Aşağıdaki metin Hans Magnus Enzensberger’in New Left Review dergisinde yayınlanan (Temmuz-Ağustos 1978) “Two Notes on the End of the World” başlıklı yazısının ilk kısmıdır. Fotoğraflar, bu metinden yararlanan Bea Fremderman’ın New York’ta açtığı “How to Do Nothing with Nobody All Alone by Yourself” başlıklı sergisine aittir.
Bea Fremderman, sergiden görünüm, Şubat 2017.
Kıyamet, geçmişten getirdiğimiz ideolojik birikimin bir parçası. Bir afrodizyak, bir karabasan, diğerlerinden farksız bir meta. Bir asırdan uzun süredir yıkıldı yıkılacak denen kapitalizmin çöküşünün metaforu olarak kullanabilirsiniz onu. Kıyamet, envai çeşit şekil ve görünüş altında çıkar karşımıza: bir uyarı işareti ve bilimsel öngörü, kolektif kurgu ve sekter bir slogan, eğlence endüstrisinin bir ürünü, bir batıl inanç, bir halk efsanesi, bir muamma, bir heyecan, bir fıkra veya bir tahmin. Hep mevcuttur ama asla “gerçek” olmaz: İkinci bir gerçeklik, kendimize inşa ettiğimiz bir imge, hayal gücümüzün kesintisiz mahsulü, kafalardaki felakettir kıyamet.
Kıyamet, insan türünün en eski fikirlerinden biri olarak, bunların hepsi ve daha fazlasıdır. Kökenleri hakkında tuğla gibi kitaplar yazılsa yeridir, gerçekten yazılmıştır da. Bu fikrin inişli çıkışlı tarihine dair de her türlü malumatımız var: Kâh yükselip kâh gerilediğini ve bu gelgitlerin tarihin maddi süreciyle nasıl bir bağlantısı olduğunu biliyoruz. Kıyamet fikri, ilk ortaya çıkışından beri ütopyacı düşünceye eşlik etmiş; onu bir gölge gibi, geride bırakılamayan bir arka yüz gibi takip etmiştir: Felaket yoksa binyıl da var olamaz; kıyamet yoksa cennet de var olamaz. Dünyanın sonu fikri, bir negatif ütopyadır, o kadar.
Bea Fremderman, Evan, 2017.
Bea Fremderman, Evan, 2017.
Fakat dünyanın sonu bile artık eskisi gibi değil. Zihinlerimizde ve daha da serbest halde bilinçdışımızda dönen film, eskinin rüyalarından pek çok açıdan farklı. Geleneksel kullanımlarında kıyamet saygı uyandıran, hatta kutsal bir fikirdi. Bizim bunca kafa yorduğumuz (daha doğrusu kafamızdan çıkaramadığımız) felaket ise tamamen sekülerleşmiş bir hadise. İşaretlerini binaların üstünde, geceleri püskürtme boyayla çiziktirildikleri duvarlarda okuyoruz; bilgisayardan çıkma kâğıtlarda okuyoruz. Yedi başlı canavarımızın türlü türlü adı var: polis devleti, paranoya, bürokrasi, terör, ekonomik kriz, silahlanma yarışı, çevre tahribatı. Mahşerin dört atlısı Western filmi kahramanlarına benziyor ve sigara satıyor, dünyanın sonunu ilan eden borazanlarsa reklam arasında çalan fon müziği işlevi görüyor. İnsanlar bir zamanlar kıyamette, Tanrı’nın bilinmesi mümkün olmayan cezalandırıcı kudretini görürdü. Bugün kıyamet kendi eylemlerimizin sistemli biçimde hesaplanmış neticesi olarak görünüyor; kıyametin yaklaşmasından sorumlu tuttuğumuz ruhların adları var: kızıllar, petrol şeyhleri, teröristler, çokuluslu şirketler; İsviçreli bankacılar ve biyoloji laboratuvarlarındaki Frankenstein’lar; UFO’lar ve nötron bombaları; Kremlin veya Pentagon’un zebanileri – gizli polis teşkilatının her şeye kadir şapşallarının tertiplediği akıl almaz komplo ve entrikaların yeraltı dünyası.
Bea Fremderman, İsimsiz, 2017.
Bea Fremderman, İsimsiz, 2017.
Kıyamet aynı zamanda benzersiz bir olaydı, nereden geldiği belli olmayan bir yıldırım gibi habersiz yakalaması beklenirdi: Sadece –elbette ki uyarılarına ve kehanetlerine kimsenin kulak vermeyeceği– kâhinlere ve peygamberlere malum olabilecek, akla hayale sığmaz bir andı. Oysa bizim dünyamızın sonunu ilan etmeyen kalmadı; gafil avlanmak yok artık; her şey sadece bir zaman meselesi. Kendimiz için hayal ettiğimiz kötü son, sinsice ve işkence edercesine ağırdan yaklaşıyor – ağır çekim kıyamet. Sessiz sinemanın o eski avangard klasiğini hatırlatıyor: hani yıpranmış kadife koltuklarında rahatça arkalarına yaslanarak patlamış mısır ve fıstık atıştıran miskin seyircilerin, dev bir fabrika bacasının beyazperdede tam 20 dakika boyunca sessizce çatırdayıp çöküşünü izlediği şu film. Gösterinin ardından fütürolog sahneye çıkıyor. Çılgın bilim adamı Dr. Strangelove’ın kötü bir taklidi gibi, tek farkı itici derecede şişman olması. Tüm soğukkanlılığıyla, atmosferdeki ozon tabakasının 20 yıl içinde yok olacağını, o zamana dek hayatta kalacak kadar talihli olanlarımızın kozmik radyasyondan kızaracağını söylüyor; sütlerin içindeki bilinmeyen maddelerin bizi psikoza sürüklediğini anlatıyor; dünya nüfusunun halihazırdaki artış hızıyla yakında gezegende iğne atılsa düşecek yer kalmayacak, diyor. Elinde Havana purosu, tıkır tıkır işleyen bir mantıkla inşa edilmiş mükemmel bir nutuk çekiyor. Dinleyenler esnememek için kendini zor tutuyor, halbuki profesöre kalırsa felaket çok yakın. Ama bu akşam gelmeyecek. Bu akşam her şey eskisi gibi devam edecek, belki bir hafta öncekinden bir parça daha kötüdür ama kimsenin bir şey fark edeceği yok. Aramızdan bu akşam hafiften içi kararacak biri çıkarsa –ki böyle bir ihtimali yok sayamayız– ister Pentagon’dan olsun ister yeraltı dünyasından, ister ütücü olsun ister kaynakçı, felaket gerçekten gelse de bu sorundan bir kalemde kurtulsak diye düşünebilir. Fakat bu söz konusu bile değildir. Vaktiyle kıyametin en önemli özelliği olan ve ona çekim gücünü veren nihai son, artık bize nasip değildir.
Bea Fremderman, Silah No. 1 (cep telefonu), 2017. Bea Fremderman, Silah No. 2 (ok), 2017.
Bea Fremderman, Kuş Yuvası, 2017. Bea Fremderman, İsimsiz, 2017.
Dünyanın sonu fikrinde kaybettiğimiz bir geleneksel boyut daha var. Önceden bu olayın aynı anda herkesi etkileyeceği ve hiç ayrım yapmayacağı kabul edilirdi: Asla karşılığını bulmayan eşitlik ve adalet talebi bu mefhumda son sığınağını bulurdu. Ama bugün gördüğümüz gibi kıyamet artık bir eşitleyici değil, tam tersi. Ülkeden ülkeye, sınıftan sınıfa, bir coğrafyadan diğerine değişiyor. Kimilerini topyekûn vururken, kimileri onu televizyondan izliyor. Sığınaklar inşa ediliyor, gettoların etrafında duvarlar örülüyor, kaleler dikiliyor, korumalar tutuluyor – hem küçük hem de büyük ölçekte. Kır evindeki hırsız alarmı ve elektrikli tel örgülere karşılık, uluslararası ölçekte, kimi ülkeler etraflarını çevirerek kendilerini korurken kimileri harap oluyor. Dünyanın sonu kâbusu bu zamansal eşitsizliğe son vermiyor, sadece onu daha da derinleştiriyor. Afrika veya Hindistan’daki çeşitlemeleri, doğrudan etkilenmeyenler tarafından –Afrika ile Hindistan’ın hükümetleri de dahil– omuz silkilerek görmezden geliniyor. Fıkra da burada bitiyor.
Bea Fremderman, sergiden görünüm, Şubat 2017.