Bir gelenek olarak aktarıldığı takdirde, yetki sahibi olur geçmiş. Yetki kendini tarihsel açıdan sunduğunda ise gelenek halini alır. Walter Benjamin kendi döneminde meydana gelen gelenek kırılması ve yetki yitiminin telafi edilemez olduğunun farkındaydı ve bundan geçmişle yeni bir ilişki tarzının keşfedilmesi gerektiği sonucunu çıkarıyordu. Geçmişin aktarılabilirliğinin yerini onun “alıntılanabilirliğinin” aldığını keşfettiği gün bu konunun üstadı oldu. Aynı şekilde, şimdiki zamanın içine fragmanlar halinde yerleşip, bugünü safiyane bir hoşnutluktan kaynaklanan “sahte barış”tan koparmayı sağlayan o tedirgin edici güç de geçmişin yetkisinin yerini alıyordu. “Çalışmamdaki alıntılar, silahlarıyla apansız beliren ve yoldan geçeni soyarak fikirlerine el koyan büyük eşkıyalar gibidir”. […]
Benjamin’in temel tutkusunun koleksiyon olduğunu daha önce ifade etmiştim. Çok erken bir dönemde, kendisinin de “bibliyomani” dediği şeyle başlar bu, ancak hızla daha karakteristik bir şeye dönüşür. Kişinin karakterinden ziyade eserin karakterine özgüdür: alıntı koleksiyonu. (Bu, kitap koleksiyonundan vazgeçtiği anlamına gelmiyordu. Fransa’nın yenilgisinden kısa zaman önce, Kafka’nın beş cilt halinde daha yeni basılmış olan Toplu Eserler’ini, yazarın ilk metinlerinin birkaç orijinal baskısıyla değiştirmeyi ciddi ciddi tasarlıyordu – bibliyofil olmayanlar için haliyle anlaşılması güç bir teşebbüstür bu). “Bir kütüphane sahibi olmaya dönük mahrem ihtiyaç” ise 1916 civarında, Benjamin’in “bir kez daha geleneği kurtarmış olan son hareket” olarak değerlendirdiği romantizm hakkında çalışırken doğmuştu. Geçmişe dönük bu tutkunun bünyesinde halihazırda yıkıcı bir gücün bulunduğunu, mirasçılara ve geç kalmışlara özgü biçimde, çok daha sonraları, ancak geleneğe ve dünyanın yıkılmazlığına olan inancını yitirdiğinde keşfedecektir Benjamin.
Vies politiques (Gallimard, 1974) s. 291-293. Kaynak: Benjamin le pêcheur de perles...