Marksizmde sanatın ve kültürün derinlemesine ele alındığı olağanüstü bir birikim var. Ancak Marksizm, estetik felsefesinin, sanat tarihi ve eleştirisinin tamamı gibi, çoğunlukla sanatsal üretimden ziyade sanat eserinin kendisine eğildi, eserlerin deneyimlenme sürecine ve sanatın söylemsel çerçevelenişlerine dikkat gösterdi. Marksistler ve solcular sanatsal üretime baktıkları zaman, bunu maalesef yanlış algılanan iki paradigma üzerinden yaptılar. Sanatsal üretimi, ya çalışma gibi veya çalışmaya yakın bir şey olarak ele aldılar, ya da sanatı yabancılaşmamış emek olarak idealize eden bir anlayışla çalışmanın yadsınması olarak düşündüler. Bu iki düşünme modeli bugün kuramcılar ve aktivistler arasında hâlâ hâkim. İş ile hazzın barıştığı bir geleceği temsil eden sanatçı fikrinin altın çağı çoktan geçmiş olsa da, insanların çalışmadan kurtulup kültürel faaliyetlere ve başka şeylere daha fazla zaman ayıracağı fikri üzerine kurulu çalışma-karşıtı harekette bunun izleri hâlâ görülebiliyor. Aynı zamanda, kültür alanında çalışan, sadece sanatçılar değil stajyer, asistan ve sanat öğretmenleri için de düzenli ücreti garanti altına alma yolunda yürütülen bir yığın politik faaliyet var. Ama bütün bunlarda bir şey eksik: sanatsal üretime mahsus bir ekonomik analiz.
Art and Value kitabının ilk bölümünde, iktisat tarihinde sanat eserleriyle ilgili değerlendirme ve analizleri inceliyorum; ikinci bölüme ise Marksizmin, özellikle de Batı Marksizminin sanatın metalaşması ve kapitalizmde özümsenmesi üzerine kuramlarını değerlendirerek başlıyorum ama kitabın kalan kısmında büyük oranda sanatla ilgili Marksist bir ekonomik analiz ortaya koymaya çalışıyorum. Ana-akım iktisat, sanatsal üretimi meta üretimi olarak normalleştirir veya sanat eserlerinin üretimine damgasını vuran ekonomik koşulları analiz etmek yerine sadece eserlerin satışına ve yeniden satışına odaklanır; ben esasen buna itiraz ediyorum. Dolayısıyla bu kitapta derdim sadece Marksist kuramın sınırları değil, aynı zamanda gerek ana-akım ekonomistlerin gerek Marksistlerin sanatsal üretimin istisnai koşullarını temel alan özgül bir sanat ekonomisi geliştirmemiş olmaları.
Sanatın metalaştığını ve bununla bağlantılı olarak kültür endüstrisinde özümsenip Gösteri’ye dahil olduğunu öne süren Marksist kuramlara karşılık, şunu savunuyorum: Sanatın kapitalizm tarafından ele geçirildiğini savunan çeşitli tezler, salt teorik olarak ortaya konmak yerine, ekonomik analizle kanıtlanmaya muhtaç. Bu tezler, kapitalizmin hayatın her yönünü içine aldığı savından yola çıkıyor, veya sanatın bir lüks mal piyasası olarak sosyolojik analizinden hareket ediyor. Oysa sanat piyasası, tipik bir kapitalist işlem gibi görünse de, sanatsal emeğe dair bir analiz sanat ile kapitalizm arasındaki ilişkinin çok daha farklı bir çerçevede değerlendirilmesi gereğine işaret ediyor. Bir üretim tarzı olarak sanatın başat özelliği, sanatçıların, kapitalist üretim tarzının gerektirdiği gibi ücretli işçiye dönüşmemiş olmalarıdır.
Batı Marksizmine 1930’lardan beri sekter tartışmalar damgasını vuruyor, ama tüm taraflarda neredeyse hiç karşı çıkılmayan bir tez var: sanatın metalaştığı tezi. Sanat piyasası o kadar somut ve önemli bir küresel ticari işlem ki, metalaşmayı piyasaların varlığıyla ölçecek olursanız sanatın metalaştığı iddiası yanlışlanamaz gibi görünür. Bu husus kabul edildikten sonra, şeyleşme, kültür endüstrisi, Gösteri, gerçek içerilme vs. gibi daha kapsamlı kuramlara varmanız işten bile değildir; bunlarda artık yalnızca kültürel üretimin nesnelerinin değil, onları deneyimleyen öznelerin de metalaştığı öne sürülür. Fakat Marx’ın kapitalist meta üretimine geçişe dair analizi, dağıtım, dolaşım ve tüketim tarzlarının dönüşümünden ziyade üretimin toplumsal ilişkilerindeki dönüşümle ilgili. Moishe Postone, Michael Heinrich ve Peter Hudis bu argümanı çok sağlam bir şekilde ortaya attılar; benim bu konuda Marksist kurama katkım, kapitalist üretim kuramını sanatsal üretime uygulamakla kalmayıp, şu noktayı açıklığa kavuşturmak oldu: sanat eserleri her ne kadar alınıp satılan nesneler olsalar da, sanatsal üretim hiçbir zaman kapitalist meta üretimine dönüşmedi, dolayısıyla sanat eserleri de hiçbir zaman kapitalist anlamda birer meta olmadı.
Historical Materialism dergisinde sanatçı ve yazar Dave Beech’le yapılan söyleşiden seçilmiş pasajlar. Söyleşinin tamamı için bkz. Art and Value: Interview with Dave Beech
Beech’in burada söz ettiği Art and Value kitabından bir bölüm okumak için bkz. Sanat, Prekarite ve Post-Fordizm