Aaron Douglas, "Harriet Tubman", 1934
Robyn Marasco, Hegel’in düşüncesi üzerine açıklamalarında, umutsuzluğun duygusal açıdan ikircikli olduğunu öne sürer. Hegel, gerçekte bilmediği bir şeyi bildiğini zanneden “doğal bilincin”, gerçek anlamda bilgilendiğinde bu süreci bir kendilik kaybı olarak tecrübe ettiğini söyler. Dolayısıyla, Hegel’in canlı biçimde betimlediği, fikirden kavrama varış yolculuğu, umutsuzluk yoluna inerek yapılan bir yolculuktur. Umutsuzluğun ters yüzü elbette umuttur – Ernst Bloch’tan, ütopyaya bağlamayı öğrendiğimiz umut. Ama Marasco eleştirel düşüncede “umut ile umutsuzluğun tam karşıt olmadıklarını” öne sürer ve şöyle yazar: “Umutsuzluk, hem iyimserliğin hem de kötümserliğin sessiz avuntularına isyan eder… Kötümserlikten farklı olarak umutsuzluk, bir yandan her yerde sınırlar görürken, bir yandan da düşünceyi ve praksisi mevcut koşullara karşı çıkmaya teşvik etme eğilimi taşır.” Böylece umutsuzluk, “kökten farklı bir şeyin olanağını koruyarak, bizzat sessizleştirdiği umut ruhunu uyandırır.”[1]
Kötümserliği ve umutsuzluğu davet edenin, apokaliptik bir gidişat olmaması gibi, iyimserliğe ve umuda izin veren de, henüz ulaşılmamış bir kurtuluş değildir. Bu duygular kaçınılmazdır; politik pratiğin kalıcı ve güçlü unsurlarıdır. Ama bu iki karşıt terim arasında hiçbir uzlaşma yoktur; birbirleri üstüne katlanmaları ve karmaşıklıkları yüzünden biri aleyhine diğerinde karar kılmak da beyhude bir davranıştır. Bu duyguların hiçbirinde, kendi içinde politik bir içerik bulunmaz.
Spinoza’ya göre bir duygu, bir bedenin eylemde bulunma gücünün arttığı veya azaldığı bir kompozisyondur. Tutkular, bedenimizin eylemde bulunma gücünün az veya fazla olmasına dair bulanık fikirlerdir: Yaşadığımız deneyimleri ister istemez aşan maddi nedensellik ilişkilerine anlam verme biçimimizin unsurları olmaları bakımından, imgelem –veya ideoloji– düzeyinde iş görürler. Ama bu duyguların tümü, eylemde bulunma gücümüzü azaltan kederli tutkular olup olmadıklarını belirleyecek tarihsel ve politik bir zamansallığa yerleştirilmelidir. Olumlu ve olumlayıcı gibi görünen duygular bile esasen pasif duygular olabilir. Herhangi bir tarih anlatısında belirli bir duyguyu öne çıkarma seçimi, kendi karşıtının izlerini de taşıyacaktır ister istemez. Ve bu duyguların ortaya çıktığı tarihsel süreç, sonucu önceden belirlenmiş bir süreç olduğunda, o sürecin nasıl hikâye edileceğinin de önemi kalmaz. Ancak ve ancak bir duygunun pasif nesnesi değil, yeterli nedeni olduğumuzda, tutkudan değil eylemden bahsedebiliriz.
Genel geçer bir cevap yok, sadece titiz hazırlık ve bilinmeyene atılmak var. Spinoza’dan ilhamla: Bir toplumsal hareketin neler yapabileceğini henüz bilmiyoruz.[2]
Asad Haider’in Organizing Histories başlıklı yazısından seçilmiş pasajların çevirisidir.
[1] Robyn Marasco, The Highway of Despair (New York: Columbia University Press, 2017), 10, 16.
[2] Spinoza’nın “bir bedenin neler yapabileceğini bilmiyoruz” sözüne gönderme.