Sanatçılar arasında girişimcilik yayıldıkça, bu kesimden birçok sanatçı başka sanatçıların emekleri üzerinden büyük paralar kazanmaya başladı. "Sanat ve Emek" dizisi hem bu konuda örnekler sunuyor, hem de bu gelişmenin kaynaklarını inceleyen yazılara yer veriyor.
Dizi, Sean O'Hagan'ın pazarlama konusunda en başarılı olan şöhretlerden beşinin atölyelerine yaptığı ziyaretlerden izlenimlerle başlıyor. Bu beş sanatçı, Damien Hirst, Jeff Koons, Tracey Emin, Gavin Turk, ve Takashi Murakami. O'Hagan'ın aşağıdaki yazısı "Yok Satma Sanatı", gelecek haftadan başlayarak tek tek yayınlayacağımız izlenimlerine bir sunuş niteliğinde.
"Yok Satma" Sanatı
Tate Modern önümüzdeki ay Pop Life isimli bir etkinlikle çağdaş sanatın yıldızlarını ağırlamaya hazırlanıyor. Serginin adı sanırım Sold Out (Yok Sattı) olacak. Bu oldukça kışkırtıcı bir başlık olmasının yanı sıra bazılarına göre de oldukça yerinde. Zira küratörlerin işaret ettikleri temalardan biri de sanatçının bir marka olması. Mesela Damien Hirst gibi, Jeff Koons gibi, ya da hepsinden önemlisi Andy Warhol gibi.
Warhol hâlâ sanatın üretilme ve satılma şeklini etkilemeye devam ediyor; üstelik ölümünün üzerinden 22 yıl, Amerika'nın en ünlü Pop sanatçısı olarak itibar kazanmasının ardından 40 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen. Warhol'un en bariz halefi Damien Hirst'ün de dediği gibi, "Warhol bu denkleme parayı gerçek anlamda soktu. Sanatçıların parayı önemsemesini kabul edilebilir hale getirdi. Bugün yaşadığımız dünyada para çok önemli bir mevzu. Aşk kadar, hatta belki ondan da önemli."
Reklam, pazarlama ve şöhretin esiri olmuş bir kültür içerisinde Warhol, içinde bulunduğu hiper-gerçek metalaştırma dünyasını eleştirirken bile o dünyanın parçası olan bir sanat yapmıştı. Sanatçıyı "insanların ihtiyacı olmayan nesneler üreten kişi" olarak tanımlıyordu. Stüdyosuna Factory (Fabrika) adını verdi ve kullandığı üretim araçları şu an birçok başarılı genç sanatçının benimsediği ultra-kapitalist ilkeleri belirledi. "İyi bir işletmeci olmak en büyüleyici sanat türüdür," diye yazıyordu.
Sanat ile paranın birarada nasıl var olduğunu anlamak için uluslararası bir sanat fuarına ya da daha iyisi bir Sotheby's müzayedesine katılmalısınız. Ama daha da derine inmek ve yaratım sürecinin pazara uyum sağlamak için nasıl değiştiğini anlamak isterseniz, gidebileceğiniz en iyi yer bir sanatçının stüdyosudur.
Hirst'ün ana stüdyosu Gloucestershire taşrasında Stroud denilen bir bölgede bulunuyor. Stüdyo, hangara benzeyen dev bir oda ile daha küçük birçok ofisten oluşuyor ve hâlihazırda yenilemekte olduğu eski bir evin karşısında bulunuyor. Evin yerleri süslü Viktoryen mezar taşlarıyla kaplı, duvarlar ise üzerlerinde kurukafa ve iskelet oymaları bulunan koyu renkli tahtalarla kaplı. Görünen o ki Hirst, Warhol'un keskin işletme zekâsının yanı sıra ölüm takıntısını da benimsemiş. Kendisi şu anda dünyanın yaşayan en pahalı sanatçısı ve onun yaptığı elmas kaplı insan kafatası, For the Love of God, mevcut ekonomik krizden önce sanat piyasasına damgasını vuran histeriyi hatırlatan bir tür memento mori [faniliği hatırlatan nesne] niteliğinde.
Tahtına oturmaya aday başlıca iki rakibi, Jeff Koons ve Takashi Murakami gibi Hirst de temelde bir fikir adamı. Kafasında olgunlaşan fikirler, şimdiye kadar sayıları 150'yi bulan bir asistan ekibi tarafından birer sanat işine dönüştürülüyor. Ne var ki benim ziyaret ettiğim gün Stroud'daki büyük stüdyosu, bir köşede nöbet tutan rengârenk iskelet sürüsünü saymazsak, esrarengiz bir biçimde boş görünüyordu. Bir kaidenin üzerine oturtulmuş tek bir cam vitrinin içinde, yüzlerce ölü sinekle yapılmış gerçek boyutlu bir insan kafatası duruyordu: büyük ihtimalle sanat piyasasının bir metaforu olarak...
Hirst'ün stüdyosunun aksine, Jeff Koons'un Manhattan'ın merkezinde bulunan stüdyo kompleksi tam bir arı kovanı gibiydi. Koons ana ofiste bir bilgisayarın başına oturmuş, fikirler, prototipler ve çizimler üzerine çalışırken bir asistanı bana birbiriyle bağlantılı olan diğer odaları gezdirdi. Uzun ve iyi aydınlatılmış bir bölümde, ikişerli veya üçerli sanatçı grupları aynı anda sekiz dev resim üzerinde çalışıyordu. Başka bir bölümde ise maskeli ve beyaz önlüklü asistanlar, dev bir şişme ıstakoz üzerinde çalışıyorlardı. Ortam tuhaf bir bilim-kurgu oyunu sahneleyen bir tiyatroyu andırıyordu. Koons'un hiç de gerçek görünmeyen sakinliğine rağmen, mekânda insanı rahatsız eden bir şeyler vardı.
Ertesi gün Takashi Murakami'nin stüdyosunu ziyaret etmek için Long Island'a gittim. Odalardan birinde bir masanın üzerinde "süperdüz" bir resim duruyordu. Murakami'nin titiz talimatları doğrultusunda bir sürü asistanın emeğiyle uygulanan boyanın son katı yavaşça kurumaya bırakılmıştı. Yanında ise boya pigmentleri içeren numaralandırılmış ve sınıflandırılmış birçok pileksi kutusu duruyordu. Asistanlardan biri bunların arasında yaklaşık 40 farklı tonda beyaz bulunduğunu söyledi. Gülümseyerek "Murakami biraz takıntılıdır," dedi. Bu zaten gün gibi ortadaydı.
Bir başka odada ise Godzilla benzeri bir canavarla dev bir dışkının hikâyesini anlatan fütüristik bir kısa animasyon filmi izledik. Aynı asistan "Murakami'nin kakaya takıntısı var," diye açıkladı. Sevimli yumuşak oyuncaklardan ve boşalan süper kahramanlardan oluşan bu çocuksu dünya, giderek çocuklaşan kültürümüzü eleştiriyor mu yoksa onun bir parçasından mı ibaret, diye düşündüm.
Sonrasında Gavin Turk'ün Londra'nın doğusundaki Hackney'de bulunan stüdyosunu ziyaret etmek içimi rahatlattı. İçeri girdiğimde dev bir ipekbaskısını duvara asıyordu. Warhol tarzı bir oto-portreydi. Bu oldukça ironikti çünkü ziyaret ettiğim stüdyolar arasında Fabrika'ya en az benzeyen ve sanat piyasasının yönlendirmelerinden en uzak görünen atölye onunkiydi. Daha ziyade bir sanatçının sanatını gerçekten kendi elleriyle yaparak çalıştığı bir mekâna benziyordu.
Turk sakin bir biçimde "Burası bir atölye," dedi. "Gidip bir şeyler yapabileceğin bir mekân." Darmadağınık, düzensiz ve nedense çok gerçek görünüyordu. Boya, toz, kimyasal madde ve yemek kokuyordu. Para kokusu yoktu. İnsan bu durumu neredeyse yadırgıyor ama zaten sanatçıların çoğu hâlâ bu şekilde yaşıyor. Sanatın süperstarları yalnızca birer istisna ve ürettikleri işlerin maddi kültürümüzün bir eleştirisi mi yoksa yalnızca bir yansıması mı olduğunu, fiyatlarının işaret ettiği kadar değerli olup olmadıklarını zaman gösterecek.