Aşağıdaki metin, Arseny Zhilyaev’in e-flux dergisinin Mayıs 2017 sayısında yayınlanan “Tracing Avant-Garde Museology” başlıklı metninin ikinci kısmının çevirisidir. Bu makalenin bir başka versiyonu, Walker Sanat Merkezi’nde düzenlenen Avant Museology başlıklı seminerde sunulmuştur. Metnin ilk kısmı için bkz. “Avangard Müzeoloji”.
Birinci Gezegenlerarası Uzay Araçları ve Mekanizmalar Sergisi, Moskova.
Proletarya devrimine ve devrimden sonra sanata ne olacağına ilişkin zorlu soruya dönecek olursak, üretimciliğin teorisyeni Boris Arvatov, ileri komünist gelecekte toplumsal çelişkiler çözüme kavuşturulduktan sonra bile resim ve heykel gibi geleneksel mecralara ihtiyaç duyulacağını savunuyordu. Bunun sebebi, ileri komünistlerin bile, travmalara ve duygulanımlara açık fiziksel bedenlere sahip olacak olmasıydı. Bunlardan en etkili ve önemlisi ise bir yanda ölüm; öte yanda, ölümü alt etmeye yönelik bir teşebbüs olarak anlaşılabilecek olan aşk ya da cinsel üremeydi. Böylelikle, Arvatov, devrim sonrası sanat hakkındaki avangard yorumun gizil sınırları üzerine düşünmüş oluyordu. Bu sınır tam da, Rus kozmizminin önerdiği müzenin başladığı yerden geçiyordu. Bu müzenin temelinde yatan fikirler şunlardı: ölümü yenmek; diriliş; geleneksel cinsel ilişkilere duyulan ihtiyacın üstesinden gelinmesi.
İnsanlığa dayatılan toplumsal ve fiziksel kısıtlamaların aşıldığı sahne olarak müze fikrinin kökenleri, din felsefesinin önde gelen temsilcilerinden, “ortak görev” felsefesinin mucidi ve Sovyet uzay programının başlıca esin kaynaklarından Rus kozmizminin fikir babası Nikolay Fedorov’un eserlerine götürülebilir.
Fedorov, insanı, evreni dönüştürmeye kadir bir güç, doğanın ve kozmosun düzenini tesis etmekle görevli bir tür evren sanatçısı olarak görüyordu. Uzay kolonizasyonu fikri ise bu yaklaşımın doğal bir sonucuydu. Bu sürecin başlıca unsurlarından biriyse, ölülerin diriltilmesi ve diriltilmiş nesillerin uzaydaki gezegenlere yerleştirilmesiydi.
Buna rağmen, uzay keşfi, Fedorov’un öğretisinin temel tezlerinden biri değildi. “Ortak görev” olarak adlandırdığı şey, ölümü bertaraf etmek adına insanlığın evrim mekanizmalarının denetimini bilfiil üstlenmesiydi. Ortak görevi yerine getirmek için, ölümsüzlüğe ulaşmak yeterli olmayacaktı: Ölümü alt etmeyi başaran nesil, aynı hedef uğruna hayatlarını verenlerin mezarları üstünde yükseliyor olacaktı. Oğulların kutlu kardeşliği sonsuza dek Babalara borçlu olacaktı. Bu minnettarlık fikrinin etik radikalliği, Fedorov’un fütürist kurgularının itici gücü haline geldi. Uzayın ve gezegenlerin uzay gemilerine dönüştürülmesi; yeryüzü ve ötesindeki doğal fenomenlerin düzenlenmesi; insanlığın aşılması – insanlığın, bu dünyadan göçmüş atalarına olan borcu karşısında etkin bir pozisyon alması gerektiği fikrinin çarpıcı sonuçlarından bazıları bunlardı. Ve en geniş anlamıyla, insanlığın ortak görev yolunda gerçekleştirdiği faaliyetlerin tümünü bünyesinde barındırabilecek bir kurum olarak anlaşılan müzeye de bu tasarıda oldukça önemli bir rol düşüyordu.
Birinci Gezegenlerarası Uzay Araçları ve Mekanizmalar Sergisi, Moskova.
19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarındaki haliyle müzenin böylesine iddialı bir projeye ev sahipliği yapamayacağı aşikârdı. Fedorov, geleneksel müze pratiklerini amansızca eleştirmiş; müzenin, çoğunlukla, insanlığın yoksulluğunu, ihtilaflarını ve kaderi hakkındaki yanılgılarını takdis etmek amacıyla kullanıldığını ileri sürmüştü. Geleceğin müzesi ise, bir uzlaşma alanı; tıpkı kilise gibi bütün doğumları ve ölümleri kaydetmekle görevli bir kurum olarak düşünülmeliydi. Şimdiye kadar asılsız kalmış olsa da ölümsüzlük kehanetinde bulunan kilise bu sezgiyi diğer kurumlara da yaymalı ve bu hedefe giden yolda, bireyleri fiziksel ve zihinsel bütünlükleri içinde muhafaza etmek ve diriltmekle sorumlu bir araştırma merkezi olarak müzeyi de yanına almalıydı. Müzeyi, bir bilim laboratuvarı, bir kütüphane ve bir kilise okuluyla aynı bünye içerisinde buluşturma ihtiyacı da bundan ileri geliyordu. Fedorov şöyle yazıyordu:
Estetik, rasyonel varlıklardan mahrum olan devasa gökyüzüne hayat verebilsinler diye bu küçük dünyada (kendi içinde tüm evreni yansıtan, tüm evreni bütünlüğü içinde yansıtan bu su damlasında) yaşamış olan bütün rasyonel varlıkları yaşama döndürme bilimidir. Ebedi saadet, bu diriltme edimiyle başlar.
Fedorov, 1890’ların ikinci yarısında eski öğrencisi ve arkadaşı Nikolay Peterson’la buluşmak için düzenli olarak Voronej’e seyahat etti. Bu ziyaretleri sırasında Voronej Bölge Müzesi’nin kurucusu, papaz ve etnograf S. E. Zverev’le tanıştı ve bu vesileyle, Müze’nin ev sahipliği yaptığı bir dizi serginin organizasyonunda etkin rol aldı.
1896’dan bu yana, Fedorov’un inisiyatifiyle [Voronej] Müzesi’nde, yılın en önemli olaylarına adanmış bir dizi temalı sergi düzenlendi. Bu uygulama sonradan bir gelenek halini aldı. 1896’yla 1899 arasında bu minvalde altı sergi düzenledik: Taç giyme töreni üzerine bir sergi (Mayıs 1896); II. Katerina’nın hükmü hakkında bir sergi (Kasım 1896); dinî temalı gravürlerin yer aldığı bir sergi (Mayıs 1897); Aziz Mitrofan’a adanmış bir sergi (Kasım-Aralık 1897); Voronej’de matbaacılığın başlamasının 100. yıldönümüne adanmış bir sergi ve “Hz. İsa’nın Doğumu ve Kefaret” başlıklı bir sergi (Aralık 1898-Ocak 1899).
Fedorov, bu sergilerin her birinde bilfiil görev aldı: temayı belirledi ve malzeme seçiminde rol aldı. Parçalardan bazılarını bizzat kendisi Voronej’e getirdi; diğerlerini ise Moskova’dan getirtti. Ayrıca, sergilerin üçü (Büyük Katerina; matbaacılık ve İsa’nın Doğumu hakkındaki sergiler) için sunuş yazıları kaleme aldı.
Diriliş Müzesi’nin ete kemiğe büründüğü ilk yer de yine Voronej’di. Bu müze, Fedorov’un müritlerinden, sanatçı Lev Solovyev tarafından hayata geçirilmişti. Solovyev, kaybettiği eşinin hatırasını canlandırmaya kararlıydı. Bunu, evini ve bahçesini geleceğin müzesinin bir prototipine çevirerek yapacaktı. Bu doğrultuda, ücretsiz bir resim okulu açtı ve Diriliş Müzesi’nin duvarlarını süsleyecek müraller için eskizler yaptı. Bu projeye son derece önem veren Fedorov, bu bağlamda çeşitli makaleler kaleme aldı. Bunlardan biri de, geleceğin müzesini tasvir ettiği “1998’de Voronej Müzesi” başlıklı yazısıydı.
Vasili Çekrigin, Bilimin Dirilişe Katkısı, 1921.
Fedorov’un Diriliş Müzesi projesini hayata geçirmeye yönelik ikinci girişim, 1920’lerin başlarında avangard sanatçı Vasili Çekrigin’den geldi. Çekrigin, Fedorov’un fikirleriyle karşılaştığında henüz 23 yaşındaydı. Fakat, o vakte kadar çoktan (gönüllü olarak olmasa da) I. Dünya Savaşı’nın cephelerinde savaşmış; Mayakovski’yle arkadaşlık kurmuş ve “Makovetler” adındaki sanat hareketinin kuruluşunda etkin rol üstenmişti. “Ortak görev” felsefesinden derinden etkilenen genç sanatçı, hayatının son yıllarını Diriliş Müzesi başlığını taşıyan bir mensur şiir yazmaya ve yine bu adla kurulacak olan müzenin duvarlarını süsleyecek anıtsal freskin eskizlerini yapmaya adadı. Şiir tamamlansa da, Çekrigin’in sanatsal görüsü hiçbir zaman hayata geçirilemedi. Elimize ulaşan Çekrigin-Nikolay Punin yazışmalarından anlaşıldığı kadarıyla kültür devriminin bu iki lideri, sentetik sanat ve Diriliş Müzesi üzerine yaptıkları tartışmalarda fikir birliğine ulaşamamışlardı. Çekrigin, 1922 yılında, 25 yaşında tren kazasında hayatını kaybetti. Hayalindeki Diriliş Müzesi kâğıt üstünde kaldı.
Fedorov’un müze üzerine fikirleri ile birarada düşünülebilecek bir diğer proje ise SSCB Panteon’uydu. Projenin fikir babası, refleksolojinin öncülerinden, Rus nöropatolojist ve psikiyatrist Vladimir Behterev’di. Behterev, ömrünün son yıllarında, önde gelen Sovyet vatandaşların beyinlerini inceleyecek bir kurum oluşturulması gerektiğine kani olmuştu. Böylece, beyin zarının fizyolojik özellikleri ile kişinin zihinsel becerileri arasındaki bağ çözülebilecekti. Behterev, halka mal olmuş Sovyet vatandaşların ölümleri esnasında beyinlerinin çıkarılıp özel bir komisyon tarafınca söz konusu kuruma teslim edilmesini öngören bir kanun çıkarılması çağrısında bulundu. SSCB Panteon’u, araştırma faaliyetleri yürütmenin yanı sıra bir sergi salonuna da ev sahipliği yapacaktı. Bu sergi salonunda, gerçek beyin numuneleri, alçıdan dökülmüş kalıplar, araştırmaya konu edilen kişilerin yaratıcı faaliyetlerinin ürünleri, bu kişiler hakkında biyografik bilgi ve psikolojik profilleri yer alacaktı.
Behterev, itibar sahibi bir şahsiyetti. Leningrad Refleksoloji Enstitüsü’nün başındaydı. Önerisi, devletin üst kademeleri tarafından ilgiyle karşılandı. Dönemin en çok okunan gazetelerinden Izvestiya, Behterev’in çağrısını sayfalarına taşıdı. Her şey kararlaştırılmıştı. Bolşevik Devrimi’nin 10. yıldönümünde proje hayata geçirilecekti. Fakat, Behterev’in beklenmedik (ve günümüze değin aydınlatılamamış) ölümü sonucunda plan suya düştü. Projenin misyonunu, halihazırda faaliyette olan Beyin İncelemeleri Enstitüsü’ne devretmek üzere bir komisyon toplandı. Lenin’in beynini elinde bulunduran Enstitü, çok geçmeden Behterev’inkine de sahip olacaktı. Panteon’un mirasçısı konumunda olan ve günümüze dek süren bu projenin tarihi de böyle başlamış oldu. Beyin İncelemeleri Enstitüsü’nün 1920’ler ve 1930’lar boyunca koleksiyonunu bir hayli genişlettiğini; bu süre zarfında, başkalarının yanı sıra şu vatandaşların beyinlerini envanterine kattığını biliyoruz: şair Andrey Biely; Aleksandr Bogdanov; psikolog ve Marksist filozof Lev Vigotski; yazar Maksim Gorki; Lenin’in eşi ve yoldaşı Nadejda Krupskaya; önde gelen parti üyelerinden, kültür işlerinden sorumlu Anatoli Lunaçarski; şair Vladimir Mayakovski; fizyolog İvan Pavlov; uluslararası komünist hareketin liderlerinden Clara Zetkin ve Sovyet uzay programının fikir babalarından Konstantin Tsiolkovski.
Moskova Beyin İncelemeleri Enstitüsü’nde çalışan bir bilim adamı
Fedorov’un felsefi mirası yaşadığı süre boyunca sistemli bir şekilde kâğıda dökülememiş olsa da, kozmizmin ana fikirleri, öğrencilerinin ve müritlerinin eserlerinde yaşamayı sürdürdü. Tsiolkovski tarafından temelleri atılan Sovyet uzay programı; proletkült şairlerinin Bogdanov’un kılavuzluğunda kaleme aldığı yazılar; çığır açıcı toplumsal değişimlerin yaşandığına dair genel farkındalık... Bu faktörlerin hepsi, uzay keşfi temasının, Sovyet kültür üretiminin ana bileşenlerinden biri haline gelmesinde rol oynadı. Buna koşut olarak, Sovyet müzeleri, ortak göreve ve bu bağlamda müzeye biçilen role açıktan göndermede bulunmadan, astronomik gözlem ve hesap için gözetleme güverteleri kurmaya başladılar. Aynı zamanda, bilimsel bilgi yaymak amacıyla kıyıda köşede kalmış köylere seyahat eden sergi-laboratuvarlar, doğal kaynakların ve tarımın rasyonel kullanılması gerektiği fikrini aşılamaya çalıştılar.
Günümüzde, Fedorov’un fikirleri oldukça uçuk geliyor: Topyekûn diriliş; yaşayanlar hakkında mümkün olduğu kadar çok bilgi toplayan bir müze... Fakat, “müze”nin yerine “arşiv”, ya da “Büyük Veri merkezi”ni koyacak olursak Federov’un neyi hedeflediğini daha iyi anlarız. Öyle ki, Google ve Facebook gibi büyük şirketlerin ya da hükümetler tarafından kullanılan gözetim sistemlerinin, Fedorov’un yaşamın izlerini muhafaza etmeye yönelik arzusunu gecikmeli olarak da olsa hayata geçirdiği söylenebilir. İkisi arasındaki tek fark amaçta yatıyor. Fedorov, bu enformasyonun, denetimi ele geçirmek ya da para kazanmak için değil; aksine, toplumsal gelişme ve eğitim planlaması adına ve insan ömrünü uzatmak için kullanılmasından yanaydı.