in Social Influence and Political Mobilization”, Nature, cilt 489, sayı 7415, 13 Eylül 2012. Deneyde eklenen başlık, doğrudan oy vermeye teşvik edici nitelikteydi: İçerik akışında, oy kullanmış "arkadaşların" fotoğrafları, kullanıcının seçim bölgesini bulmasını sağlayacak bir bağlantı, ve diğerlerine "oy kullandım" demelerini sağlayacak bir düğme görüntüleniyordu.
[3] Bkz. Facebook basın açıklamaları: Justin Osofsky, “Information About Trending Topics”, 12 Mayıs 2016; ve Colin Stretch, “Response to Chairman John Thune’s Letter on Trending Topics”, 23 Mayıs 2016.
[5] Bkz. Butler, Excitable Speech: A Politics of the Performative (New York 1997) s. 128.
[6] Algoritma işlemlerinde hesap verebilirliği artırmak için şifreleme ile kamu politikasını birleştiren sistemlerle ilgili bir analiz için bkz. Joshua Kroll, “Accountable Algorithms”, doktora tezi, Princeton Üniversitesi.
[7] Daha fazla çeşitliliği görme imkânı sağlayan teknik stratejilerle ilgili bir değerlendirme için bkz. R. Kelly Garrett ve Paul Resnick, “Resisting Political Fragmentation on the Internet”, Daedalus, cilt 140, sayı 4, 29 Eylül 2011.