/ Pasajlar / Batı Düşüncesinde Yamyamlık Figürleri

Her türlü tada varma, her türlü içe alma ve özümseme, yemedir; daha doğrusu şöyle: Yemek, özümsemekten başka bir şey değildir. Tüm manevi hazlar yeme aracılığıyla ifade edilebilir. Dostlukta, insan esasen dostundan bir şeyler yer, veya onunla beslenir. Bedenin yerine ruhu geçirmek özgün bir mecazdır – nitekim, bir dostun anısına toplanılan bir akşam yemeğinde, cesur, duyularüstü bir hayal gücüyle, alınan her lokmada onun etinin, içilen her yudumda onun kanının tadına varılabilir. Kuşkusuz bu, zamanımızın damak zevki açısından barbarca görünecektir – iyi de, ille çiğ, çürüyen eti ve kanı düşüneceğiz diye bir kaide mi var? Fiziksel sindirim, manevi anlamın güzel bir imgesi olabilecek kadar gizemlidir – hem kan ve et, gerçekten o kadar da tiksinti verici ve aşağılık mıdır? İşin aslı, onlarda her türlü mücevherden daha fazla zenginlik vardır ve organik beden hakkında daha yüksek düşüncelere sahip olacağımız günler hiç de uzak değildir.

Kanın ne kadar yüce bir sembol olduğunu kim bilir? Organik unsurların yüceliği, tam da bizi tiksindiren yanlarından ileri gelir. Onları görünce hayalet görmüş gibi irkiliriz, ve bu karışımda gizemli bir dünyanın, belki eski bir tanıdığın varlığını hissederiz çocuksu bir korkuyla. Ama biz dostumuzu andığımız akşam yemeğine dönelim yine: Onun, şimdi bedeni ekmeğe, kanı şaraba dönüşmüş bir varlık haline gelmiş olduğu düşünülemez mi?

Novalis[1]

 

 

 

Spekülatif düşüncede rastlanan içe katma [incorporation] figürleriyle, yani bir içe katma biçimi olarak anlama kavramıyla ilgilenmeye, Hegel üzerine yazdığım Glas adlı kitabımda başlamıştım. Hem hafıza hem içselleştirme anlamına gelen Erinnerung kavramı, Hegel’in felsefesinde kilit bir rol oynar. Tin, kendi geçmişini özümseyerek, hatırlayarak tarihi içine katar. Bu özümseme, yüceltilmiş bir tür yeme eylemidir: Tin, kendi dışında ve kendine yabancı olan her şeyi yer, böylece onu kendine ait, içsel bir şey haline getirir. Her şey büyük sindirim sisteminin içine katılır – Hegel’in sonsuz metabolizmasında hiçbir şey yenemez değildir.

Hermeneutikte ve spekülatif felsefede rastlanan içe katma figürlerine, “yamyamlık figürleri” adını veriyorum. Bunların en açık örnekleri Hegel’de bulunsa da, Batı düşüncesinin tamamında işbaşındadırlar. Ne de olsa yemek, Hıristiyanlığın en büyük gizemlerinden biridir; tözdeğişimi, bizatihi içe katma ediminde meydana gelir: Ekmek ve şarap, İsa’nın bedeni ve kanı olur. Fakat mistik bir yeme edimiyle içe katılan sadece Tanrı’nın bedeni değil, kelamıdır da.

Anlama ile yeme arasındaki bu ilişkinin, Batı düşüncesindeki belli bir akıma ait olmadığını, bir tür kültürel a priori olduğunu özellikle belirtmek gerek.

Hegel, insanın dünyayla ilişkisi ile hayvanın dünyayla ilişkisi arasındaki farkı, iki farklı yeme biçimi üzerinden kurar. Ona göre hayvanların nesneyle negatif bir ilişkileri vardır çünkü onu sadece yutarlar. Oysa insanın negatifliği, dönüşlüdür: İnsan aslında nesneyi yutmaz, onu soyut biçimde içine katar ve böylece özne denen iç mekânı yaratır.[2]

İnsan ile hayvan arasındaki felsefi sınır giderek daha fazla ilgimi çekiyor; bu sınırı incelemek, kültür ile doğa arasındaki geleneksel sınırı incelemek demek aynı zamanda. Bu meseleyi, hümanizmin sınırlarını en derinlemesine sorgulamış iki düşünür üzerinden ele almayı tercih ettim: Heidegger ve Lévinas. Geleneksel bir özne kavramını eleştirmelerine rağmen, insanlar ile hayvanlar arasındaki mutlak farkta ısrar ettikleri için ikisi de hümanist olmaya devam ediyor. İnsana ayrıcalıklı bir yer tesis etmek için, hayvanların kurban edilmesi ve yenmesi gerekir. Lévinas bile, kurbanı feda etmeye razı değildir.

Geçenlerde Peter Greenaway’in aşçı ve hırsız filmini seyrettim; orada, başka yerlerde de örneğini gördüğüm, yamyamlığa dayalı bir kurban yapısı var. Son dönemde verdiğim üç seminer dersinde de, Novalis’ten bir fragmanı işliyorum (Novalis derya gibidir, onda her şeyi bulabilirsiniz). Novalis, Aşai Rabbani ayinindeki yüce gizemi, bir dostun bedenini yamyamlıkla içe katmanın en temel ifadesine dönüştürüyor. Kleist’ın Penthesilea[3] adlı tragedyasında da bu içgörünün dudak uçuklatacak bir açıklıkla ifade edildiğini görürüz. Yeme isteği olmadan sevmek, anoreksik bir durum olsa gerektir.

Halihazırda, bir kültürün yemekle ilgili yaklaşımını dışavuran ritüel nitelikli uygulamalara odaklanıyorum: Belli bir kültür içinde neleri yemenize izin verildiği, nelerin yenmesinin yasaklandığı konusu. Farklı kültürlerin dışkıyla ilgili farklı yaklaşımları da – skatolojik törenleri vs.–  bu bütüne dahil elbette. Şu anda muazzam boyutta bir antropolojik malzeme içinde yolumu bulmaya çalışıyorum, yeme ve dışkılamaya dair algılarla ilgili kuramsal çalışmaları okuyorum: Frazer, Freud, Bataille vs.

Benzer figürlerin izlerini Hegel’inkinden başka felsefelerde ve kuramsal söylemlerde de aradım. Maria Torok ile Nicolas Abraham’ın Kurt Adam üzerine yaptıkları çalışmaya[4] yazdığım önsözde, Freud’un yas ve melankoli kuramlarında yemeyi analiz ettim. “Economimesis” başlıklı metnimde de, sindirimden  devşirilmiş bir ekonominin Kant estetiğinde güzele yönelik bakışa hâkim olduğunu göstermeye çalıştım. Güzel, dengeli ve ahenkli metabolizma için kullanılan bir isimken, kapalı ekonomi daima tiksintinin içerden tehdidi altındadır, ve güzele dair bu çözümleme tiksinme ve kusma noktasına gelindiğinde darmadağın olur – ekonominin, mutlak biçimde özümsenemez olan çerçevesinde, sınırına vardığı noktadır bu.

Ötekinin egemen erişilmezliğini en çok vurgulayanlardan birinin Lévinas olduğu muhakkak. Lévinas’ta Öteki asla mevcudiyet olarak kavranamaz, ancak iz ve dışsallık gibi kavramlar yoluyla anlaşılabilir. Lévinas, fenomenolojik  mevcudiyet metafiziğinden tamamen ayrılmıştır – Öteki asla kuramsal bir edimle anlaşılamaz, ancak etik sorumluluk yoluyla kavranır: Ötekinin sorumluluğunu alırım. Ama bu sorumluluk da sadece insanlar için geçerlidir, Lévinas’ın hümanizmi, tıpkı Heidegger’de olduğu gibi, hayvanın dışlanmasına dayanır. İncil’deki “Öldürmeyeceksin” emri, insanlar için geçerlidir, hayvanları dışarda bırakır. Bizim kültürümüz bir kurban yapısı üzerine kuruludur. Hepimiz, gerçek veya sembolik olarak bedenleri yeriz. Önceleri Batı’nın fallik “logosantrizm”inden bahsediyordum; şimdi et anlamına gelen “karno” önekini ekleyip bunu genişletmek niyetindeyim: “karnofallogosantrizm”. Hepimiz –vejetaryenler de dahil– sembolik anlamda etoburuz.

Yemenin sınırlarıyla ilgili düşüncelerim, bir bütün olarak, bir metindeki karar verilemez veya tercüme edilemez unsura dair kuramlarımın uzantısıdır. Metinde okunamayan, hep yabancı kalması gereken bir unsur vardır. Bu kalıntı hiçbir zaman aynılık çerçevesinde sorgulanamaz, hep yeni baştan aranmalı, yazılmaya devam etmelidir.

 

Bu metin, 25 Ekim 1990’da Daniel Birnbaum ve Anders Olsson’ın Derrida’yla yaptıkları bir söyleşiden alınmıştır. Tamamı için bkz.

http://www.e-flux.com/journal/an-interview-with-jacques-derrida-on-the-limits-of-digestion/

 



[1] Novalis, Philosophical Writings, ed. ve çev. Margaret Mahony Stoljar (Albany: State University of New York Press, 1997), s. 102-103.

[2] Georges Bataille da, Theory of Religion kitabında, insanlar ile hayvanları yeme eylemi bakımından ayırır; fakat buradaki “özne” ile “nesne” farkını, insanlara has bir “tahakküm” ilişkisiyle açıklar: “Hayvanlık, dolaysızlık veya içkinliktir. Bu durum, bir hayvanın diğerini yemesinde verilidir. Bir hayvan diğerini yediğinde, bu, yeme eylemini gerçekleştiren hayvanın benzerliği veya aynılığı koşuluna dayanır – içkinlikle kastedilen budur. […] Başka bir hayvan tarafından yenen hayvan, bir nesne olarak verili değildir. Bir nesneyi, bir şeyi, nesne sayılmayı reddeden bir insana bağlayan ilişkiye benzer bir tahakküm ilişkisi söz konusu değildir.” Bataille, “Animality”, The Theory of Religion, çev. Robert Hurley (New York: Zone Books, 1989) s. 17-18 ç.n.

[3] Heinrich von Kleist’ın Penthesilea başlıklı tragedyası, pek çok şeyin yanı sıra toplumsal cinsiyet kalıplarını da yerle bir eder ve başta Goethe olmak üzere çoğunluk tarafından yadırgatıcı, kabul edilemez, hatta tiksindirici bulunur. Amazon kraliçesi Penthesilea, Kleist’ın kurgusunda muarızı Akhileus’u öldürür ve yer – ç.n.

[4] The Wolf Man's Magic Word: A Cryptonymy, University of Minnesota Press, 2005 – ç.n.

başka hayvanlar, Derrida, Novalis, pasajlar