/ Pasajlar / Halis Muhlis Sanat Aşkı

Aşağıdaki fragmanlar, Pierre Bourdieu’nün 2 Mart 1975’te Actes de la recherche en sciences sociales dergisinde “L’Invention de la vie d’artiste” başlığıyla yayınlanan metninin İngilizce’sinden seçilmiş pasajların çevirisidir. İngilizce’ye çeviren Erec R. Koch, Yale French Studies içinde, no. 73, 1987, s. 75-103.

 

 

Sanatçı kendine şu soruyu sormadan edemez: Burjuvalara ve esiri oldukları dünyevi varlıklara (mal mülk, unvan, şan şeref) karşı sergilediği horgörüde, başarısızlığa uğramış ama bu başarısızlığını gönüllü bir feragatin aristokratizmine dönüştürmüş burjuvanın hınç duygusunun payı olabilir mi? Bu feragate gerekçe olduğu varsayılan özerkliğe gelince, o da, bizzat burjuvaların ona tahsis ettiği ayrı bir dünyayla sınırlı, koşullu bir özgürlük olamaz mı pekâlâ? “Burjuvalar”a isyan, kendi varlığının altındaki tepkisel ilkeyi göz ardı ettiği müddetçe, kafa tuttuğu şeyin boyunduruğu altında olmaya devam etmiyor mu: Sanatçıyı uzakta tutmakla, onun “burjuva”ya mesafe almasına izin verenin de bizzat “burjuva”nın kendisi olmadığı ne malum? “Kendi başarısız olduğunuz girişimlerde ahmağın tekinin başarıya ulaştığını görmek kadar aşağılayıcı bir şey daha yoktur” (Gustave Flaubert, Duygusal Eğitim). Entelektüelin, hâkim sınıf kesimleriyle ve gasp ettikleri güçlerle arasındaki öznel ilişkinin barındırdığı bütün çelişkiler, bu cümlenin mantıksızlığında gözler önüne seriliyor. Başarıya, başarının getirilerine, ve başarı elde etmeyi bilenlere karşı sergilenen horgörüye, utanç verici bir idrak eşlik eder hep: başkalarının başarısı karşısında duyulan utanç ve kıskançlıkta, veya başarısızlığı redde dönüştürme çabasında kendini ele veren bir idrak. “Hükmünü tanımayacağın mahkemenin karşısına çıkmayacaksın,” diyordu Kafka. Oysa sanatçı, ne mahkemeyi reddedebiliyor, ne de onun hükmünü tanıyabiliyor. [s. 79]

[...]

Hınç, bastırılmış bir isyandır. Bu şekilde açığa çıkan utanç ve hırs, yenilginin ve onaylamanın itirafını oluşturur. Muhafazakârlık zaten hiç kanmamıştır: Bu hıncın, kin ve utançtan başka, yani hayal kırıklığına uğramış ihtirastan başka hiçbir isyanı tetiklemeyen bir toplum düzeni karşısındaki en büyük saygı duruşu olduğunu görebilmiştir – tıpkı, yeniyetmelikteki asi Bohemliğin, olgunluk çağında yola gelmiş muhafazakârlığa veya gerici fanatizme vardığı nice gençlik isyanının aslını görebildiği gibi. [s. 91]

[...]

Sanat için sanat, halis muhlis sanat aşkıdır. Halis muhlis aşk, aşkın paraya ve burjuva çıkarlarına indirgenemeyeceğini ilan eder. Halis muhlis sanat da böyledir: Sanatçı, “sanat eseri” ismini paha biçilmez bir şeye saklar; sadece halis ve çıkar gözetmeyen, satılık olmayan, veya her durumda satılmak için yapılmamış bir çalışmaya “sanat” der; hiçbir şey karşılığında ve hiç kimse için yazar; ve bütün bunları yapmakla, alelade bir mal üreticisine de, kendi çıkarından başka bir şey tanımayan burjuvaya da indirgenemeyeceğini beyan etmiş olur. Dahası, hakiki entelektüel ya da sanatçı, tasarılarını gerçekleştirmek için bir serveti gözden çıkaran, ya da en azından buna inanan ve bir biçimde başkalarını da buna ikna etmeyi başaran sanatçıdır. “Sanatçılar: hiçbir çıkar gözetmedikleri için övülmeliler,” diyor Flaubert, Basmakalıp Düşünceler Sözlüğü’nde. İşte bu, fukaralığı elin tersiyle itilmiş zenginliğe, dolayısıyla manevi zenginliğe dönüştüren dâhiyane bir ideolojik ters çevirmenin ilkesidir. En kötü entelektüel tasarı bile bir servetle aynı değerdedir – uğruna gözden çıkarılmış olan servetle. Üstelik, hiçbir maddi servet ona rakip olamaz, çünkü ikisi arasından tercih edilen daima o olacaktır. Tıpkı zarureti erdeme dönüştüren yanlış akıl yürütmeler gibi, hayalî bir servetin reddi karşılığında sefaleti servete dönüştüren bu yanlış akıl yürütme de, toplumun entelektüel kesiminin hâkim sınıf içinde hâkimiyet kazanma mücadelesinde kullandığı bütün sembolik silahların anahtarıdır. [s. 96-97]

pasajlar, sanatın özerkliği